Menu
KIRGINLIK
Öykü • KIRGINLIK

KIRGINLIK

Duvara monte edilmiş üç raflı kitaplığı yerleştirdikten  sonra  koltuğa uzandı.  Kireç beyazıyla boyanmış tavanda gezdi gözleri.Bomboş bir levhadan ibaretti  bu tavan. Ona heyecan verecek hiçbir emare  yoktu.  Boş tavanda ne bekleyebilirdi ki, hali bir çölü andırıyordu.  Başını yana çevirdi.  Kitaplığa uzun uzun baktı. Beliren, görünen geçmiş uzak bir mesafeden atılan bir ok gibi gözbebeğine isabet etti.  Canı yandı. Ve canının  yanmasıyla hayat buldu bu kitapları satın aldığı günler.

Ah yıllar!.. “O günleri yeniden yaşamak için nelerimi vermezdim” dedi. O anlar, o heyecanlar, kitapları almanın verdiği sevinçler.  Şimdi ne kadar uzaktı ondan. Halbuki kitap okumayı hâlâ seviyordu.

Yeniden gözlerinde canlansa da o günlerunutmak istiyordu. Bu son dönemlerde başvurduğu bir sığınaktı unutmak. Israrla koştuğu, tutunduğu daldı. Sıtma tutmuş düşüncelerin kurtarıcısıydı. “ Unutmak ne güzel bir nimet” dedi. Ama hatırlama o nimete ihanetti.

Bu bir senedir yaşadıklarını hiç yaşamamış gibi hayatından silip atmak isterdi. Tekrar bir sene öncesine dönmek…Unutulursa  belki bir dönüş, gurbetten vatanına dönen gurbetçinin sevinciyle eş değerde bir sevinci bulabilirdi kendinde.

Yerinden kalktı. Pencereye doğru yürüdü. O sırada çalan telefona gayr-i ihtiyari döndü. Biliyordu kimin aradığını. Bildiği için  açmıyordu. Sabahtan beri kaçıncı arayışıydı.

Pencereye  geldiğinde telefon hâlâ ısrarla çalıyordu. Tam karşısında çocuk parkı vardı. Çocukluğu bu parkta geçmişti. En yakın arkadaşıyla, pembe renkli bir elbise giymiş küçük kızın sallandığı  salıncakta ne çok sallanmışlardır.  Kısa pantolonlu, kareli gömlek giymiş, sarı saçlı oğlan çocuğuyla  esmer, şişman diğer çocuğun karşılıklı bindiği tahterevallide kaç kez  beraber binmişlerdi. Tahterevalli bir aşağı inerken bir yukarı çıkarken ne çok eğlenirlerdi. Gülüşleri boy atardı göklerdi.

Annesi bu pencereden onu çağırmıştı defalarca eve.  “Tamam anne,  arkadaşımla biraz daha oynayayım.” diye  annesine yalvarmaları az değildi.  Şimdi o kadar yalvarmıyordu arkadaşıyla beraber olmak için.

Çocuk sesleri gün içinde hep varlığını hissettirirdi. Gülüşleri, bağırmaları, kavga etmeleri camdan geçip onun kulağına dokunur, titreşim yapardı. Bazen bu seslerden bıkar bazen de hiç aldırış etmezdi. Nede olsa onlar çocuktu.

Kendisi de bu gürültünün içinde büyümüştü. Alışkındı, ama o seslerin içinde beraber büyüdüğü arkadaşının onu kırmasına bir türlü alışamadı.  Dostluğunu, sırdaşını şiddetli bir kavgayla kaybetmişti.  Ansızın her şey allak bullak olmuştu.

Onunla arkadaşlığı işlenen bir kanaviçenin rengarenk tonlarıydı. O tonda artık kırgınlık, kızgınlık düğümlenmişti.  Açılmıyor. Açılmayacaktı.

Unutabilir mi kulağını adeta delen o bedduaları. Sanki yer yarılmışta içinden çıkıyordu. Arkadaşının dilinden değil. Nasılda kaçmıştı odadan, duymamak için o sözlerin devamını. Eve gidene kadar yankılandı o sözler beyninde. Unutmak sadece gece uyuduğunda meydana gelmişti. Sabah uyanır uyanmaz hatırlama, gözyaşlarıyla ıslanmış bir yastık ve büsbütün ağrılarla kuşatılmış bir beden.Bir önceki günden kalan bunlardı.

Unutmaya çalıştı günlerce, başka bir şehre gitti, onu hatırlatan ne  varsa çıkardı hayatından. Ama o hep karşısına çıkmaya çalıştı. Şimdi de çalan telefonun diğer tarafında.

Kitaplığın önüne geldi. Elini kitaplığa uzatıp bir kitap çıkardı. Bu kitabın alış tarihi bir sene önce. Yani o büyük kavganın olduğu gün.  Bu kitabı eline alırken arkadaşı “kitabı sana ben alıyorum. Hiçbir şey söyleme.” Arkadaşı ağzını bile açtırmadan kitabı eline vermişti. Ön sayfasını açtığında “Canım arkadaşım” diye başlayan notu gördü. Hemen o yaprağı koparıp kitabın diğer sayfalarından ayırdı. Eliyle paramparça etti.  Öfkesi kabarmıştı yine. Telefona sinirli bir bakış fırlattıktan sonra yeniden parkta oynayan çocuklara baktı

Telefon inadına çalmaya devam ederken kapının zili de ona iştirak etti. Her ikisi ses yankılanıyordu evin içinde. Kapıyı açtı. Gelen annesiydi. “Telefonun sesi kaç kat aşağıdan geliyor. Neden bakmıyorsun” dedi. Genç kız başını mahcubiyetle eğdi. Annesi kızının cevap vermesini beklemeden telefonu açmaya gitti. Ahizeyi kaldırdığında genç kız bakışlarını yerden kaldırıp annesine baktı. Telefonu açma diyemedi. “Kusura bakma. Evde değildim. Yeni içeri girdim. Evdeymiş ama telefona…derken kızına dönüp baktı. Sonra telefonu kulağından çekip kızına uzattı. “Seni istiyor” dedi. Genç kız hemen pencereye koşup telefona bakmayacağını hal diliyle belli etti. Anne “birkaç dakika bekler misin? dedi  Kızına, “neden böyle yapıyorsun. Senden bağışlanma diliyor” dedi. Dışarıya bakan bakışlarını annesine çevirdi.  “Onu af edemem. O ağır sözler kalbime girip çoktan yerleşti. Ona her baktığımda bedduanın bile karıştığı sözleri hatırlayacağım.  O sözleri unutmadıkça onunla yeniden dostluk kuramam. En iyisi bir daha hayatıma girmesin.”dedi.

Az önce sayfalarından birini yırttığı kitabı hâlâ elinde tutuyordu.  Öfkesine hakim olamadı, kitabı bütün hıncıyla duvara fırlattı. Duvara çarpan kitap önce koltuğa sonrada yere düştü. Kitabın sayfaları arasından  düşen bir kağıt parçası genç kızın gözüne ilişti. Kağıt parçasını eline aldı. Üzerindeki yazıyı okumaya başladı. “Bir gün seninle olan dostluğumuza  yırtıcı bir kuşun ötüşlerini andıran sözlerim damlarsa, ne olur bana kırılma. Kalbimden çıkmamıştır o sözler. Sana olan sevgimin değişmesinden dolayı da değildir. Bağışlanmayacak kadar kırıcı olsam da dilimin sürçmesine ver. Bir anlık bende galip olan kızgınlığıma ver. Bilmiyorum bu kitabı sana hediye ederken neden bu sözleri yazdım bu kağıda. Sanki ilerde dostluğumuz darbe mi alacak? Allah korusun!.

Annesi telefon ahizesini eline almıştı.  Konuşmaya başlamıştı ki “anne” dedi. Anne kızına dönüp bakmaya  fırsat bulamadan kızı yanında belirivermişti. Genç kız annesinin elindeki ahizeyi eline aldı.  Kulağına götürürken heyecan ve sevinç birbirine karıştı. “Şimdi çay demleyeceğim. Gel de beraber içelim” dedi.  Telefonun diğer tarafında bulunan arkadaşı sevinçten  çığlık attı.  Genç kız kulağının zarı deliniyor  zannetti. Eli kulağına giderken,  annesine dolu dolu gözlerle bakıyordu.

Diğer Yazıları