Teyzemin Radyosu İbrahim Eyibilir’in Nisan 2014’ te Roza yayınlarından çıkan ilk hikâye kitabı. Otuz öykü ile okurunu selamladı İbrahim Eyibilir. Edebistan.com için kendisiyle bir söyleşi gerçekleştirdik. Bize zaman ayırdığı için teşekkür ediyoruz.
Okura kendini kolay kolay ele vermeyen hikâyeler yazıyorsunuz. Durum hikâyeleri yazmanızın sebepleri nelerdir?
Ânın içine dünyayı boca etmeye çalışan zamanlarda yaşadığımızı düşünüyorum. Yazdığım türün gereği olarak da bazen bir cümleye dünyayı sığdırmaya kalkıyorsunuz bu da bazen anlaşılmayı zorlaştırıyor. Kendini okuyucuya kolay teslim etmeyen hikâyeler olmasından çok estetik bir değerden ötürü böyle olmasını yeğlerim. Durum hikâyesi yazmak kaçınılmaz oluyor. Kurguda derinlik sağlamak, merakı ayakta tutmak için durum hikâyeleri her zaman uygun kanımca. Sırf böyle diye durum hikâyesi olmuyor; siz de usta bir hikâyeci olarak bilirisiniz yazacağınız şey (konu, malzeme…) çoğu kez sizi buna mecbur edebiliyor. Kitapta durum hikâyeleri olmakla beraber Kartal Yuvası, Sağırkaya gibi olay hikâyeleri de var.
İlk hikâye kitabınız adı niçin Teyzemin Radyosu? Sizdeki karşılığı nedir bu hikâyenin?
Tabii isim önemli. Bu ismi ve hikâyeyi tercih etmemde birkaç sebep var. Öncelikle benim hayalini kurduğum kitap ismi bu değildi. Kitap, bir dosya halinde yayınlanma aşamasına girince dışardan bir bakışa ihtiyaç oluyor. Duyguyla yoğurarak ortaya koyduğunuz metinlere bir bağlanma oluyor. Ben de bu süreçte dostlarımın fikrini aldım. Hikâyelerimin ilk yayınlandığı yer olan Yedi iklim Dergisi’nin editörü Ali Haydar Haksal hocamın yönlendirmesi yayıncımın da bu yönde fikir belirtmesi “Teyzemin Radyosu” isminde karar kılmamda etkili oldu. Yayınlandıktan sonra fark ettim, bu isim çok isabetli seçim olmuş. İsmin aşinalığı ve içerik Trt de “Gecenin İçinden” programına konuk olacak kadar ilgi çekti. Bazı okurların geri dönüşlerinden bu hikâyede kullanılan anlatıcı kişinin ( hikâyede az kullanılan tek bir diyalogdan oluşan anlatıcı) özgünlüğü dikkat çekmiştir. Baba-çocuk diyaloğunda konuşan babadır ve bu konuşmanın içinde iki dünya geçer.
Çocuğun gözünden on iki eylül gerçeği, baba-çocuk gözüyle nesnelere bakış var, öyle yazılmış hikâyeleriniz mevcut. Özel bir nedeni var mı bunun?
Çocuk, çocukluk, çocukça bakış sanat eserinde içtenliğin anahtarıdır diye düşünüyorum. Bu içtenliği yakalamak derdinden olsa gerek çoğu kez onların elinden tutarak girmeye çalışıyorum bu dünyanın içine. Çok farklı karakter ve bakış açılarıyla yazmak ustalık gerektiriyor. Mekân, karakter ve anlatıcı kişi çeşitliliğini çoğaltmaya çalışsam da o “çocuk” gelip bir yerde kuruluyor köşesine. Çocuk duruluğunun yıkayamayacağı kir yoktur diye cümlelerimi arındırma peşinde ‘çocuk’ kahramanlarım hikâyelerimde olmaya devam edecek sanırım…
Hikâye yazarken, sinematografig ögelere yer veriyor musunuz? Sinema- hikâye sizin hikâyeciliğinize nasıl yansıyor?
İddialı olmasam da iyi bir sinema izleyicisi olduğumu söyleyebilirim. Birçok sanat dalını birden kullanan sinema beni izleyici olarak ciddi etkiliyor. Yazar olarak sinemayı tanımayı önemsiyorum. Sinema gibi hikâyeler yazmak için değil hatta sinema gibi hikâye yazmanın hikâyeyi bitireceği kaygısıyla sinemada ne yapılamazsa onunla yazmak için sinemayı izliyorum. Şiir ve sinema yazıda iki önemli rehber benim için. Şiir; dilimi güçlendirmek, ifademi etkili kılmak için rehber, sinema; kurguda aşmam gereken eşiği gösteren kapı.
Sağırkaya hikâyeniz, bazı ülke gerçekliklerinin neredeyse birebir verilmiş hali gibi görünüyor. Bir öğretmenin, eğitimcinin başına neler gelebileceğine dair güzel bir anlatım. Okumuş adam, öğretmen, denetmen, çocuk, müfettiş gibi karakterleri sık kullanmışsınız. Eğitimci olmanızın getirdiği bir bakış açısı vardır diyebilir miyiz buna?
Teyzemin Radyosu’nda otobiyografik, manifesto ağırlıklı imgesel hikâyelerin yanın da sizin de belirttiğiniz gibi eğitimci olmamdan kaynaklanan mesleki yaşanmışlıklardan etkilenen hikâyeler de var. Eğitimci olmamın getirdiği hâkim bir bakış açısı bütün hikâyeler için geçerli diyemem. Teyzemin Radyosu için muhalif hikâyeler diyebiliriz. Resmi tarihe ve sisteme itirazlarını farklı yönleriyle dile getiren ekran çağına kendi çapında karşı çıkan hikâyeler. “Sinek” ve “ Ceylanı Vurdular” buna en tipik örnek diyebilirim
Edebiyat Dergilerinin gidişatını nasıl buluyorsunuz? Sizce hikâyenin diğer türler içindeki gelişimi nasıl son dönemde?
Edebiyat dergileri hep dertli diye bir klişe ile geçebilirdim. Her dönemde farklı zorlukları yaşayan bir yayıncılık, edebiyatın nabzının sürekli atması için varlıkları önemli. Yeni yazarların ortaya çıkmasında edebiyat dergilerinin okul ( ya da usta-çırak) olmasına her zaman ihtiyaç var. Sosyal medyanın son on yılda bambaşka bir dünya ortaya koyması basılı kaynakları olumsuz etkilediği gibi edebiyat dergilerini de zorladı. Ancak iyi ve güzelin peşinde olan has okur kendine uygun dergileri buluyor.
İki bin sonrası hikâyenin yükseldiği bir dönem oldu. Bu çok satanlar listesi olarak değil de nitelik ve çeşitlilik olarak bir yükseliş bence. Bu dönemin bir diğer özelliği ise kadın öykü/hikâye yazarlarının -her kesimde- sayılarının artmış olması. Bu yükseliş geride hangi isimleri bırakır, edebiyata ne katar şimdiden bunu söylemek zor.
Genç hikâyecilerden umutlu musunuz? Son olarak neler söylemek istersiniz? Genç hikâyecilere önerileriniz var mı?
Birilerine öneride bulunacak yetkinlikte görmüyorum kendimi. Bu, içinde kibir barından bir tevazu gösterisi gibi algılanmasın. Kendimi bir okur olarak yeterli görmediğim gibi yazar olarak da memnun olacağım bir üretkenliğe sahip değilim. Şunu diyebilirim sadece, yazmayı yanmak belleyerek yola çıkarlarsa okurda da bir şeyler tutuşturma ihtimalleri olur…
Bana ‘Teyzemin Radyosu’nu anlatma fırsatı verdiğiniz için size, sizin şahsınızda edebistan.com ailesine teşekkür ederim.