Menu
Kapının Aralığından Bakan Selektif Disfemi
Öykü • Kapının Aralığından Bakan Selektif Disfemi

Kapının Aralığından Bakan Selektif Disfemi

  Çocukluğun sımsıkı mühürlenmiş bir sandığı vardır

Yanakları kirli çocuk terlerle çizik çizik titrek utangaç dudaklarında şakıyan düşünün kokusuna sürükleniyor parıltılarla dağınık saçlarında yılları bastırıp dizlerinin altına sarı perçemlerinin arasından bakar dünyaya;  

tan rengi öykücü uykumun yastığı gezer odaları ansızın kara önlük giymiş çocukluğum beyaz dantel yakalarda asılı annemin ördüğü kehribar rengi saçlarımda gümüşi perçemin emdiği ak teninde yaşlı ak kemiklerinde zavallıca annemin sarı solgun yüzü uykumu kaplarken camdan gölgelere düşer düşüm pırıl mı pırıl alnımda kurumuş kuyular tadında gece yarılarını anımsıyor ellerim yüzüm unutulmuş denizin fırlattığı tan mavisi çi-çi-çiçekleri boşanırken fenerlerin hıçkırığı kabaran  denizlerin üzerine çok uzak kumsallarda duyulur ıslıkları kıyıların sabah pencerelerde donmuş soluklar anneminse saç örgüleri yumuşak geniş alnımın ağırlığı sallanır beşikteki ak yastıkta pembe güvercin ayaklar gezinir başucumda ateşin başında gün sıcak bir satır lal rengi derinliğinde ateşin göğsümü dinlemeleri için ruhumun yanağında gelgitlerin kabartıları yolculuktaki yelkenlinin taze odun kokusu reçineden ve denizin tuzu yosunu dipten gelen dalgalar tutsak edilmiş kirpiğimin renginde büyük yelkenler dolanan denizi uzun uzun kalktı gözkapaklarım en karanlıkta kalıntısız düşlerden sonra hatırlıyorum mor renkli tuzu siliyordu gözlerimden annem bense boyardım resimlerimi mor gözyaşlarımla pa-pa-papatyanın sarı polenleri fırçamda olurdu ıslak ıslak uzun uzun son bulurdu yalancı güneş sevinçle beslerken yüreğimi CIVILDAK a-a-arı kuşunun kanatlarında salınan evreni parlak mavi sular arasında çizerdim doğuştan körün el yordamıyla ilerlediği yanıp sönen ışıltılarla daha bir yüklü giz içinde tahta oturakta  pa-pa-papatya kokusunu tarardı annem saçlarıma günışığı karışmış örerdi nasıl da ince yeni narin titreyen bir leylak dalı  dişlerimde gümüş rengi tel yanaklarım pembe üzerimde diktiği sümerbank pazeninden mor çiçekli elbisemle yavaşça üşür torununun aklığında ninecik yorgun elleri bir  geçmişi bulur da  ah ninecik hep bazlama yağlardı sahana çardakta  kuzinedeki çorbanın önüne çömelmiş  dedecik okşar ağır arabasını ki koşulmuş buğdayında ülkelerin sever tepeli kuşu biraz  dalları çiçek vişne  dilenciler vardı sokaklarda başıboş kö-kö-köpeklerle ıslık çalan tutulmuş soluklar ekşi kokan çöp tenekeleri vardı dilencinin kirli sakalında saklı sokak kö-kö-köpeklerinin sesi yoğurtçu çıngıraklarının ufaladığı akşamlara fırlatılıp köy kuyularına saklanır sokağın dönemecinde tentenenin altındaki kalaycının nişadır kokusunu savurur rüzgâr bu saatte sıcak ekmek kokularını emen sokaklarda yürürdüm  kardan akşamlarda okul yolunda uzun ışıksız sokaklarda a-a-akasyanın kurumuş fasulyemsi tohumlarının hışırtısı eşlik ederdi bana evde çorba balık salata helva olsa o yaz ki görünmez kalkışlara gebe bir deniz uğrayıp en gösterişli duraklara rıhtımdan ve bahçemizdeki  pa-pa-palmiyenin kabuk pulları taşır başka zamanların soluğunu ki bereketli masal rüzgâr olmayan koylarda kayığım solgun tarlalar bağdaş kurup uyumuşken yol alır çözük saçlı dağların eteklerinde sarı e-e-erik rengi toprak tozda gök sarı ağaçlar sarı yukarı mahalleye çıkardı  tüm çi-çi-çiçeklerin şurup buğusu kokardı sürüler sıtmalı bir bakış titrerdi günün en sonunda korkulu yalnız bir hıçkırık mavi göğün içinde ağlıyorum avucumda sabah akşam yıldızıyla her sabah beni sallayan sabah yıldızı bir de çi-çi-çitlembik ağacına salıncak kurmuştu dedem arkadan esen sabah rüzgârını omurgamda duyardım saçlarımı gökyüzüne karşı dalgalandırdı ne sarı ne kızıl olan saçlarımı avucumda kınalar parlardı ma-ma-mandalina kokan turuncu bon bon şekerleri hep dilimin ucunda tadı bö-bö-böğürtlenlerde anız yanıkları kokusu dere kenarında ka-ka-karadut ağacının yapraklarında i-i-incir eteri tozu tadı koyu kırmızı lekeler gövdemde yerde sulu dut taneleri tıpırtıları da çıplak ayağım yanardı inerken ağaçtan dibindeki ince kumlarda mi-mi-midye kabukları ayağıma batar sıcak kanar sürgünde tatları yoktu bö-bö-böğürtlenlerin ya-ya-yaban arıları sarmıştı  vızıldayan öğle ki-ki-kikadaları ça-ça-çamfıstığı ağacı kabuklarında tüner deniz rüzgârı mor GÜNBATIMIGÜLÜŞLÜ leke bırakır tentenelerde kanatlarında sallanan kuş düşüyor akşam renginde dokunmuş engin suların yalağındaki balıkçılarla hem ba-ba-balık tutuyorum hala içleri oyuk ye-ye-yengeç kabuklarında dinliyordum çatırdadığını gök parçasının duru çığlığı içindeydi kabuğun bir de nehir deniz kum bir 

yalnız çocuk; sabah kahvaltı sonrası indi bahçeye ömrü bir haftalık nergisi kokladı gülleri severken gül kokusu sindi üzerine elma ağacından iki yeşil elma kopardı kulağına götürdü elmalarda mahpus sesi dinledi güneşin anısı tohumu uçuşta dinlenen hindibayı üfledi talaş kokan avludan aldı oltasını hünnap söğüt böğürtlen ağaçları sazlık otları sarı mavi çiçeklerin bol olduğu ağaçlarında kuşların en çok baştankaranın sazlığında kurbağaların bülbüllerin öttüğü çok ileride teyzelerin buğday yıkadığı ara sıra esen ılık meltemin çakıl taşlarının arasındaki kekiklerin kokusunu getirdiği üzerinde yürümenin zor olduğu ayakkabısına dolan sıcak kumların üzerinde güneşin ışıldadığı içinde midye ve yengeçlerin bolca olduğu denize açılan nehrin kenarında balık avlıyordu han önündeki camiden öğle ezanı sesi yükselirken nehir kenarına havuz yapmıştı nehrin yeşil suyu berrak kaynak suyu gibi içine doldu oltanın ucuna akşam avlayıp üzerinde vasati 40 çöp yazan yeşil renkli Cumhuriyetin 50. yılına özel üretim kibrit kutusuna doldurduğu sineklerden birini taktı saldı nehre çok az zaman geçti oltanın ipi gerildi çekti oltayı hızlıca aldı balığı incitmeden bir karış büyüklüğündeki balığı çıkardı oltadan bıraktı havuzun içine balık orda yüzüyordu sabah çok erken uyanıp boş salça kutusuna az nemli bahçe toprağıyla birlikte parça parça kımıl kımıl solucan doldurmuştu bir tanesini taktı oltanın ucuna saldı nehre çok az zaman geçti oltanın ipi gerildi çekti oltayı hızlıca aldı balığı incitmeden bir karış büyüklüğündeki balığı bıraktı havuzun içine balık orda yüzüyordu ikindi ezanı vaktine kadar balıklar çoğaldı acıkınca böğürtlen yedi yanında getirdiği yeşil elmaları yedi balıkları avlarken bir şarkı mırıldanıyordu


tüm çiçekler açınca

tüm çiçekler sonsuza dek açınca


deniz dingin olacak bazen

her gün umudum olunca

deniz bazen köpüklü olacak

bazen görünmeyecek sisten

bazen kararacak kabaracak


tüm çiçekler açınca

her gün umudumuz olunca


tüm çiçekler açınca

tüm çiçekler sonsuza dek açınca


yanına bir kız çocuğu geldi o da balık avlayacaktı sordu sen kimsin tanımıyorum seni ben Küçük Hoca’nın torunu Nalân sen kimsin ben Asker Ağa’nın torunu Naile on yaşındaki bu kızın saçları siyah tiftik tiftikti kavruk ama solgun yüzü ile çelimsiz bakımsız hali vardı balık avlamak için ben bazlama içi kullanıyorum derken oltaya çoktan taktı tükürüğüyle ıslatıp bazlamanın içinden yumuşak bir parçayı saldı nehre bekledi bekledi bekledi bir tane balık tıkla bile vurmadı Nalân doldurdu havuzu akşam ezanı yaklaştığı vakit sağa sola bakındı kız yok ortada balığı havuza bırakırken kısa bir çığlık attı balıkların çoğu da yoktu biraz duraksadıktan sonra ne olduğunu anlamıştı gözleri acıyla yandı o her zaman yaptığı gibi havuzun yanına çömeldi kalan balıklara kalan yemleri attı solungaçlarının ağızlarının yüzgeçlerinin kuyruğunun hareketini ışıkla pulların renginin değişimini uzun uzun seyretti sonra havuzun nehre bakan yönünü açtı kanal yaptı balıkların nehre gidişini izledi Nalân bunu hep yapardı Naile bunu nerden bilsindi 


geceyi kesip geçerdi dedemin balkonundaki ya-ya-yarasanın çığlıkları küçük küçük yeşil şırıltısı gözlerimin kımıldarken ışık altında duvardaki lüks lambasının eğri büğrü yıldızları is renginde dar sokakları diker karşıma bakışlarımı üflerim başını çevirsin mavi suya raftaki cam kavanozlarda sarıçiçek tozları a-a-aynısefanın ne yeşildi yaprakları gölgeler ne uzun suskun kımıldayan ışık altında yeşil küçük gözlerim toprağa değdi kökleri çimlendi çiçek açtı


hiçi kımıldatır içimde ışıklı boralar sürgün uzakları şimdilik uzak uzun yağmurlar inleyişte zaman sonbahara talim etmekte yürürken akşam yüreğimde karanlık saklanarak önüme serilen yollar denizin tuzuyla beslenen yalnızlığım tanık suskunluklara akşam patlayışlarının gözlerimdeki tayfun bulutlarının sıyrılışını bekleyerek ey uykusuz gecelerimin süsü serin testilerde geceler incir çekirdeğinde şarkılar soluğumun ışıklı ılık kıyısında beni bekler yarı doğmuş ayla akşam boyu yuvarlanmış ateşler bademsiz mevsim güneşin hiç adı yok yalın sabah yarılarında kendi haliyle tuzun tadı yabancı ince iz im kumlarda uyurken sürgün su gözlerde sonsuzluğu esneyen yaşlılığın alize esintileri bi-bi-biberiye kokuları getirir ıssız kumsallardan nemli ya-ya-yaseminli bir İzmir akşamının şimdiye sarkıttığı bu kurak yere taze ba-ba-badem çiğliğinde yağmur kokulu akşamlar sarkar gündüze kuru titrek AKILGAN gök hınçlı mor gürültüsü ÇINGARLI tümsek mezarların sokağında kireçten kraterlerle böğrü delik deşik yıllanmış incir ağacının taşıdığı uluların ince iz ve imlerine kuyruklu yıldız göz kulak olur ağırlaşıyor elim ayağım başım yıllarla beslenip büyüyor tanımıyorum artık hiçbir bu-bu-buğday tarlasını ve yel değirmenlerini şırıldayan derenin kenarındaki bö-bö-böğürtlen ve çakıl taşı ke-ke-kekiklerinin içinden savrulup gitti çocukluğumun düşü ağardı gövdem şimdi çiseleyen gün sarısının altında sallanıyor rüzgârda boş bir salıncak bensiz kış ürpertisi taşıyor bedenim bir tarafta a-a-ayva kokusu diğer tarafta ü-ü-üvez kekresi 


bensizdi artık buralar ketum çocukluktan başka ne yoktu buralarda ne vardı başka


                                                                                                        6 Ocak 2020 / anKARa

FATMA LEYLÂ

Hacettepe Üniversitesi Almanca Biyoloji Öğretmenliği’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Fen Fakültesi Sistematik Zooloji Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. TÜBİTAK Deniz Bilimleri Çevre Araştırma Grubu’nun projelerinde araştırmacı olarak çalıştı. Şiirleri halen Edebi Kültür Dergisi sitesinde yayınlanmakta.

Diğer Yazıları