10 Ağustos
Fırçamı özlemişim, boyalarımı... Yeni bir tuval almalıyım. Dışarıda yine sağanak yağmur, ikindi üzeri. Kendimdeyim bugün. Tüketmeye kıyamadığım yalnızlıklar ve ben... Başkasına hacet yok ki. Resmedeceğim nesneye bir an önce, odaklanmalıyım.
12 Ağustos
“Nasıl bir şey? Kalburla su taşımak kolay mı? Bana öyle muzip bakma.”diyorsun, kikirdeyerek.
“Aslında pilav güzeldi. Sadece ben ağız tadıyla yiyemedim. Elimde doğru kaşık olmadığı için. Bir de sana bakmaktan galiba.”
“Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın.”
Yollar ıslak, kapalı değil, haberinde olsun… Geç kalma, yolun açık olsun.
13 Ağustos
Bu hayattan nefret ediyorum. Köprüden aşağıya atlamaya kalkışmayacağıma... Ne diye korkuluk yapmışlar sanki. Daha çok çekiyor insanı bunlar. “Artık köprüden geçmek güç iş. Yanında birileri olmalı mutlaka!” Diyorsun. Doğru… Hastalığım geçene kadar refakatçim olur musun?
“Elbette canım.”
2 Eylül
Gülümser bana baktı. Duramadı; tuttu sarıldı bana. Şaşırdım tabii ki. Allah aşkına söyle; bu ne sevgi böyle. "Belki şehre bir film gelir / iklim değişir, Akdeniz olur, gülümse!" Bu şarkıyı Sezen Aksu kadar güzel söyleyemediğim kesin. Fakat durup durup dilime dolanması yok mu bitiriyor beni. Hem de en olmadık zamanlarda tutturuyorum bu şarkıyı. "Ne oluyorsun?" diyorlar.
"Ne olacak, yok bir şey" geçiştiriyorum. "Şu beklentiler var ya; hayatımın kilometre taşları gibi" O zaman Gülümser; "Belkiler, beklentiler hepimiz için aynı şeyleri ifade ediyor. Ümit dünyası bu kızım." Onu ağzım açık dinlerken, kolumdan çekiştiriyor; "Hadi hadi çabuk ol geç kalıyoruz. Beş dakika erken çıkamayız."
Beni rahat bırakın diyorum size. Bir gün bunu şiire...
9 Ekim
"Çekil yolumdan!"dedin. "Çekil şair ruhlu adam! Bakışındaki hüzün beni öldürür. Ben yaşamak istiyorum, hem de çıldırasıya..." Şair ruhlu adam seni dinlemedi bile! Gölgesini avucuna almış gibi, tuhaf bir durum. Bunu nasıl yaptığına akıl erdiremedim, ama o hâlâ yola bakıyordu. Kimselere aldırdığı da yoktu. Sana doğru haykırdı: "Adım atamazsın sen, yaşamak yok! Her adım işkenceye dönüşür, şiirsiz." Bu ses hem tanıdık, hem de değildi. Caddenin diğer ucundaki büyük yapının zifte bulanmış yüzüne çarpıp döndü, ses… Başın döndü.
Bir daha, bir daha yankılandı ses... Duymamak için ellerin kulaklarına doğru uzandı. Ama ellerin... Ellerin senin değilmiş gibiydi sanki. Her bir parmağın başka yöne... Bir de baktım, yüzün, paramparça…
Ansızın karanfil oldu zaman.
Başımı çevirdim. Yere düşürülmüş -sakarlıkla ya da özellikle- aynalar gibi paramparça yüzün. Anlamana imkân yok, hüzün; hiç bu kadar yakışmamıştı sana.
İnan bana inan…
Oysa sen hep ortancalara aldandın. Fotoğrafların arka plânında durduğu gibi sessiz değil, otomatik G3 Piyade tüfeği. Ortancaların hep öyle canlı kalacağını mı zannettin? Saf çocuk… Hey çocuk!...
Karanfil oldu zaman…
Bilir misin sen, taştan yapılmış evleri, bahçelerinde ıslak akasya ağaçları olmayan, güngörmüş evleri. Her daim serin sabahları. Çamları ve kozalakları.
Nereden bileceksin? O çamlar bardak olmadan, karanfil oldu zaman…
Nereden bileceksin, zamanın bir demet karanfil olup, ayaklarının dibine, düştüğünü. Tıpkı "Bin bir Gece Masalları"nda kini andıran, bir demet karanfil.
Padişahın kızının kucağına düşen bir demet güldü. Bu farklı işte. Karanfil oldu zaman, ya da gül. Ne yazık ki iklim değişmedi. "İklim değişir, Akdeniz olur gülümse!"
O şarkılardaydı. Artık benim de "bir kedim bile yok!"
Sadece yüreğim var…