Menu
KOL DÜĞMELERİ
Öykü • KOL DÜĞMELERİ

KOL DÜĞMELERİ

Basık. Rutubetli. Kesif sigara dumanı ve alkol. Ağır parfümlerin yaydığı baygın kokular.

“Avuçlarımda hâlâ sıcaklığın…”

Bu son.

Berbat bir akustik içinde keşmekeşe dönüşen sesler: Orkestra notaların arasında kayboluyor; solistler yarı doğru-yarı yanlış, sadece sözleri okuyor.

Dipte. Paravanla bölünmüş masalarının en izbesinde.

Utanç içinde. Sigarasının dumanlarının ardından bakıyor.

Son defa.

Şuh kahkahalar; homurdanmalar; ara ara böğürenler. Bir ses, içinde, çok derinlerde, tanıdığı, çok iyi bildiği… hatırlayamıyor, isimlendiremiyor; sadece karanlıklardan aydınlığa doğru bir imge.

Olsun. Olmalı. Taşıyamıyordu artık kendini.

İptila.

Ama son. Öncekilerine benzemeyecekti. Son.

Sesler birbirine karışıyor. Ayıramıyor. Karanlıktan aydınlığa uzanan imge de zayıflıyor.

Delikanlılığın en bıçkın hali, naralar.

*

Son anda, sokağın başındaki evin çatısının ucuna tutunmuş.

Görüyor.

Sanki sadece o görsün diye oraya tutunuyor.

Gördüğü an, çatıların ardında batıyor.

Şehrin ışıklarına inat, parlak birkaç yıldız.

Derin nefesler alıyor. Derin. Bir daha. Derin. Ay. Yıldızlar.

Genişliyor.

Bu bile iyi.

İçinde ay… yıldızlar.

Tamam işte.

Genişliyor.

*

Kapıdan girer girmez kızı kucağına atlıyor; bacaklarını beline, kollarını boynuna doluyor: Babacığım. Sıkıyor iyice kızını. İyice. Kıvır kıvır sarı saçlarında dolaştırıyor parmaklarını. Kızı geri çekiliyor. Gözlerinin içi gülüyor. Babasının gözlerinde masmavi bir gök görüyor. Bulutları da. Güneş parlıyordu. Babasının gözlerinin tam ortasında bir gölge. Titrek. Hiçbir şeye, hiçbir yere, hiçbir zamana ait olmayan.

Yeniden sarılıyor. Daha sıkıca, babacığım!

Kızını özenle yere bırakıyor.

Sen daha niye uyumadın.

Ceketini çıkarıyor.

Uyudum uyandım, uyku tutmadı.

Kapının arkasına asıyor.

Baba hasreti, diye koridordan buz gibi bir ses.

Kesif sigara dumanı ve alkol kokusunu duyuyor kadın.

Susuyor.

Tamam diyor adam, tamam; ağır parfümlerin yaydığı baygın kokular altında.

Koridordaki bavulu görüyor.

Yemek masasının etrafında dizili onca sandalyeden birinin üzerinde hacdan alınmış mantoyu.

Yapma diyor, döndüm artık.

Sözlerinin hâlâ bir değerinin olup olmadığını anlamak için bakışlarını hanımının gözlerine doğru kaldırıyor.

*

Hadi diyor. Müşterisini bekleyen taksi sıcacık.

Tamam abla diyor.

Basık. Rutubetli. Kesif sigara dumanı ve alkol. Ağır parfümlerin yaydığı baygın kokular. Berbat bir akustik içinde keşmekeşe dönüşen sesler: Orkestra notaların arasında kayboluyor; solistler yarı doğru-yarı yanlış, sadece sözleri okuyor; şuh kahkahalar; homurdanmalar; ara ara böğürenler; delikanlılığın en bıçkın hali, naralar.

Boğazı parçalanıyor. Sesi enikonu tarazlanmış. Kaburgaları ciğerine batıyor. Önü ve arkası açık, yüzdeyüz naylon elbisesinin üzerine geçirdiği sahte kürküne biraz daha sarınıyor. Taksinin buğulanmış camını elinin tersiyle siliyor: Daracık sokakları yalayan poyraz. Birkaç akasyanın çıplak dalları titreşiyor. Ortalıkta sadece taksilere üşüşen birkaç meslektaşı ve siyah giyimli adamlar. Çoktan kapanmış pastanenin kaldırımdaki ızgaralarında, naylonlara sarılmış biri uyuyakalmış. Kediler sonra.

Eve gidince soyunup dökünmeden hemen balkona çıkacak. Derin nefesler alacak. Derin. Bir daha. Derin. Belki ay. Yıldızlar belki. Geldiği kasabanın insanı ferahlatan havası sonra. Bu bile iyi diye düşünecek. İstanbul’un nemli, gazlı, küflenmiş, çürümüş havası bile. Genişleyecek.

*

Otoparka giderken her zaman kullandığı cami avlusunda tuhaf bir titreme yaşıyor.

Kendini taşımaktan yorgun.

Duruyor.

Şadırvanda abdest alanlara bakıyor; kollarından, yüzlerinden buharlar yükseliyor.

Bu ne şimdi!

Son cemaat mahallinin mermerlerine yan olarak oturuyor. Ayaklarını yere sallıyor. Ceketinin yenlerinden bir dil gibi dışarıya sarkmış kolalı, bembeyaz gömleğinin kolağızlarını toparlayıp içeriye sokmaya çalışıyor. Açık kalmış kolağızlarını bugün kaç kez toparlamaya çalışmıştı.

Bu şimdi ne!

Bir ses, karanlıktan aydınlığa çıkaran.

Kaç gündür namaz kılmıyordu!

Pencerenin içinde yaşlı biri Kur’an okuyor. İkindi güneşine yakalanmış. Ters ışıkta siyah bir gölgeye dönüşüyor. Sakalları rahledeki Kur’an’a değiyor. Yerle gök arasında uzanan bir köprü görüyor: Uzanıyor. Sakallara tutunuyor. Tutuna tutuna güçleniyor. Ayakları yere değiyor. Çınarlar geliyor aklına. Tutuna tutuna yükseliyor. Yukarıya doğru. Hafifliyor. Bulutlar geliyor aklına. Yükseliyor. Nefesi daralıyor. İkindi güneşi üzerinde toplanıyor. Bir gölge şimdi. Dönmeyecek. Gökle yerin arasında. Üniversitede öğrenciydi, sabah ezanlarıyla uyanmaya başlamıştı. Günlerce sordu, soruşturdu. Uyanma değil dedi birisi, uyandırılma.

Buydu işte!

Bulmuş, tanımış, isimlendirmişti işte!

*

Balkonda üşüyor.

Odasına dönüyor.

Pamuklu pijamalarını giyiyor.

Yüksek tavanlı taş bina hiçbir zaman yeterince ısınmıyor.

Yatağının üzerine atıverdiği hırkasını alıyor.

Kulağında unuttuğu küpelerini komodinin üzerine bırakırken, orada unutulmuş kol düğmelerini görüyor.

Kim unuttu acaba diye düşünüyor.

Kim acaba… Hep böyle oluyordu: İnsanlar çekip gidiyor ve geriye kendilerinden hiçbir şey bırakmıyorlardı. O da inatla izin vermiyordu kendisinden bir şeyler koparıp götürmelerine.

*

Sigarasının dumanlarının arasından son kez görmek istemişti. Utançla.

Erken çıktı.

Henüz şarkı bitmemişti.

Karanlık köşelere sürtüne sürtüne çıktı.

Çıkarken son bir kez.

Cami avlusu geldi aklına.

Bakmadı.

Bu gece ona gitmeyecekti.

Hızla çıktı, poyrazın yaladığı sokaklara. Taksicilerden başka kimse yoktu. Ayağına dolanan kediyi tekmeledi. Birisi naylonlarla örtünmeye çalışıyordu, bir ızgaranın üzerine uzanmış.

Bu gece erken çıktın abi dedi. Taksi sıcacıktı.

Derin bir suskunluk girdi aralarına.

Buğulanmış camlardan dışarısı gözükmüyordu.

Başını koltuğa yasladığı an fark etti: Hayır dedi, bu gece oraya değil, sağa dön, sağa!

Yapmıştı işte. Olmuştu.

CEMAL

1962 yılında Gönen/Balıkesir'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini aynı ilde tamamladı (1979). Gazi Üniversitesinde işletme okudu (1983). Beyaz Gömlek isimli ilk öyküsü 1982 yılında Güldeste Dergisinde yayımlandı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Kayıtlar, Hece, Hece Öykü ve Muhayyel’in çıkışında yer aldı. Portakal Bahçeleri ve Pencere Arnavutçaya, Pencere ve Utanç Farsçaya; bazı öyküleri Korece ve Azericeye çevrildi. Esenlik Zamanları 1999 yılında TYB; Mürekkep 2012 yılında ESKADER ve Ömer Seyfettin öykü ödülünü aldı. Cemal Şakar 2016 yılında Dede Korkut Edebiyat; 2019 yılında da Necip Fazıl Hikaye-Roman ödülüne layık görüldü. Eserleri: Öyküler: Gidenler Gidenler, 1990; Yol Düşleri, 1996; Esenlik Zamanları, 1999; Pencere, 2003; Hayalperdesi, 2008; Hikâyât, 2010; Sular Tutuştuğunda, 2010; Mürekkep, 2012; Portakal Bahçeleri, 2014; Kara, 2016; Adı Leyla Olsun, 2018; Utanç, 2020; Bir Avuç Dünya, (toplu öyküler) 2022. Deneme-İnceleme: Yazı Bilinci, 2006; Yazının Gizledikleri, 2010; Edebiyatın Sırça Kulesi, 2011; İmge, Gerçeklik ve Kültür, 2012; Edebiyat Ne Söyler, 2014; Hasan Aycın’ın Çizgi’si, 2016; Edebiyatın Doğası, 2019; Satır Arasındaki Anlam, 2020; Fragmanlar-Gerçeklikten Koparılmış İmge, 2022; Sanatın Kendiliği, 2024.Söyleşi: Dile Kolay, 2017.Edisyonlar: Sessiz Harfler, 2013; 40 Soruda Türk Öyküsü, 2018; Dilsiz’in Dile Gelişi, 2021; Kurmacanın Grameri (Ed.), 2021.

Daha fazla görüntüle