Menu
Sürgünde Mümbit Bir Yazar: Refik Halit Karay
Deneme/İnceleme/Eleştiri • Sürgünde Mümbit Bir Yazar: Refik Halit Karay

Sürgünde Mümbit Bir Yazar: Refik Halit Karay

Sürgünde Mümbit Bir Yazar: Refik Halit Karay


Irmağa giden yol, kasabadan kurtulunca, göz alabildiğine uzanan sayısız şeftali bahçeleri arasından geçerdi. Haziran içinde bile taşkın dere ayaklarının çamurlu, ıslak tuttuğu bu gölgeli yerlerde otlar bütün bir yaz mevsimi yeniden yeniye sürer, kızgın güneş, ağaçların tepelerinde meyveleri pişirirken, rutubetli toprakta birbiri arkasına yoncalar fışkırır, çayırlar kabarırdı. Suların serinliği, taze ot kokusu, gölgelik ve bereket içinde bahar, bu bahçelerde tâ kışa kadar uzanıp giderdi. (Memleket Hikâyeleri, s.39)


Refik Halit Karay, Türk Edebiyatında; Fecri Ati, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet Döneminin önde gelen yazarlarından biridir. Karay; roman, hatıra, anı, mizah ve hikâye türünde eserler kaleme almıştır. Fakat onun geniş çevrelerce tanınmasında ve okunmasında hikâyelerinin payı büyüktür. 20. yüzyıl Türkçesini büyük bir ustalıkla kullanıp güzelleştirerek, Türk nesir ve hikâye lisanında kendi ile anılmaya değer bir yazı ve sanat dili yaratmaya muvaffak olan Refik Halit Karay; 15 Mart 1888 günü İstanbul’un Beylerbeyi semtinde doğdu. Karay’ın doğduğu zamanlarda Beylerbeyi semti kültür seviyesi yüksek aileler, sanatçılar, ilim adamları ve devlet ileri gelenlerinin toplandığı bir muhitti. İlk tahsilini kışları Vezneciler’deki çağına göre modern bir okul olan Şemsü’l Maarif Mektebi’nde, yazın Göztepe’deki Taş Mektep’te tamamlamış; 1900’de Galatasaray Lisesi’ne o zamanki adıyla Mekteb-i Sultani’ye gitmeye başlamıştır.1907’de Hukuk Fakültesi’ne geçmiş bir ara Maliye’de memurluk yapmış, 1908 Meşrutiyetin ilanı üzerine de okulu ve memurluğu bırakarak tamamıyla yazı hayatına atılmıştır. Bu yazılar onu yaşamını gurbet geçirmesine sebep olmuş, bulunduğu topraklarda hep bir yabancı olmuştur. Tanpınar’ın yazarın sanat anlayışıyla ilgili, “Refik Halit’in sanatı, kesilmiş, politika cilveleri ile ayrılmış bir sanattır.” görüşü dikkate değerdir.


Yazarın yaşadığı sürgünler ve yaşadığı coğrafya hakkında Necip Tosun şu tespitlerde bulunur:

“Ömrünün yirmi iki yılını iç (Sinop, Çorum, Ankara, Bilecik) ve dış ( Halep, Beyrut) sürgünlerde geçirmiştir. Öykücülüğüne de işte bu sürgünlerle oradaki gözlem ve tanıklıkları belirlemiştir. İlk kitabı Memleket Hikâyeleri onun iç sürgünün verimiyken, Refik Halit’in ikinci öykü kitabı Gurbet Hikâyeleri ise onun dış sürgününün eseridir. Bu kitapta da Halep ve Beyrut’taki gözlem ve tanıklıklarını anlatmış, oradan memleketine bakmıştır. Kitap yazınsal değeri yanında oldukça zengin tarihsel, sosyolojik tanıklıkları içerir. Osmanlının yıkılışı, Arapların Osmanlıdan kopuş sonrası yaşadıkları derin değişiklik ve çarpılma bir edebiyatçı gözüyle metne aktarılır. Karay, sürgünleri hep bir verime dönüştürdüğü için ‘Refik Halit’i sürmeli ki yazsın…’ diyenler bile çıkmıştır. O da anılarında; ‘dokuz köyden kovulduğunu’, ‘kabına sığmazlık çağını sürgünde geçirmesine karşın, pek çok sürgün gibi ölü, sönük, sünepe, yılmış verimsiz kalmadığını, bunu “verime dönüştürdüğünü belirtir.” Karay da 1960 da aynı kanaattedir. “Her iki gurbetim de çok faydalı oldu. Birincisinde Anadolu’yu, ikincisinde dünyayı tanıdım.”demiştir. O cezalar ve sürgünler, Refik Halit’in bilgi ve görgü âlemini zenginleştirmiş, dolayısıyla eserlerine müşahede zenginliği katmıştır. Istırap onun ruhunu beslemiştir. Eğer Sinop’a sürülmeseydi, edebiyatımız Memleket Hikâyeleri gibi bir şaheserden yoksun kalacaktı.


Başlangıçta, bütün çağdaşları gibi o da Ziya Gökalp etkisinde Türkçü- Milliyetçidir. Yakup Kadri gibi onun da geçmişe ve geleneğe bağlılığı vardır. Sade Lisan akımı en büyük güçlerinden birini onun kaleminde bulmuştur. Türkçü dönemi yarı destanî tarzda güzel dile getiren eseri; Ay Peşinde dir. Müfit Ratıp’la birlikte Tiryaki Hasan Paşa piyesini yazan Refik Halit, o yaşında Naima’yı ve başka tarihleri de okumuştur. Tarih merakını bırakmamış olacak ki, 2000 Yılın Sevgilisi romanında Anadolu’nun uzak mazisine iyice girmiş ve yurdun bütün geçmişini bugünkü Türk milletinin tarihi macerası gibi benimsemiş görünmektedir. Tarih ve coğrafya sevgisini kendi de anlatır: “Tercihen okuduğum kitaplar tarihle alakalı kitaplardır. Sonra ben de coğrafya zevki de vardır. Nitekim Nilgün bunun bir misalidir. Hiç gitmediğim, görmediğim yerlerin tasvirleri, okuduğum kitaplar ve tetkiklerim sayesinde, orada yaşamışım tesiri verecek kadar kuvvetlidir. Tarih merakımın da bir numunesi: 2000 Yılın Sevgilisi’dir. Bu eserde Roma ve Selçuk devirlerini hemen hiç kusur yapmadan yaşatabildiğimi sanıyorum.” Refik Halit’in milliyetçiliği sürgünde iken, biraz daha derinleşir. Hasret onu etkiler ve düşündürür. Hatay’ın Türklüğü ve Anadolu’nun bir parçası olduğu davamızı güçlendirmek ve savunmak amacıyla yazdığı Çete romanından başka yine gurbette yazılmış: Ayşe Gül, Çadırda, Eskici, Türk Mezarı gibi hikâye ve makaleler milli edebiyatın incileridir. Romanlarında daha çok aile üstünde durur ve Batıyı ters anlayarak monden hayata yönelen çevreleri zarif üslubuyla hicveder.


Refik Halit Karay, mensure, oyun, hikâye ve roman türlerinde eserler vermiştir. Bütün yazılarında en güçlü, en göze çarpan yanı üslupçu bir nâsir oluşudur. Her eserinde en değerli taraf üsluptur. Mensureleri: Mensur şiir, makale, hatıra, sohbet, fıkra türlerinde toplanabilir. Bunlardan lirik duygularla yazdıklarını Ay Peşinde (1918) ve Bir İçim Su (1939) kitaplarında toplamıştır. Siyasi hicivleri ve mizah yazıları: Kirpinin Dedikleri (1916), Ago Paşa’nın Hatıratı(1918), Guguklu Saat (1922) Bir Avuç Saçma (1940) gibi.

Siyasi edebi hatıralarıyla sürgün ve gurbet notlarını ise Sakın Aldanma İnanma Kanma (1915) Üç Nesil Üç Hayat (1915) Minelbâb İlelmihrâb (1965) Bir Ömür Boyunca ( 30 Mayıs 1964’ten başlayarak 45 sayı, Yeni Tanin’de çıkmıştır.) eserlerinde buluruz.

Refik Halit’in Karacaoğlan üstüne, edebi bir araştırması da vardır. Kendine yakın bulduğu Karacaoğlan’ın mizaç ve kişiliğini ustalıkla anlatmıştır.

İki oyunu vardır: Kanije Müdafaası ve Deli

Memleket Hikâyeleri, hikâyeciliğimiz bakımından dönüm noktası değeri taşır. Kör Ömer, Sarı Bal gibi ilk parçalarını 1914’te Bilecik’te yazdığı Memleket Hikâyeleri, konu ve çevreleri Anadolu içlerinde geçen ilk edebi hikâyelerimizdir. Gerçi ondan çok önce, (1892) Nabızade Nazım’ın, bir Anadolu köyü olayını realist tarzda işleyen Karabibik adlı uzun hikâyesi ve Halit Ziya’nın köylerde geçen birkaç romantik hikâyesi vardır. Fakat bunlar üslûp, gözlem, meselelere parmak basış ve bilhassa tasvirler bakımından Memleket Hikâyeleri’ne ulaşamazlar. “Memleket Hikâyeleri çığır açmak bakımından bugünkü köy hikâyeciliğimizin nüvesini teşkil eder. Ben Anadolu’yu bir köylü olarak değil, varlıklı bir şehir delikanlısı olarak gördüm ve anlattım.” diyor. Ne var ki, “Varlıklı İstanbul Çocuğu”nun sürgün azapları içindeki bu karamsarlığı uzun sürmeyecek ve hele hikâyelerine hiç geçmeyecektir. İyimser mizacı orada da, imdadına yetişmiştir. Memleket Hikâyeleri kötü ve acı yanları olduğu kadar, iyi ve neşeli yanları da gören bir Maupassant realizmi içinde yazılmıştır. Anadolu’nun sefaleti ve geriliği kadar, asilliği ve yüceliği de anlatılmıştır. Yazar, viraneler ve bozkırlar arasında, mamureler, gülistanlar da olduğunu göstererek Anadolu’yu her yanıyla sevmiş ve öyle anlatmıştır. Üslupları nefis, olayları çekici ve hele çevre tasvirleri çok başarılı olan bu hikâyelerde teknik de kuvvetlidir. Hiçbir belli açığa, hiçbir teze bağlanmaksızın Anadolu insanının (bugün de geçerli olan) birçok meselelerini ortaya koymuştur. Yapı bakımından, bu ilk hikâyelerine benzeyen Gurbet Hikâyeleri konularının değişikliği yönünden dikkati çeker. Bunlarda çoğu milletine ve yurduna sevgi ve özleyişlerini ifade eder. Bazıları da işitilmemiş, eksotik olaylar ve kişilerle doludur. Orta Doğu ülkelerinin garip, yabancı töre ve ahlakları gösterilir. Bizden kopmuş olan eski imparatorluk diyarlarımızı, sanat yolu ile tekrar bize getirir. (Kabaklı:1978)


Karay, asıl ününü yazdığı mizah yazıları ile kazanmasına ve sayısı yirmiyi bulan romanlarına rağmen her zaman hikâyeci yönüyle dikkat çekmiştir. Bu durumda, Memleket Hikâyeleri gibi öncü bir kitap yazmasının yanı sıra hikâye türüne gösterdiği özenin de etkisi vardır. Karay’ın kendisiyle yapılan bir söyleşide “ Neden az hikâye yazıyorsunuz?” sorusuna verdiği cevapta yazarın, bu konudaki özenini ve titizliğini görürüz: “Hikâye haftada bir bile çoktur. Her gün yazanlar bunu kafalarından çıkaramazlar. Hikâye, roman demektir. Küçülmüş roman, komprime roman. Emin olun roman yazmak daha kolaydır. Zira meydan geniştir, vaktiniz müsaittir. Hâlbuki hikâyede sütun mahduttur. Evvela karie alaka verecek bir başlangıç bulmaya mecbursunuz. Sonra gelecek satırlar vakanın izah ile beraber o merakı devam ettirecek. Asıl güç nokta hikâyenin son bırakacağı tesirdir. Bunun gayet kuvvetli ve dimağda iz bırakıcı olması lazım. Bizde bazı hikâyeler, berbat fıkralar gibi ‘e… sonra?’ dedirtiyor: Onun için ben haftada bir hikâyeyi bile çok görüyorum. Hikâyeleri eskiden beri güçlükle düşünür, güçlükle yazarım.”(Zengin:2015)


Refik Halit’in burada sunduğu hikâye anlayışının Maupassant tarzı ile tıpatıp benzerlik gösterdiği ve kendi hikâyelerinde de bu yolu tutturduğu görülmektedir. Refik Halit’in çok hikâye yazmayışı gerçekten ziyandır. Çünkü romanları ve mensureleri de dâhil olmak üzere en kudretli, en çok yaşayacak gibi görünen eserleri hikâyeleridir.


Refik Halit’in mevcut dönemdeki hikâyeciliğe bakışı genel hatlarıyla olumsuzdur. Okudukları içinde benliğinde yer edinen, etki bırakan hikâyelerle karşılaşamaz. Memleket Hikâyeleri ile Gurbet Hikâyeleri’nin yazarı memleket hikâyeciliğinin de durumunu pek parlak görmez. Hikâye alanındaki bu verimsizlik Tanpınar’ın romanda savunduğu gibi tenkit eksikliği ve sanat ortamındaki tartışmaların, entelektüel canlılığın az olmasıyla açıklanabilir. Ancak  “Okuduklarım beni doyurmuyor, kendiminkiler ise yalnız bir çığır başlangıcı olmak itibarıyla az çok değerli, fakat kifayetsiz görünüyordu. Kendi kendime: Şüphesiz, diyordum, çok gecikti ama muhakkak yetişecektir.” diyen Refik Halit yarının hikâyesinden umutludur. Yeni yetişen romancı ve hikâyecilerin metinlerinde rastlanan teknik kusurlara asıl sebep olarak eleştirel okuma sürecinden geçirilmeden okura sunulmayı işaret eder. Kurmacanın iki temel anlatısı olan, hikâye ve romanda gerçek başarının önceki edebi gelenekleri ve dünya edebiyatını iyi bilmekle yakalanabileceğinin altını her fırsatta çizer. Bu gereklilikler sağlanmadan güçlü metinler ortaya konulamayacaktır. Yazarlık iddiası taşıyanlar basit konulu derinlikten yoksun metinleri okumayı bırakmalı, biçim ve içerik açısından kendilerini zorlayacak metinlere yönelmelidirler. (Geçer: 2021)


Zeynep Zengin Refik Halit Karay’ın hikâyeciliği konusunda,  makalesinde detaylıca bilgi verir: Refik Halit Karay’ın hikâyeciliği söz konusuysa onun için söyleyebileceğimiz ilk şey öncü bir yazar olduğudur. Onun hikâyeleri hem mekânları hem içeriği hem de üslubuyla dönemin diğer hikâyelerinden ayrılır. Türk hikâyesinin dönüşümünde önemli rol oynar. Memleket Hikâyeleri, hem Karay’ın hem de Türk hikâyeciliğinin önemli eserlerinden biri olur. Karay bu kitabının yayımlanmasından sonra birçok türde eser vermiş olsa da her zaman Memleket Hikâyeleri, yazarı olarak anılır.


İlk hikâyelerini 1909-1910 yıllarında yayımlamaya başlayan Karay, bunları kitaplaştırmak için uzun süre beklemiştir. Bu yıllarda Karay’ın sekiz hikâyesi dönemin gazete ve dergilerinde çıkar. Karay’ın çoğu Anadolu’da geçen, Anadolu insanının yaşayışı ve sorunlarını kaleme aldığı bu hikâyeleri için Şerif Aktaş Yenileşme Dönemi adlı eserinde “daha çok ferdî meseleleri konu alan Servet-i Fünûn edebiyatına aksülamel niteliğindir.” demektedir. Karabibik dışında daha önce İstanbul dışına hiç çıkmamış olan Türk hikâyesi Karay’ın Memleket Hikâyeleri ile yeni bir soluk kazanır. Karay, sadece Anadolu’da geçen hikâyeler yazmasıyla değil Anadolu’ya bakışıyla da kendinden önce Anadolu’yu anlatan Nâbizade Nazım ve Ahmet Mithat’tan ayrılır. Karay’ın Memleket Hikâyeleri’ne gelinceye kadar Türk edebiyatında mekânı köy olan eserler bir elin parmaklarını geçmez. Bunlardan ilki Ahmet Mithat Efendi’nin “Bir Gerçek Hikâye” adlı eseridir. Akdeniz adaları seyahatinden dönerken Cezayir-i Bahr-i Sefid’e uğrayan anlatıcının orada öğrendiği bir aşk hikâyesini konu edindiği hikâyede Anadolu, olaylar için bir fon oluşturmaktan öteye gidemez. Yayımladığı ilk hikâyesinden itibaren realizme bağlı olan Refik Halit Karay’ın Memleket Hikâyeleri, Nâbizade Nazım’ın Anadolu anlayışına daha yakın bir yerde durur. Karay’ın hem kendi isteğiyle yaptığı Anadolu seyahatleri hem de sürgün dolayısıyla beş yıl boyunca Anadolu’nun çeşitli köy ve kasabalarında yaşaması Memleket Hikâyeleri için verimli bir kaynak oluşturur. Karay’ın ilk sürgününden sonra hikâyelerinin mekânlarını Anadolu’nun çeşitli köy ve kasabalarından seçtiği söylenmesine rağmen köy bir mekân olarak daha erken tarihlerde hikâyesine girmiştir. 1913’ten önce yazdığı Cer Hocası, Senede Bir, Hakkı-ı Sükût gibi hikâyeler de bunun örneğidir. Karay’ın okulu bıraktıktan sonra memleketi tanımak arzusuyla gerçekleştirdiği Anadolu seyahatleri de onun eserlerinde Anadolu’ya yönelmesinin bilinçli bir tercih olduğunu gösterir. Karay’ın 1921 yılında kaleme aldığı bir yazısında Türk edebiyatında Anadolu imgesi üzerine söyledikleri de bu görüşü destekler: “Anadolu el’an bizde tasvir edilememiş; Anadolu siyasi cereyanlarından uzak ciddi bir sanatkâr gözü ve sanatkâr kalemiyle hâlâ anlatılamamış, hâlâ Anadolu fikir ve sanat adamlarına ciddi, ilmî bir mevzu teşkil edememiştir: Acaba ne zaman Anadolu’yu siyasi ihtiyaçlarına göre elimizde istediğimiz biçime sokmaktan vazgeçeceğiz… Ona kafamıza göre manâ vermek âdetini bırakarak bu öz vatan diyarını hakikatteki manasıyla dosdoğru görecek ve kimseye yaranmak için değil, bilmek ve tanımak için tetkik edeceğiz.” Refik Halit Karay’ın bu sözleri köyü bir ideal olarak okurlarına sunan Ahmet Mithat Efendi için söylenmiş gibidir. Karay, hikâyelerinde yeri geldiğinde köyü ve köylüyü kötü göstermekten çekinmemiş, bir ideale hizmet etmek amacıyla tozpembe bir köy imgesi çizmemiştir. 1932 yılında arkadaşı Rıza Tevfik’e yazdığı bir mektubunda Anadolu’yu nasıl gördüğünü ve yansıttığını, Anadolu imgesi karşısında diğer yazarlardan farkını açık sözlülükle anlatır: “Ben İstanbul çocuğuyum, devir ve yaş icabı İstanbul’un ancak bir tarafını öğrenebilmişimdir. Sonra biraz da Anadolu’da yaşadım. Filvaki-başkaları hiç bir şey yapamadıklarından benim yazdıklarım beğenildi. Lüzumlu yerleri kavramak ve bunlar az yer tutarak hoş bir üslupla hülasa edivermek marifetini göstermiştim. Dalkavukluk da etmemiştim. Üstelik Türkçü olduğum halde yine Anadolu’yu kusurlarıyla gördüm ve öyle yazdım.”(Abdullah Uçman: Refik Halit’in İki Mektubu)


Karay, her ne kadar “başkaları hiçbir şey yapamadığı” için kendi hikâyelerinin beğenildiğini söylese de Anadolu’yu bir daha gündeminden çıkmamak üzere Türk edebiyatına sokmuştur.

Yayımlanan ilk hikâye kitabıyla büyük bir başarı elde eden Refik Halit Karay’ın bu başarısının ardında, onun edebi gücü kadar Türk edebiyatının içinde bulunduğu durumu çok iyi gözlemlemiş olmasının da etkisi vardır. Tanzimat edebiyatını “ pek az yerli ve bizden, pek az samimi olmakla” Servet-i Fünûn’u ise “yetiştiğimiz zaman, milli eserler vermemize engeldi” bahanesine sığınarak yerli olmaktan uzaklaşmakla eleştiren Karay, “Biz dili bulduk. Şimdi halkı öğreneceğiz ve adileşmeden kendimiz halkla meşgul edeceğiz. Bize bir Rus edebiyatı lazım. Yani halkın acılarına iştirak eden, ihtiyaçlarını duyan, emellerine şekil veren bir edebiyat.” Refik Halit Karay, sözlerini doğrular şekilde ilk dönem hikâyelerinde İstanbul’un fakir semtlerine, çoğunlukla da Anadolu’ya yönelir ve buralarda zor şartlar altında yaşayan insanların sorunlarını kaleme alır. “Doğrusu Hangisi?” başlıklı yazısında Anadolu’nun Türk edebiyatında hep siyasi ve ideolojik fikirler doğrultusunda ele alındığına dikkat çeken Karay ,” kimseye yaranmak için değil, bilmek ve tanımak” adına Anadolu’yu eserlerine dâhil eder ve buralarda yaşayan insanların sorunlarına değinir. Hemen hepsinin sosyal bir içeriği bulunan bu hikâyelerde küçük bir çevrede yaşamanın kişi üzerindeki baskıları (Yatık Emine, Vehbi Efendi’nin Şüphesi, Sarı Bal ), merkezden uzakta olmanın devlet görevlilerine verdiği rahatlık (Şeftali Bahçeleri, Sarı Bal ), dinin insanlar üzerindeki etkisi ve bunun bazı kişilerce kullanılması (Yatır), değişen hükümetle beraber memurların kolayca harcanması (Cer Hocası), savaş sonrası ülkelerine dönen askerlerin karşılaştıkları ilgisizlik ve sefalet (Bir Taarruz, Garip Bir Hediye), patronların işçilerin haklarını gasp etmesi ve devletin buna göz yumması (Hakk-ı Sükût) gibi çeşitli toplumsal konular ele alınmıştır. Refik Halit Karay’ın Memleket Hikâyeleri, kendinden sonra gelen birçok yazarı etkilemesi bakımından da önemlidir. Onun bu hikâyeleri, Anadolu’yu Türk edebiyatına sokan eserler olmalarının yanı sıra dönemin sosyal ve kültürel yapısını yansıtması bakımından da dikkat çeker. Türk edebiyatının ilk işçi hikâyelerini (“Hakk-ı Sükût”) kaleme alan Refik Halit Karay, bürokratik çöküş ve kadınların –özellikle de hayat kadınlarının- toplum içindeki yerlerini anlattığı hikâyeleriyle öncü bir yazardır. Karay, kullandığı sade dili, hikâye kuruluşu ve gerçekçi anlatımıyla Ömer Seyfettin, hikâyelerinin içeriğiyle de Sabahattin Ali başta olmak üzere birçok yazar üzerinde etkili olmuştur. Ayrıca Refik Halit Karay okuru olduğunu bildiğimiz Bekir Sıtkı Kunt’un ilk hikâye kitabının adını Memleket Hikâyeleri koyması, Ayfer Tunç’un 2012’de yayımlanan anı/anlatı kitabına Refik Halit Karay’dan ilhamla Memleket Hikâyeleri adını vermesi de Karay’ın bu kitabıyla bir “Memleket Hikâyeleri” kavramı oluşturduğunu göstermesi bakımından önemlidir. 


Karay, hikâyelerinin konularını genellikle ilgi çekici olaylardan seçer. “Yatık Emine’de muhafazakâr bir kasabaya sürülen Emine’nin ölmeden önceki son günleri “Sarı Bal” da Sarı Bal’ın içki meclisinde yakalanan kaymakamın içine düştüğü durum, “Şaka”da hoşlandığı kıza şaka yapmak isteyen Servet Efendi’nin boğulması “Ayşe’nin Talihi”nde ilk tecavüz girişiminden adamın ölmesiyle kurtulan Ayşe’nin aynı durum ikinci kez başına geldiğinde yaşadıkları anlatılır. Bu hikâyelerin konuları bugün “üçüncü sayfa” haberleri olarak adlandırdığımız “zabıta haberleri”ni andırırlar. Nitekim Refik Halit Karay’ın Guguklu Saat

kitabında yer alan “Zabıta Haberleri” başlıklı yazısında, onun bu haberlere karşı derin bir ilgi duyduğunu okuruz: “Benim fikrimce gazetelerin okumaya en layık, eğlendirmeye en müsait, tetkik ve tetebbuya en muhtaç, hülasa ehemmiyeti en haiz kısmı ne başmakaleleri, ne siyasi haberleri ne hikayeleri ne de mizah parçalarıdır. Zabıta vukuatı altında hani, dörder; beşer satırlık gayet basit, gayet adi görünen bazı havadisler vardır kaza, darp, cerh, münazaa, sirkat ve yankesicilik gibi… İşte benim müsait zaman buldukça ciddiyet ve zevkle okuduğum kısım bu kısımdır. Bu kısım hayat kuvveti geniş olan adamlar için bitmez tükenmez bir düşünce zemini, bir hikâye külliyatı, velhasıl misli bulunmaz bir mütalaa ve tetkik sahasıdır. Feci ve gülünç bir hikâyenin orada tohumları ekilidir; bu tohumlar hayalinizin hararet ve ışığıyla buluşunca derhal roman olur. Fakat dediğim gibi bunun zevkine varabilmek, bu neticeyi elde edebilmek için sade hurufatı değil, satırların arasını da okuyabilmek, gözünün önünde tecessüm ettirebilmek, bu iktidarı, bu istidadı, bu fıtrî hassayı haiz bulunmak lazım gelir. Yoksa sizin için bu sütunlarda da dimağen yemlenecek hiçbir gıda yoktur. Hâlbuki orada, zabıta haberleri faslında memleketin tabiatın ahlakını, adet ve ananatını, istidat ve zekâsını, hülasa bütün kıymet ve mahiyetini öğrenmek kabildir. O fasıl, en süfli ihtirasları, en adi ihtiyaçları, en bayağı ihtisasları, aptallıkları, şenaatleri ve meziyetleriyle, yani her şeyleriyle birbirini ısıran, inciten, yiyen yahut da seven, kıskanan koca bir halkın bilanço hülasasıdır.” 

Karay bu yazısında, zabıta haberlerini zihninde nasıl bir hikâye haline getirdiğini de anlatır. Önce bir genel mekân tasviriyle başlayan yazar, genelden özele doğru ilerleyen bir tasvirle mekânın içine girer ve içerideki insanları kısaca yazar. Daha sonra yine tasvirlerden faydalanarak olayların gidişatına uygun bir atmosfer yaratır. Beklenmeyen, ani bir sonla da hikâyesini bitirir. Refik Halit Karay’ın zabıta haberlerine uyguladığı bu yöntem, onun birçok hikâyesinde karşımıza çıkar. 


Refik Halit Karay’ın hikâyeciliği söz konusu olduğunda Maupassant’ın etkilerinden de bahsetmek gerekir. “Hikâyeciliğe Batı edebiyatında Maupassant’ın Türk edebiyatında ise Halit Ziya ve Hüseyin Cahit’in mahalli karakterler arz eden eserlerinin tesiriyle başlayan” Karay, ilk hikâyelerini kaleme aldığı yılların edebiyat ortamını şöyle değerlendirir:“Eskiden hikâyeciliğin muayyen bir çerçevesi vardı. Önümüzde hikâye yazarı birçok meşhur sima vardı. Mopasant, Bankur, Burje, Dode gibi… Onların taayyün etmiş adeta klasikleşmiş olan tekniği, çerçevesi dâhilinde yazardık. Hikâyeciliğin sanatı şimdiki kadar muğlâk ve birçok aksam ayrılmış değildi. Bugün bir takım yeni nazariyeler çıktı. O hikâye tekniği yıkıldı. Onun yerine mektepler geçti.” Karay, genç bir yazarken Maupassant’ın hem hikâyeciliği hem de kişiliği üzerinde etkili olduğunu dile getirir. Maupassant’ın cinnet nöbetleri sırasında yazdığı hikâyelerden etkilenerek “ondan daha delice mevzular bulmak için beynini yorarken”  az daha hasta olacağından bahseden Karay, Guy de Maupassant gibi son meskeninin şifa yurdu, son libasının da deli gömleği olmasından son anda kurtulduğunu söyler. Maupassant’ın hikâyelerindeki karamsar bakış açısından ayrılır. Artık “tabiatı bütün çirkinlikleri ve bayağılıkları ile sevilmeyecek halde görmek ve göstermek, azalan hayatımızı lüzumsuzca zehirlemektedir.” fikrinde olan Karay’ın hikâyelerinde daha iyimser bir bakış açısı dikkat çeker. Bununa birlikte Maupassant’ın Karay üzerindeki etkisi hem üslup hem de yapı bakımından devam eder. (Hikmet Münir Ebcioğlu: Kendi Yazılarıyla Refik Halit)


Refik Halit Karay’ın ikinci hikâye kitabı Gurbet Hikâyeleri, Memleket Hikâyeleri kadar yankı uyandırmaz. Ancak Türk edebiyatının ilk “gurbet hikâyeleri” olması bakımından edebiyat tarihine girer. Daha geniş bir coğrafyada geçen Gurbet Hikâyeleri’nde yer alan hikâyeler iki gruba ayrılabilir. Yabancı bir coğrafyada karşılaşılan ilginç durum ve olayların anlatıldığı hikâyeler; sürgün olmanın, yabancı bir memlekette yaşamanın zorlukları ve İstanbul özleminin dile getirildiği hikâyeler. Karay, bu kitaptaki asıl başarısını sürgünlerin çektikleri sıkıntılar ve memleket özlemin dile getirdiği hikâyelerinde gösterir. Özellikle “Eskici”, bu konuyu en etkileyici şekilde işlediği hikâyesidir. “Akrep” ve “İstanbul” adlı hikâyelerinde de onun İstanbul’a duyduğu derin özlemi görürüz. Yazarın İstanbul özlemini dile getirdiği hikâyelerde ayrı bir başarı göstermesi, onun yurduna duyduğu özlemden kaynaklanır. Karay, ilk sürgününde beş, ikinci sürgününde ise on altı yıl boyunca çok sevdiği İstanbul’dan, evinden, ailesinden ve arkadaşlarından uzakta yaşamak zorunda kalmıştır. İlk sürgününde Türkçe konuşulan topraklarda bulunması dolayısıyla az da olsa teselli bulan Refik Halit Karay, yurt dışı sürgününde ise hem yabancı bir kültürün içinde yaşamaya çalışması hem de ana dilinden uzak olması dolayısıyla büyük sıkıntılar çekmiştir. Yabancı bir kültürün geleneklerinin ve burada karşılaşılan ilginç durumların anlatıldığı hikâyeler bu kitapta çoğunluktadır. Nerdeyse tüm hikâyelerini üçüncü tekil şahıs anlatımla yazan Karay, daha çok hatıra özelliği taşıyan bu hikâyelerde birinci tekil şahıs anlatıma geçer. Yabancı memlekette bulunan birinin hayret dolu gözlemlerini anlatıldığı bu hikâyelerde yazar, kendisine tuhaf gelen şeyleri okurla paylaşır gibidir. Aşiret çatışmasında yaralanan bir bedevinin sırtına giren kurşunun nasıl çıkarıldığının anlatıldığı “Yara”; Hadramut çıbanının özelliklerinden ve nasıl tedavi edildiğinden bahsedilen “Çıban” ; Lübnanlıların su içme adetleri üzerine kaleme alınmış “Testi” bu hikâyelere örnek gösterilebilir.


Edebiyat hayatına başladığı ilk günden itibaren üslubuna çok dikkat eden Refik Halit Karay, bu özenini Gurbet Hikâyeleri’nde de sürdürür. İlk hikâyelerini yayımladığı yılların edebiyatına hâkim olan üslup anlayışını şu sözlerle eleştirir: “Bugünün gençleri, filvaki üslup kelimesinden başka bir şey anlıyorlar: Fazla itinalı, fazla tuvaletli, teşbihli ve oyunlu yazılara üsluplu diyorlar. Natürel yazının güzelliğini kimse inkâr edemez; yazık ki edebiyatımızda henüz numunesini göremiyoruz.” Karay, bu yorumlarıyla özellikle Servet-i Fünûn ve kısa bir dönem toplantılarına katıldığı Fecri- Ȃti yazarlarını hedef alır. Dönemin diğer genç yazarları Ömer Seyfettin ve Yakup Kadri ile “yarının dili”ni bulduklarını düşünür: “Bizden evvel gelenler bazen ortaoyunu, bazen karnaval şekilleriyle edebiyatımızda çırpındılar; sağa sola başvurdular: bazen bizim bulduğumuzu, temiz dili bulamadılar. Bugün eğer Halit Ziya’da Ömer Seyfettin’in dili ve ifadesi, Cenab’da da Yakup Kadri’nin şivesi olsaydı; bu edebiyat için büyük saadet olurdu.”


Refik Halit Gurbet Hikâyeleri adlı eserindeki hikâyelerinde de Maupassant tekniğini kullanmıştır. Maupassant tarzı öykü temelde bir olay öyküsüdür. Öyküde romanda mevcut klasik yapının sürdürüldüğü görülür. Bu da öykünün bir giriş gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşması anlamana gelmektedir. Hikâyelerde en belirgin unsur “gurbet” duygusudur. Refik Halit Karay gurbet duygusunu “uzun yıllar yabancı ülkelerde yaşamak zorunda kalan bir adamın neleri aradığını, nelerin yokluğundan sızlandığını az çok biliriz. Evinizi ararsınız; sevdiklerinizi özlersiniz; doğup büyüdüğünüz, gezip tozduğunuz yerleri aşı boyalı bir bağ köşkünü cami avlusundaki çitlembik ağacını yosunlu dereyi bir dağ yamacını iyi ve kötü her şeyi, saç mangal altında uyuklayan yaşlı kedinizden tutunuz kış akşamları Karacaahmet servilerine dönen karga sürülerini, bütün bunları hatıranızın küllerini eşeleyerek izlerini aramaktan kurtulamazsınız.” sözleriyle anlatır. 


Refik Halit’in kaleme aldığı Gurbet Hikâyeleri gözleme dayalı hikâyelerden oluşur. Yazar sürgünde bulunduğu yıllarda farklı bir coğrafyada; insanların günlük yaşamına geleneklerine, adetlerine, sevinç ve hüzünlerine yakından tanıklık etmiş ve bunu hikâyeleri yoluyla okura aktarmıştır. Lekesiz, yazarın gözleme dayalı hikâye anlayışı için ; “Refik Halit’in fıkra, hikâye ve romanlarında dikkati en çok çeken özellik gözlem kabiliyetindeki üstünlüktür. Olayları ve karakterleri en ince noktalarına kadar görmek, başarısı gerçekten büyüklüktür.”  görüşünü belirtir. Tanpınar ise “ Refik Halit, görmesini bilen ve gördüğünü verebilen muharrirlerdendir.” demektedir.


Sonuç olarak Gurbet Hikâyeleri yazarın yaşadığı coğrafyanın, tanık olduğu olayların ve hissettiği duyguların bir ürünüdür. Bu hikâyelerde kişiler, mekânlar her ne kadar yazarı etkilediyse de hikâyelerin kaleme alınma sürecinde yazarın iç dünyası metinlere yansımaktadır. Gurbet Hikâyeleri adlı eserde bedevilik, gurbet özlem, taşra kadın ve savaş temaları ön plana çıkmaktadır.


Refik Halit Karay, sadece iki hikâye kitabı yayımlamasına rağmen Türk hikâyeciliğinde önemli bir yer edinmiştir. Özellikle Memleket Hikâyeleri’yle bir çığır açmış, bu kitaptaki hikâyelerinin hem içeriği hem de üslubuyla Türk hikâyeciliğinin değişiminde büyük rol oynamıştır. Gurbet Hikâyeleri ise ilk hikâye kitabı kadar başarılı olmasa da yazarın Türk hikâyeciliğindeki yerini sağlamlaştırmıştır. 


Refik Halit Karay’ın eserlerinde mizah ve hiciv önemli yer tutar. Refik Halit, en usta bir mizah yazarıdır. Satirik taraf, daha ilk yazılarında sezilmiştir. Kalem dergisinde Kirpi takma adıyla yazdıkları ve Aydede’nin yayımları o zamanlar hadise yaratarak sürülmesine sebep olmuştur, ama büyük şöhretini de bu yazılar sağlamıştır. İnce nüktelerle yermeyi çok seven kalemi, onu sakar adam olarak tanıtmıştır. Kendisi: “Benim (mizah) hocam Ali Bey’dir, diyor. Hani şu Lehçetü’l-Hakkayık sahibi… Diyebilirim ki benim dimağımda kapalı bir hücreyi açtı; başımın karanlık bir köşesine ışık ve hararet saldı; mizah tohumunun filizlenmesine sebep oldu. Benim bilhassa siyasî mizahım vardır: Politik hiciv. Yani mizahi bir roman yazmadım Yalnız roman tiplerimin içinde kapalı, gizli mizahla anlatılmış bazı kısımlar vardır. Benim mizahım biraz kapalıdır.” Refik Halit’in mizah düşkünlüğü karakterinden gelmektedir. Nükteyi çok seven muzip, alaycı bir zekâsı vardır. Hoş sohbet ve tatlı dillidir ama sırasında pek kırıcı, pek şaşırtıcı alaya ve istihzaya kadar gittiği de olur. Mizahta belli bir dünya görüşüne bağlı olmayışı, çok cepheli oluşu, yani alay edilecek hiçbir şeyden bu kabiliyetini esirgemeyişi onun mizahını acı ve kızdırıcı olmaktansa, tatlı, sevimli bir hale sokmaktadır. Çok sert olan siyasi yergileri, bu hükmün dışında kalır. Mizaha Ehliyet adlı bir yazısındaki (Hür Türkiye, Mart 1955) şu görüşleri, kendi mizahını da iyi anlatmaktadır: “Mizahî yazıların hiç şüphesiz, çok tesiri, çok yıkıcı, rakibini sersemletici bir kudreti vardır… Dünyada her şeyin biraz fenası, biraz kabası, biraz bozuğu çekilebilir fakat mizahın kusurlusu çekilemez… tahta siler gibi gacırtılı, iniltili, uzun, muğlâk, yorucu üslûpla lâtife yapılamaz. Zorla latife yapılamaz. Galiz tuhaflıkları, gülme değil öğürtü veren kaba yazıları zaten mizahtan hariç tutuyorum… Mizah, gülünç olmak değil, gülünç olanı görmek ve onu zarifane anlatmaktır… Tecavüzün, kabalığın, çam devirmenin bir adı da mizah mıdır? Öyle nüktedanlığı lezzetli bulmuyorum… Mizah, milletlerin zevkine miyar olur. Gülüşüne bakarak bir adamın fikren yüksekliğine hat çizebilirim… Mizah, süpürge sopası değildir ki vurmak, dövmek, kaba saba güldürmek için kullanılsın… Bu bir fırçadır, dimağımızın yorucu ilim ve hayat yollarında topladığı tozları alır. Nazik ve ince bir iştir.” (Kabaklı:1978)


Refik Halit Karay’ın eserlerinde mizahi unsurlar siyasî, sosyal ve kültürel hayatla ilgilidir. 

Siyasî hayatla ilgili yaklaşımlar o devrin iç ve dış siyasetindeki istikrarsız durumu, devlet adamları ve memurlar üzerinde yapılan mizahi yaklaşımları kapsar. Yazar başta “Kirpinin Dedikleri” olmak üzere olmak üzere, mizahi yazılarında daha çok politik ve sosyal meseleleri konu edinmiştir. Yazarın gazetelerde yayınladığı mizahi yazıları büyük ilgi görmüştür. İktidardakilerin kusurlarını tenkit ettiği bu yazılarından dolayı sürgünlere de gönderilmiştir. Yazar memleketteki siyasi çalkantıları, istikrarsızlığı “Ago Paşanın Hatıratı” adlı yazısında bir papağanın ağzından anlatarak bütün çıplaklığıyla sergilemiştir. Yazıda sürekli değişen iktidar tenkit edilirken papağan neyin ne olduğunu tam manasıyla anlamayan halka bir telmih edilmiştir. Sürekli değişen iktidarı övmek için papağan da sürekli yeni cümleler ezberlemeye mecbur kalır. Fakat bu ezberlediği cümlenin manasını idrak edemez. Papağanın ağzından sürekli değişen iktidarı tenkit etmiştir. Şerif Aktaş, Karay hakkında yazdığı yazısında onun mizah kabiliyetini halk edebiyatı çerçevesine giren mizahi eserler ve yakın çevresinden, özellikle annesinden dinlediği Türk mizahına ait örnekler beslediğini söyler ve onun mizahında benzetme komiği esas unsur teşkil ettiğini öne sürer.


Refik Halit, 1908 yılında meşrutiyet ilan edilince hem hukuk mektebini hem de maliyedeki işini bırakarak gazetecilik hayatına “Kalem” adlı mizah dergisinde başlar. 1909 yılında başmakale yazabilecek dereceye gelir. İlk başlarda yazar mizahın onun işi olmadığını düşünür. Daha sonra bu düşüncesi değişecektir ve mizah yazılarıyla, edebiyatın diğer sahalarında olduğu gibi ün kazanacaktır. Bunu kendisi “Sakın Aldanma, İnanma, Kanma” adlı eserinde şöyle anlatır: “meğerse işim imiş… İlk tuhaflık makalemi beğenmeyip ateşe fırlattıktan iki ay sonra “Kirpi” imzalı mizahi yazıları Türkiye’de büyük bir rağbetle okunan muharrir bendim; bu müstear imzanın isim babası da Yakup Kadri idi.” Refik Halit Karay hafif hicivlerinde bile “Kirpi” lakabına uygun bu hayvanın dikenleri gibi hedef aldığı kişileri acımasızca iğnelemekten geri kalmaz. Sert bir hava taşıyan siyasi hicivleri muhalifleri tarafından büyük tepkilerle karşılanarak sanatçının siyaset kurbanı olarak uzun süre yurt dışına çıkarılmasına sebep olmuştur. 1908 yılında Meşrutiyet ilan edilince hem hukuk mektebini, hem Maliye’yi bırakarak gazetecilik mesleğine başlayan Refik Halit 1909 yılında 21 yaşındayken başmakaleler yazmaya başlamış, onun Meşrutiyet Devri’nin iç siyaseti, savaşlar ve sosyal hayat hakkında yazdığı yazıları 1908-1919 tarihleri arasında fasılalar halinde çıkmıştır.1910 yılında Celal Esat ve Salah Cimcoz’un birlikte çıkardıkları Kalem dergisinde ‘Kirpi’ takma adıyla yazılar yayınlayan Refik Halit daha sonraları karikatürist Cemil Bey’in Cem dergisinde Tarih-i Devr-i Mebusan ve Kirpi-i Natuvan imzasıyla yazılar yazmıştır. Bu durum 1913’te Sinop’a sürülmesine kadar sürmüş 1916’ya kadar bu konulara ait yazılar neşredememiştir. Arada sırada Ali Kemal’in çıkardığı Peyam gazetesinde Aydede imzasıyla yazılar yazmıştır. Bu dönemi Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun hatıratlarından dinliyoruz: “Refik Halit, bu sefer, “Kirpi” adını bırakıp “Aydede” adını takmıştı. Fakat herkes bu ad altında da Refik Halit’i keşfetmekte güçlük çekmedi. Hatta gelen okuyucu mektuplarından anlaşıldığına göre, Refik Halit’in Aydede yazı serisi, Kirpi yazı serilerinden daha büyük bir şevk ve hayranlık uyandırdı. Ben de kendi hesabıma aynı şevk ve hayranlığı duyuyorum ve Refik Halit’in bunca mihnet ve felaketten sonra sönükleşmesi lazım gelen zekâsının eskisinden daha parlak, daha canlı olarak gelişmesi bana bir ‘mucize’ gibi görünüyordu. Refik Halit, kabine olsun başka siyasi olaylar olsun, bunları tenkit etmek için ya benzetme metoduna veya Hoca Nasrettin’in hikâyelerine başvurduğunu görüyoruz. Bir yazısında o fıkraların çoğunun, kötü idareleri anlatmaya, hatalarını zarafetle yüzlerine vurmaya yaradığını söyler. Bu onun yazılarını daha da kuvvetli, etkili yapıyor. Yazılar ne kadar acı gerçekten bahsediyorsa da okuyucuyu gayriihtiyarî bir gülümseme sağlıyor.

Refik Halit’in hiciv mekanizmasının özelliği teşbih vasıtasıyla insanı eşyaya, nebatata ve hayvana benzeterek onların şahsiyetlerini bozmasıdır. Bu teşbihler insanların bozuk ve anormal taraflarını belirterek komik şekle sokar.


Refik Halit Karay’ın eserlerinde sosyal hayatla ilgili yaklaşımlar altında yazdığı yazılar içi ve dış siyasetteki çalkantılar nedeniyle sosyal hayatta ortaya çıkan aile içi düzensizlikler, şehir hayatında önemli rol oynayan yolların bozuk durumu, nakil vasıtalarının murdar hali, halkı perişan hale getirerek şehri mahveden yangınlar, haklı canından bezdiren sayısız vergiler gibi konulardan oluşmaktadır. Bu konuları mizahi tarzda anlatmasındaki maksat, onları düzeltmek için halkı bilinçlendirmektedir. Sosyal hayatla ilgili meseleleri ele alırken, bu meseleleri ya kendisi anlatıyor ya da kahramanlarının vasıtasıyla okuyucuya aktarıyor. Hikâye ve romanlarında da sosyal hayatla ilgili mizahi yaklaşıma rastlamak mümkündür. Refik Halit’in yazılarındaki sosyal meseleler aslında hayatın birer dramıdır. Çünkü savaştan sonraki hayat pek eğlenceli değildir. Halkın çoğunluğu sefalet içinde kıvranmaktadır. Yazarın bu meselelerden söz ederken maksadı okuyucusunu güldürmek, güldürürken de düşündürmektir. Böylece sosyal problemlere dikkat çekerek, aksaklıkların düzeltilmesini sağlamaktır.


Refik Halit Karay aile hayatı ile ilgili yazılar da kaleme almıştır. Devamlı birkaç savaşın, iç meselelerin yüzünden eski alaturka aile hayatı değişmiştir. Batıyla ilişkiler arttığından alafrangalık yaşam tarzı aile hayatına girmeye başlamıştır. Ancak eskinin bozulması yeninin de tam benimsenmemesi aile hayatında birtakım aksaklıklar doğurmuştur. Bundan dolayı da aile yaşamında huzursuzluk ortaya çıkmıştır. Aile geçimsizliği “Bir İstanbullunun Yirmi Dört Saati” adlı yazısına da konu olmuştur. Yazar “Bir Mahalle Bakkalının Gördükleri” adlı yazısında çeşitli aile yaşamını ortaya koymaya çalışmıştır. Karay, mizahi yazılarında aile yaşayışı hakkında yazdığı gibi aile kurmak isteyen kadın ve erkek üzerinde de durmuştur. “Nasıl Evlenirler” adlı yazısında iki çift müstakbel ev hanımı ile ev sahibini konu edinerek onların hayallerini anlatmıştır. Yazar aile davetleri ve çay ziyafetleri üzerinde de durmuştur. Yazara göre alaturka ailedeki hususiyetler unutulmuştur. Fakat alafrangalık da tam manasıyla benimsenmemiştir.


Refik Halit Karay, yoksulluk ve pahalılık konularında da yazı yazmıştır. Ona göre Trablus, Balkan ve Birinci Dünya savaşlarının doğurduğu sefalet yüzünden halk eski bolluğu, zenginliği, ucuz hayat şartlarını artık unutmuştur. Yazar “İmrenmeye, Yutkunmaya Dair” adlı yazısında yoksulluk konusunu mizahi bir tarzda anlatmıştır. 


Refik Halit Karay, her gün gelip geçtiği yollar ve kullandıkları toplu taşıt araçları hakkında da yazmıştır. Yazar “Her Şeye Sebep Yolsuzluk” adlı yazısında yollar fena durumda olduğu için halkın türlü arzu ve isteklerinden vazgeçmek zorunda kaldıklarını, fazla yorulduklarını hamalların ise yük taşımakta zorlandıklarını, tekerlekli arabaların yokuşa çıkamadıklarını yazar. Refik Halit Karay, İstanbul, Ankara şehirlerini küle çeviren yangınlar üzerinde de durmuştur. Yangın gibi ciddi konuyu ele almasının sebebi bu felaket karşısında önlem almayan devlet idaresindekileri mizahi tarzda anlatmak, halkı bilinçlendirmek istemesidir. Yazar yangın karşısında İstanbulluların aldığı tavrı “Çocukluğumun Yangınları” adlı yazısında anlatmıştır. Halkın yoksulluk, yolsuzluk, vasıtasızlık, yangın gibi dertlerinin yanında bir de vergi meselesi vardı. Meşrutiyetten sonra baş gösteren mali bozukluklardan dolayı halktan türlü vergiler alınarak bütçe düzeltilmeye çalışılıyordu. Yazar “Senede Bin Bir Vergi” adlı yazısında bu konuya değinmiştir. (Rysbay: 2007)


Refik Halit Karay’ın eserlerinde kültür hayatıyla ilgili yaklaşımlarını da görebiliriz.

Karay, edebiyat hayatına “ Sanat için sanat” ilkesine dayanan Fecri Ati akımı içinde başladı. Mizahi yazıları, roman ve hikâyeleriyle Türk edebiyatında kendi yerini alan yazar Fecri Ati akımına katıldığı halde eserlerini sade dille yazmış ve dilde sadeleşme ilkesini tutmuştur. Nihat Sami Banarlı, Refik Halit’in Türkçesinin kaynağını halk hikâyelerinden aldığını söyleyerek, onun dili hakkında şu tespiti yapıyor: “Refik Halit, her şeyden önce Türkiye Türkçesinin edebiyat dilimizde yerli, millî ve zevkli bir kıvam kazanması yolunda gerçek hizmeti dokunmuş bir nesir ve hikâye sanatkârıdır. Onun zeki ve usta kaleminden ışıklı bir hareket güzelliği ile raks eder gibi dökülen, duru ve şeffaf “nesir” dili yirminci asır Türkçesinin “örnek dili” olabilecek derecede güzel ve sağlam bir mimariye sahiptir.”


Yazar o devirdeki sade dil hareketini destekleyerek diğer çağdaşlarına örnek teşkil etmiştir. Refik Halit dilde güzeli çirkinden, uygunu, uygunsuzdan, sağlamı çürükten ayırmak gerektiğini ileri sürmüş. Ne ağdalı eski kelimeler ve deyimlerin kullanılmasından yanadır ne de dilin zorlanmasına taraftardır. Ona göre kelimeler telaffuz edilirken gereksiz inceliklerden kaçınılmalı. Fazla incelik kelimelere zarafet vermeyeceği gibi kelimeleri çirkinleştirir. Türkiye Türkçesi lehçeleri arasında İstanbul lehçesinin en yüksek mertebeye vardığını, bunun sebebi halkın asırlardan beri eriştiği gelişme olduğunu düşünür. Karay, “Lisana Hürmet” adlı yazısında bazı yazarların ve muharrirlerin dili kendi keyiflerine alet ettiklerini yazarak onları tenkit eder. Onun dil kullanışı kurallara uymadığı gibi zevk uyandırmıyordu. Bu yazarın fikrince sade, temiz, kolay bir dil hazırlamaya çalışan yeni nesle yapılan haksızlıktır. Dil sadece belli bir tabakanın malı değildir, o bütün bir milletin malı olduğu için ve bir kültür meselesi arz ettiği için onu keyfe göre kullanmak yanlıştır. Yazar eski ve yeni edebiyat hakkında mizahi yazılar yazarak kusurlu yönlerini göstermek istemiş, mesela “Bizim Edebiyatımızda Kar ve Kış” adlı yazısında divan edebiyatındaki kar ve kışı tasvir etme tarzını tenkit etmiştir. Divan edebiyatında mısraların iğreti, teşbih dolu olduğunu, konunun ağırlığının hayat üzerindeki tesiriyle ilişkisiz olduğunu öne sürüyor. Divan edebiyatının yanında divan musikisine de aleyhtarlığını bildirir. Ona göre divan musikisinin kusuru beste ile söz arasında uyum sağlanmaması, bazen beste neşeliyken söz ciddi ve ağır, beste ciddiyken söz oynak oluyor.”


Refik Halit eski edebiyatı tenkit ettiği gibi yeni edebiyattaki şairleri de mizahi yazılarına konu etmiştir. Genç şairleri kötü kötü öksüren, boyun bağları lekeli, saçları uzun, giysileri kırışık, sigara kokan şair taslakları olarak tasvir ediyor. Şiirlerine gelince, onların şiirleri yazara bir tas buzlu su içme hissini veriyor. Yazar onların eserlerinde yeni buluşun olmadığını, hususi bir ifade şekline rastlanmadığını söyler. “Şiirler ve Şairler” adlı yazısında ise yeni şairlerin kusurları açıkça belirtilmiştir. Onlar eski şairlere bunaklar, cahiller diye alay ederler ve gazetelerde başköşenin onların hakkı olduğunu savunurlar. Ancak yazdıkları şiirlerin ne başı var ne sonu. Okuyucu şiiri okuyup bitirdikten sonra sanki bir şey okumamış gibi zihni boş kalır. Refik Halit mizahi yazılarında hem eski hem yeni şairleri şiirleriyle konu ederek onların kusurlarını ortaya koymaya çalışmıştır. Neticesinde eski ve yeni edebiyat hakkında “Tanıdıklarım” adlı eserinde şu kanata varıyor: “Eski edebiyatımız bir “hamire” idi; “paluze” gibi şekerli, şerbetli, renkli ve cilalı, ahenk ve boydan ibaret, gösterişli bir şeydi; durduğu yerde tirtir titrerdi; ama vitamin ve kalori itibariyle bir zeytin tanesine değmezdi: Bugünkü edebiyatımız ise muhakkak ki “hamire” değildir. Ama tam “hamur” da olmamıştır; henüz başlangıcındadır: “Ham” şeklinde duruyor. Yazarın “Kendime Dair”  adlı yazısında gazetecilerin bilgisizliğinden şikâyet ediyor. Ona göre gazeteciler basit sorulara bile cevap veremezken, kendilerini bilgi sahibi arz ederek türlü konularda makaleler yazıyorlar. Yazdıkları makale üzerinde araştırma yapmıyorlar der.


Refik Halit yeni çıkan dergilerden de memnun değildir. Eski Servet-i Fünun, Yeni Mecmua gibi dergilere hasret çeker. Çünkü o dergiler ustaların elinden çıkmıştır, kalitelidir. Bu dergilerde yazı kalitesi birinci sıradadır. Muharrirler yazılarına özen gösterirler, emek verirler. Süs boya eski dergilerde önem taşıyordu. Yeni tarz dergiler de ise durum farklıdır. Muharrirler artık yazıya değil süse önem veriyorlar ve yazılarını ihmal ediyorlardı. Yazılar ikinci sıraya indirilmiştir. Bu dergilerde kapak hepsinden önemlidir. Sinema veya güzel bir kızın resmi bulundu mu iş tamamdır. Yazılar ise ilmi değer taşımayan yazılardan ibarettir. Boş, önemsiz yazılar resimlerle zenginleştirilerek dergileri dolduruyordu. Yazara göre dergilerin bu dereceye düşüşünün sebebi neşriyatın aldığı modern şekildir. Dergiler modaya uyarak bir ticaret kuralına dönmüştür.


Türk dilini bütün inceliklerinde azami ölçüde istifade eden yazar siyasi mizahta büyük varlık göstermiştir. Devrinin istikrarsız siyasetini, siyasi şahsiyetlerini bütün gülünç taraflarıyla sergilemiştir. Siyasi karmaşıklardan ileri gelen sosyal hayattaki kusurlar onun kalemi altında bir komedi görüntüsü almıştır. Siyasi mizah yazılarıyla muhaliflerin büyük tepkisiyle karşılaşmış ve bir siyaset kurbanı olarak hayatının yirmi yılını yurt dışında geçirmek zorunda kalmıştır. Yurt dışında geçirdiği sürgün yılları onu derinden etkilemiş ve memlekete dönüşünde mizahi yazılarla ilgilenmemiştir. Ancak sürgün dönüşünde yazdığı romanlarında kendisinin de dediği gibi kapalı-gizli mizahi anlatımlar vardır. 


Refik Halit Karay roman ve hikâyelerinde, mizahi yazılarında ‘Minelbab ilelmihrab’ adlı hatıratı hariç, sade Türkçe kullanmıştır. Onun mizah yazılarının bazıları çok yıkıcı, rakiplerini sersemletici, bazıları tatlı ve sevinçlidir. Konular ne kadar ciddi olursa olsun gülünç tarafını bulmuş ve zarifane anlatmıştır. Mizahi eserleriyle okuyucularını güldürmek güldürürken de düşündürmek istemiştir. (Rysbay: 2007)


Bir romancı olarak iyi bir romanın hangi özellikleri taşıması gerektiği üzerinde de düşünmüştür. İyi bir roman her şeyden önce, okurundan daha fazlasını bildiğini kanıtlamaya çalışmamalıdır. Okurun zekâsına ve deneyimine güvenmelidir. Didaktik ve terbiye edici bir üsluptan uzak durmalıdır. Aksi halde propagandacı edebiyatın ağına düşecektir. Refik Halit yazarken özellikle bu tezli yaklaşımdan kaçındığını belirtir. Romancının asıl başarması gereken şey okuru gerçeklik yükünden bir süreliğine çekip kurtarmak, kurduğu hayali dünyada oyalamak olmalıdır. İkinci olarak, iyi bir romanın süslenmiş ya da tam karşıtı bayağı ifadelerle kurulabileceğine ihtimal vermez. Okunabilmesi en başta dildeki engelin aşılabilmesine bağlıdır. Yadırgatmayan, içtenlikli, akıcı ve temiz bir Türkçeden yanadır. Romancı konuşma dilindeki açıklık ve anlaşılırlığı yakalayabilmelidir. 1942’de çıkan bir yazısında, Türk romanının içerik yönünden iddialı ve etkili metinlerini son elli yıla sığdırmış olması gerektiğini savunan Refik Halit bu dönemin benzerine az rastlanır türden değişimlerle edebiyat için verimli bir evre olduğundan bahseder. Romancının karşısında kararsızlıklar, kırılmalar, eşikteki bekletişler, kafa karışıklıkları, medeniyet bocalamaları ve modernleşme sancılarıyla kaynayan bir hayat vardır. Refik Halit’e göre böyle karışık dönemler büyük anlatıların kurulabilmesi için önemli fırsatlardır. Tarihsel açıdan yavanlık ve sıkıcılıktan öteye geçemeyen olaylar romancılar eliyle canlanacak, kurgusal bir evrende anlatılacak ve en nihayetinde unutuluşa terk edilmeyecektir. O dönemi konu alacak tarihî roman yazmanın derin bir araştırma, not tutma ve okuduklarını eleştirel gözle yorumlama gibi zorluklarından bireysel deneyimlerinden örneklerle bahseder. Refik Halit tarihî romanın en başta sağlam bir tarih bilgisi gerektirdiğine inanır.(Geçer: 2021)


Karay’ı başarılı romancı yapan en önemli husus, dil ve üslup konusundaki titizliğinin yanında gözlem yeteneğinin gelişmiş olması ve bunu eserlerine başarılı bir şekilde yansıtabilmesidir. Söz konusu sebeple Ahmet Hamdi Tanpınar “Türk Edebiyatında Cereyanlar” başlıklı makalesinde ondan bahsederken, “Refik Halit görmesini bilen ve gördüğünü verebilen muharrirlerdendir.” demektedir. Bununla birlikte Refik Halit’in diğer türlerde olduğu gibi romancılığı da gazeteci kimliği ve deneyimleri üzerine inşa edilir. Gazetecilik deneyimi, özellikle hikâyelerinde realizme bağlı olan yazarı eserlerinin içeriği ve kurgusu noktasında besler. Fakat onun , “ikinci sürgün devresinde, geçim zoru ile kalabalıklara seslenen serüven romanları yazdığını ve dolayısıyla popülerleşerek realizmden sık sık uzaklaştığını da göz önünde bulundurmak gerekir. Yine realizmle ilgili bir husus olarak-edebiyat tarihçilerinin de sık sık vurguladığı ve dikkat çektiği gibi –Refik Halit Karay’ın en çok etkilendiği isim Fransız roman ve hikâye yazarı Guy de Maupassant’dır. İnci Enginün  “Küçük hikâyenin meşhur yazarlarından Maupassant dışında yabancı yazarlara ilgi duymayan Refik Halit, ansiklopedik kültürünü okuduğu Fransızca gazetelere ve dergilere borçludur” der. Refik Halit Karay’ın İstanbul’un İç Yüzü, Yezidin Kızı, Çete, Sürgün, Anahtar, Bu, Bizim Hayatımız, Nilgün, Bugünün Saraylısı, 2000 Yılın Sevgilisi, Dişi Örümcek, Yeraltında Dünya Var, Kadınlar Tekkesi, İki Cisimli Kadın, Ayın On Dördü, Dört Yapraklı Yonca, Karlı Dağdaki Ateş, Yüzen Bahçe, Ekmek Elden Su Gölden, Yerini Seven Fidan Ve Sonuncu Kadeh olmak üzere toplamda yirmi romanı bulunmaktadır.


Kabaklı, Refik Halit’in romancılığı için şu ifadeleri kullanır: “Refik Halit, romanlarında, Ahmet Mithat Efendi ve Hüseyin Rahmi gibi, okuyucuyu oyalayabilmek vasfını da düşünmektedir. Nitekim bir konuşmasında der ki; “romancılıkta kendime göre bir kaidem vardır: romanı adileştirmemek ve çok yükseltmemek… Orta bir okuyucuya hitap etmek. Bu tarz hareket aynı zamanda eserin rağbet derecesini arttırıyor, daha fazla maddi fayda sağlıyor. Bu yüzden romanlarım, gazeteler ve kitapçılar tarafından daha çok aranıyor. Zaten hiçbir zaman büyük edebiyat yapmak, dünya çapında bir eser yazmak, Nobel Mükâfatı almak, küçük bir zümrenin takdiriyle yetinmek istemedim. Sonra, yarın benim için ne diyecekler, bugün ne diyorlar? Bunlara hiç aldırış ettiğim yok.” Bunun için karamsar ve fazla iyimser olmayan, ağır fikre, derin tahlile, tez ve saplantıya gitmeyen beyaz realizm denebilecek bir tarzda yazar. Romanda çirkinlerin sergilenmesini istemez. Olaylara önem verdiği için romanlarında okuyucuyu bağlayacak çeşitlere dikkat eder. Bu bakımdan gazeteciliği de işe yaramıştır: “gazetecilik bana malzeme verir. Ben bu sayede kendimi, daha çok hayatın içine girmiş bulurum.” diyen yazar, çoğu romanlarını röportajı andıran ilgi çeker vaka ve adetlerle donatmıştır. Gezdiği, çevrelerin alımlı köşelerini seçmiştir. Sözgelişi İstanbul’un Bir Yüzü’nde eski İstanbul’un benzersiz hayat ve manzaralarına özge bir dikkatle bakmış Yezid’in Kızı’nda, Yezidilerin inanç ve ayinlerine dair hayret verici sayfalar donatmıştır. Olay ve törenlerin güldüren ve şaşırtan yanlarını ustalıkla belirtmiştir. Romanların çoğu (yine oyalamak dileğiyle) aşk ve kadın ekseni etrafında döner. Töre ve adetler, bazı sefalet sahneleri ve dünya görüşleri, bu âşıkane maceralar içinde eritilir. Yine Ahmet Mithat Efendi gibi, tarihi, sosyal, gözleyici serüvenci eksotik ve hatta cinai her çeşit romanı denemiştir. Sürgün ve Yezid’in Kızı romanlarında kendi hayatından izler vardır. Çete’de, o zaman bizden ayrı olan Hatay bölgemizin Anadolu’nun bir parçası ve Türklüğün öz yurdu olduğu tezini savunmuştur. Kendisi bu romanı hazırlarken birçok “tetebbular”(incelemeler) yaptığını söylemektedir.”

Romanlarında Olaylar: Oyalamak için çokcası sürükleyici, şaşırtıcı olaylar seçer. Girişler bazı romanlarında bir polis vakası başlangıcı gibi olur. Orta kültürdeki halkın ilgi ve merakları göz önünde tutulur. Derinlere inilmeksizin aşk ve macera etrafında dönülür. 


Romanlarında Kişiler: Refik Halit, Memleket Hikâyeleri’nde Anadolu insanının çeşitli tiplerini, adeta keşfedip çekici tarzda ortaya koymakla öncü olmuştur. Refik Halit’te tiplerin çoğu, dış görünüşleriyle, biçim, çehre ve kıyafetleriyle ele alınır. Kuvvetle resmolunan bu kişilerin, ruh derinliklerine inilmez. Varsa, huylarının pek cazip, pek özel değişik bir yanları alınıp mübalağa ile anlatılır. Mizahta çok usta olan Refik Halit, bazı kahramanların gülünç huy ve davranışlarını yakalayıp göstermekten de hoşlanır. Kendisi: “roman tiplerinin içinde kapalı, gizli mizahla anlatılmış bazı kısımlar vardır.” diyor. Roman kişileri bir karakter derecesine pek az yükselmiştir. Çoğu yüzlek olan bu tipler, yazarın sürgün azabı, vatan hasreti acısı çektiği zamanlarda çıkmış romanlarında, kendisiyle birlikte derinleşmiş görünürler. Karakter kıvamına ulaşmış kişilere ancak Sürgün ve Anahtar gibi romanlarında rastlayabiliriz. İlgiçeker ve geniş coğrafyalı romanlar yazan Refik Halit’in kişi kadrosu çok zengindir. Eski paşalar yeni zenginler devlet düşkünleri sürgünler saraylılar maceraperestler, hovardalar, köylüler, ecnebiler, sosyete hayatı sürenler hatta korsanlar çete reisleri prensler ve sultanlar roman ve hikâyelerini doldurmaktadır. 

Romanlarında Çevre: Refik Halit, eserlerinin coğrafi alanını (Abdülhak Hamit ve Ahmet Mithat Efendi’den sonra) eserlerinin coğrafi alanını en geniş tutmuş yazarlardan biridir. Gördüğü ve gezdiği İstanbul, Anadolu, Suriye, Lübnan vb. yerlerden başka Hindistan, Pakistan gibi çevreler de eserlerinde yer alır. 2000 yılın sevgilisi gibi bazı romanlarına hayal ettiği tarih çevrelerini de koymuştur. Kişi tahlillerine pek hevesli görünmeyen Refik Halit’in tasvir gücü, ilk yazılarının çıkışından beri, herkesçe beğenilmiş, ustalığında oybirliği edilmiştir. İstanbul yazılarındaki deniz, Anadolu hakkındaki tabiat, Yezid’in Kızı’ndaki çöl, Çete’deki dağ tasvirleri, edebiyatımızın güçlü parçaları arasındadır. Pek yaman dikkatli gözlemciliği, incelikleri ve ayrıntıları yakalama kabiliyeti dolayısıyla Ressam-Muharrir sıfatı verilmiştir. Bu ressam muharrir renk ışık koku biçim duyumlarını bin bir teşbih ve zekâ oyunuyla belirtip gözler önüne getirmekte eşsizdir. 

Romanlarında Zaman: Çokçası kendi zamanını, hatta bazı romanlarında kendi hatıralarını ele alan Refik Halit, birkaç eserinde geçmiş zamanlarını ve uzak tarihi de yaşatmak istemiştir.

Romanlarında Üslup: Refik Halit, edebiyatımızın en büyük üslupçularındandır. Roman, hikâye, fıkra veya makale olsun… her türdeki eserlerinin en üst değeri üslubunda toplanır. (Kabaklı:1978)


Romanda ele alınan metinlerin çeşitliliği ve kurgulanış şekli, eseri metinlerarasılık yöntemleri açısından incelemeye değer kılmaktadır. Refik Halit Karay’ın 2000 Yılın Sevgilisi romanı, büyük ölçüde tarihsel bir arka plana sahiptir. Yazar, eseri kaleme alırken edebî kurgu ile ilgili çalışmalarının yanında bilimsel, tarihsel, edebî içerikli okumalardan oluşan bir etüt sürecini de gerçekleştirmiş ve hatta bu durumu yer yer metnin içeriğinde de vurgulamaktan çekinmemiştir. Dolayısıyla da romanı, yaslandığı kaynaklar bakımından metinlerarasılık bağlamındaki tahlillere açık hale getirmiştir. 2000 Yılın Sevgilisi’ndeki metinlerarası ilişkileri, metinlerin kurgulanış biçimlerine ve romana dâhil edilme şekillerine göre “Açık Alıntı Yöntemiyle Kurgulanan Metinler”, “Gizli Alıntı Yöntemiyle Kurgulanan Metinler” ve “Anıştırma Yöntemiyle Kurgulanan Metinler” olmak üzere üç ana başlık halinde bu romanda metinlerarası ilişkiler bulunmaktadır. Refik Halit, romanında hem açık alıntı, hem gizli alıntı, hem de anıştırma yöntemiyle kurgulanan edebî, tarihi ve bilimsel metinlere yer vermiştir. Açık alıntı yöntemiyle kurgulanan metinlerde daha çok “ doğrudan alıntı”, “çeviri” ve 

“düzyazılaştırma” yolunu tercih etmiş, gizli alıntı yöntemiyle kurgulanan metinlerde yararlandığı kaynaklardan bir derleme veya terkip yapmaya çalışmış, anıştırma yöntemiyle kurgulanan metinlerde ise genelde masal türünü özelde ise Doğu edebiyatının klasiklerinden Binbir Gece Masalları’nı kurgunun merkezine koymuştur. Refik Halit Karay’ın 2000 Yılın Sevgilisi’ni kaleme almadan önce nitelikli bir okuma ve araştırma sürecinden geçtiğini belirtmek gerekir. Bu okuma ve araştırma sürecinde elde edilen malzeme romanın kurgusal iskeletini oluşturmuş ve anlatı unsurlarının söz konusu iskelet üzerinde şekillenmesini sağlamıştır. ( Dere: 2022)


Refik Halit, Genç Kalemler’in açtığı Sade Lisan akımına açıkça katılmadı. Hatta onlara karşı görünen Fecr-i Âti topluluğunda yer aldı. Ama daha ilk yazıları çıkar çıkmaz Yeni Lisancıların özleyip de gerçekleştiremedikleri sade edebiyat Türkçesinin müjdesi sayıldı. O kadar ki Ziya Gökalp “Türkçeyi en iyi yazan muharrir Refik Halit’tir.” dedi. Çünkü Gökalp’in istediği, “İstanbul Konuşması”nın pürüzsüz edebî örneklerini o veriyordu. Türkçeye, yepyeni, sıcak, çekici, oynak bir üslup getirmiş olan bu yazar, deyimleri ile tekerlemeleri ve bilhassa ince (nüansları) anlam farkları ile İstanbul halkının Türkçesini yazıyordu. Bunları, duru, ılıklı, hareketli, zevkli bir tarzda sunuyordu. Kullandığı kelimelerin cümledeki yerlerine, bu renkli cümleler arasına iç kafiyeler bile yerleştiriyordu. Bir fikri anlatacak sözlerin en güzellerini kolayca buluyordu. Çokluk havaî oyalayıcı, cazip konular üstünde dolaşıyordu. Renk, ışık, koku duyumlarını topluyor, somut (muşahhas) teşbihler ile göz önüne seriyordu. Halk kaynağından derlenmiş zengin kelime hazinesini kullanıyordu. Bu özellikleri ile her tabakadan okuyucunun çok sevdiği bir yazıcı oldu. Yazdığı gazeteler çok satıldı ve yazıları kapışıldı. Yüzellilik sürgün iken, Suriye’de çıkmış yazıları bile Türkiye’de dokuz on gazete tarafından iktibas edilmekteydi. Yazılarında, bol sıfat, bol teşbih ve başka imajlar, hayal ve kültür verimleri vardır. Ölçülü ve düzen hissine bağlı kalan Refik Halit, cümlelerin uzunluk ve kısalıkları arasında orantı gözetmiştir. “İstanbul Türkçesini en sahih ve en pürüzsüz yazan muharrir” şöhretini kazanması boşuna değildir. Çünkü “Bizim bir dilimiz var ki bu yarının dili olacaktır diyen, Refik Halit, Türkçenin sadeleşmesinden yana bir tavır almıştır.


Refik Halit Karay’ın hikâyeleri yaşadığı toplumun kültürel ekonomik siyasi ve sosyal özelliklerini barındırır. Bu bakımdan onun hikâyeleri yazıldıkları dönemin dil kullanımını yansıtır. Memleket Hikâyeleri ve Gurbet Hikâyeleri adlı eserler, dilin söz varlığını ortaya koymaları bakımından önemli birer kaynaktır. Refik Halit Karay’ın hikâyelerinde Türkçe Sözlük’e katkı sağlayabilecek sözcükler, söz öbekleri ve deyimlerin varlığından söz edilebilir. Refik Halit Karay hikâyelerinde “akıl bardağı kırılmak, dünyayı çevirmek, el sillesi tatmak, içi katılmak, kusur dilemek” gibi yeni deyimler kurarak bunları Türkçeye kazandırmıştır. Karay, hikâyelerde Türkçenin türetme gücünden faydalanarak “eğile kalka, oynaya haykıra, tarştaraş” gibi ikilemeler türetmiş ve bunları kullanmıştır. Yazar “dişlemek, kapaklanmak, pompalamak, şurup, tatlılanmak” gibi sözcüklere farklı anlamlar yükleyerek onların anlam dünyasını genişletmiştir. Ayrıca hikâyelerde kullanımdan düşmüş olan“âmedi, beşaşet, çağana, estersuvar, fisküfücur, hayme, hilim, hudus, mesağ, pürnahıl, tehlil, teşemmüs, tezvic, seref” gibi kelimeler kullanmıştır. Bu ve benzeri kullanımlarla Refik Halit Karay hikâyeleri yoluyla, Türkçenin güç ve imkânlarından yararlanarak dile yeni sözcükler ve yeni kullanım önerileri armağan etmiştir.(Özer; Şener: 2019)


Refik Halit’e göre Türkçenin yeni söz varlığının oluşturulmasında asıl ölçüt Refik Halit için ahenktir. “Bir kelime ya da deyiş hangi toplum ya da coğrafyadan ödünç alınırsa alınsın Türkiye Türkçesinin ahenkli, akıcı ve sevecen söyleyişine bürünmelidir.” Refik Halit, Türk Dilinin varabileceği en yüksek aşama olarak gördüğü İstanbul Türkçesinin ve Anadolu ağızlarının Türkçenin en işlenmiş ve en incelikli lehçesi olduğuna candan bir şekilde inanır: “Ben sadece bizim Türkçemizi bilirim ve bu Türkçenin çeşitli Türkçelerin hepsinden daha güzel olduğuna da inanırım. Anadolu, Türkçe için bir süzgeç vazifesi görmüştür. Asya’daki ucu bucağı bulunmaz koca Türkçe gölünün bereketli fakat taşlı topraklı suyunu durulaştırıp içilir hale getiren tasfiye makinesi Anadolu’dur ve tadına tat katan hassasını da İstanbul vermiştir. Türkçenin kökü nerede olursa olsun, ister Kaf Dağı’nın ardında veya dünya tavanının altında… Çiçeği vatanımızda açmıştır. Karay’a göre öz Türkçeden devşirilen kelimelerde Türkiye ağızlarının ahengi ve tınısı yakalanmalıdır. Refik Halit, kendi gününde halkın konuştuğu dilin folklorik açıdan zengin Türkçenin izlerini takip eder, bu üslupta kurulan metinlerden dil ve edebiyat zevki alır. Kendi eserlerini de herkesin anlayabilmesine olanak tanıyan, orta tabakanın kullandığı Türkçeyle yazdığını ifade eder. Halkın yaratıcı zekâsına inanan bir yazar olarak, halk tarafından bulunan, uydurulan kelimelerin çok daha anlamlı ve işlek olduğunu görüşünü savunur. Her biri farklı bir kavrayış ve ifade gücünü dışa vuran bu tarz yeni kelimeler dildeki ihtiyacın sonucunda doğar. Dil araştırmacıları ve bilginlerinin genellikle Türkçenin iç müziğini yok sayan, ihmal eden bir anlayışla hareket ettiklerini düşünen Refik Halit, dile gerçek anlamda ahenk katacak kişilerin sanatçılar, şairler olduğunu savunur. Türkçe çok daha zevkli ve canlı bir söyleyişe onların desteğiyle kavuşacaktır.(Geçer: 2021)


İstanbul Türkçesini, sade yalın ve halkın konuştuğu dili hikâyelerinde ustaca kullanan yazar; 1912 yılında dilde sadeleşme parolasıyla ortaya çıkan Genç kalemler hareketinden birkaç yıl önce zaten sade ve öz Türkçeyi okuyucuya müjdelemiştir. Aynı hikâyelerde Türk Edebiyatında Anadolu insanına ilk defa o yer vermiştir. 1908’den 1960’lara kadar olan dönemin siyasal, toplumsal ve kültürel yapısı ile bu dönemde Türkiye’de yaşanan köklü ve hızlı değişimin, başkalaşan kültür dünyasının yansıtıldığı en önemli kronik, mizah – hiciv, roman ve gazete fıkralarını kaleme alan yarlardan biridir. Alaattin Karaca ; “1938 yılında ikinci sürgünden döndükten sonra peş peşe kaleme aldığı kronik eserleri ve romanlarında da aşk temelinde 19. yüzyıldan 20. yüzyıla Türk toplumunun yaşadığı evrim, değişen veya kaybolan değerler ile Türk edebiyatının yaşadığı değişimi okuyucuya en güzel anlatan yazarlardan biri olan Karay’ın birçok bakımdan düşünce ve fikir adamı yetiştirme kuraklığı yaşayan Türkiye’de büyük bir boşluğu da doldurduğunu kabul etmek gerekir.”demektedir. 


Eserlerinde Anadolu ve Türkiye’den ayrıldıktan sonra Suriye, Lübnan, Irak gibi coğrafyaların durumunu ve iç dünyasını, gerçeklikten romantizme, yerel çevreden egzotik çevreye doğru açılım gösteren Türk toplumunun geçirdiği sosyal değişimleri bunların kişilere yansımalarını, iç siyaseti, içtimai hayatı, örf ve adetleri, aileyi, sefaleti, asayişsizliği, şehirleri viraneye çeviren yangınları, Kuvayimilliye’yi, yolları ve nakil vasıtalarını, vergi sistemlerini, siyasi politik figürleri, değişen toplumsal yapıyı, İstanbul’u, Halep’i Beyrut’u, Türk insanını, Türk tarihini dilini, edebiyatını, sanatını ve kadın kavramı gibi farklı konuları işleyen yazar sahip olduğu mükemmel tasvir yeteneği ile bu konularda hazine olarak nitelenebilecek bir külliyat oluşturmuştur.


Yazdıkları deneyimli bir yazar ve entelektüelin izleriyle doludur. Sağduyu ve ılımlılığı kaybetmeden, kuşatıcı bir bakış açısıyla meseleleri sorgulayan yazar, haklılığını tüm zamanlarda koruyacak güçte metinler bırakmıştır. O bizim dilimizi bulmuş, bizi ve bizden olanı yazmış yazarımızdır. Milletimizin diline, sanatına yaptığı hizmetleri düşünerek usta yazarı hürmetle ve rahmetle anıyoruz.


Makalemizi Haldun Taner’in Refik Halit Karay’ın 18 Temmuz 1965 yılında ölümü nedeniyle yazdığı makaleden bir alıntıyla tamamlayalım. 

Haldun Taner “Ölürse Ten Ölür, Canlar Ölesi Değil” başlıklı makalesinde ‘Türkçenin Ustası’ dediği Refik Halit Karay için şu ifadeleri kullanır: “Refik Halit Karay muzip bir delikanlı olarak başladığı yazarlık hayatını ve de özel hayatını, gürültülü patırtılı, serüvenli, sürgünlü ama hep yoğun, hep her mihnetten kendine zevk payı çıkarmaya çalışarak dolu dolu yaşadı. Kendisi; soyunun kökten sağlamlığı ile öğünür, bundan, kendinin de yüz yıl yaşayacağı güvencesini çıkarırdı. Beklenmeyen bir hastalık onu genç yaşında, yaşı 75’de olsa da, yaşlılıktan henüz yakınmaya başlamadığı bir sağlık ve dirilik içinde iken dünyadan çekti götürdü.” 




Makaleyi Besleyen Kaynaklar:


Kabaklı, A ( 1978), “Türk Edebiyatı” 3.Cilt, s: 375-382,Türk Edebiyat Yayınları

Dere, M (2022), “Refik Halit Karay’ın 2000 Yılın Sevgilisi Romanında Metinlerarası İlişkiler”, Folklor Akademi Dergisi, Cilt 5, Sayı: 2, 357-360

Özer, H;Şener, M (2019), “Refik Halit Karay’ın Hikâyelerinde Türkçe Sözlük’e Katkılar”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 6 Sayı: 39, Ağustos, s.332

Rysbay, K (2007), “Refik Halit Karay’ın Eserlerinde Mizah ve Hiciv”.Yüksek Lisans Tezi 80s.

Zengin, Z (2015), “Refik Halit Karay’ın Hikâyeciliği” Türk Dili 111-117

Arcan, O; Şener, M (2019) “Refik Halit Karay’ın Gurbet Hikâyeleri Eserinde Öne Çıkan Temalar”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi Cilt 12, Sayı 62, 29 s.

Ünal, Y (2012), “Türk Fikir Hayatında Refik Halit Karay” Tarih Okulu, Sonbahar-Kış, s. XIII, 15 -34

Geçer, S (2021), “Refik Halit Karay’ın Düşünce Yazılarında Dil, Edebiyat Ve Sanat  

İzmir, Yüksek Lisans Tezi,162 s.










FATMA LEYLÂ

Hacettepe Üniversitesi Almanca Biyoloji Öğretmenliği’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Fen Fakültesi Sistematik Zooloji Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. TÜBİTAK Deniz Bilimleri Çevre Araştırma Grubu’nun projelerinde araştırmacı olarak çalıştı. Şiirleri halen Edebi Kültür Dergisi sitesinde yayınlanmakta.