Telefonu çaldı. Yine tanımadığı bir numaraydı. Ne zamandır üst üste aranıyordu ne idiği belirsiz bu numaralardan. Karşı taraf konuşmuyor, geriden hırıltılı bir ses duyuluyor, sonrasında ‘pat’ diye yüzüne kapanıyordu her seferinde telefon. Yeni sapığım, diye söylendi. Telefon tekrar çalınca sinirlendi iyice, kabul tuşuna bastı, daha o hırıltılı ses duyulmadan peş peşe okkalı küfürler savurdu. Bu sefer ondan önce kapattı. Biraz olsun rahatlamıştı. Bir sürü manyak var, diye söylenmeye devam etti, işin yoksa bir de bunlarla uğraş. Daha okunup cevaplanması gereken yüzlerce mail vardı önünde. ‘Of’ladı.
Sevgili Güzin Abla,
Ben nereye gidersem gideyim yaprak gibi savruluyorum. Ne eve sığabiliyorum ne sokağa ne de dünyaya. İnsanlara güvenemiyorum. Yaşıtlarım gibi her ortama giremiyorum.
Bu içine kapanıklığım lisede başladı. Bizim sınıfta bir kız vardı. Hani şu babası zengin, hani güzel, çalışkan, hani bütün oğlanların âşık olduğu, işte onlardan. Hep onun gibi olmak istedim ama olamadım.
Aslında güzel bir kızdım, sadece sivilcelerden yana dertliydim, nedendir bilinmez başımın bir tarafında kellik vardı, biraz da yuvarlak hatlıydım (bizim sülalede balık etlilik genetik). Derslerime gelince hiçbir zaman pek içi açıcı olmadı. Anneme göre güya doktor olup onu kurtaracaktım hem babamdan hem yoksulluktan. Öyle olmadı tabii. Üniversite sınavını üst üste beş sene kazanamadım.
Sınav stresinden sağlığım bozuldu. İyice balık etli olmuştum... ama ne balık… bildiğin balina…. Kendim için bir şeyler yapmam gerekiyordu. İlk olarak geçen sene tüp mide ameliyatı oldum, tam doksan kilo verdim. Ameliyat sonrası ölümlerden döndüm, çok şükür iyiyim şimdi. Elimden geldiğince tekrar üniversite sınavlarına hazırlandım. Yeni bir başlangıç yapmak için sırf başka şehirde diye istemediğim iki yıllık bir bölüme kayıt yaptırdım. Sonra orada da rahat edemedim. Ne okulu ne de şehri sevebildim.
Okulu bırakmayı düşünüyorum (derslerim çok kötü bu arada) ama göze alamıyorum ailevi sebeplerden. Onlara haber vermeden okulu bırakıp bir işe mi girsem acaba? Biraz para kazansam diyorum. Önce sarkan deriler için bir operasyon, sonra saç ektirip burnumu yaptırsam, elmacık kemiklerime dolgu, dudaklarıma botoks, göğsüme de silikon (kilo verince dümdüz oldu), bir iki minik dokunuş yani. Ardından instagramda fake bir hesap açar oradan takipçi kazanırım. Belki fenomen olup paraya para demem. Ne olur yol göster bana ablacım, ne yapmalıyım?
Rumuz: Çirkin Ördek Yavrusu.
Başını sağa sola birkaç kere hareket ettirip boynunu rahatlattı. Estetik manyağı ettiler milleti, diye söylendi. Bu kız da kısa yoldan zengin olup köşeyi dönmek isteyenlerdendi. Belki olurdu da. Örnekleri yok değildi. Ne demeliydi yani, dene şansını kızım, belki fenomen olursun, mu? Oysa onun görevi, doğruya sevk etmekti. Peki doğru neydi? Neye, kime göreydi?
Bu yaşımda böyle bir sorgulama yaşıyorum ya, vay anasını, diye hayıflandı. Kırk beş yaşında doğruyu sorgulamak, kırk beş yaşında klasikleri yeniden okumak gibi bir şey miydi? Önünde yığılan mail dağından yeni birini seçip açtı karnının guruldamasına aldırmayarak.
Güzin Ablam,
Benim bir sıkıntım var, bu dünyaya ait hissetmiyorum kendimi.
Öteden beri insanlarla aram pek iyi olmadı, bu saatten sonra da iyi olsa ne olur olmasa ne olur, kırkıma merdiven dayadım ben. Beş-altı kedim, bir de köpeğim var. Onlarla yaşayıp gidiyorum işte.
Eskiden gecekonduda oturuyordum, sonra kentsel dönüşüm geldi, on katlı bir apartmanın bahçe katında yaşıyorum şimdi. Bir hafta önce yönetici uğradı, şikâyet etmiş apartman sakinleri hayvanlar koku yapıyor hem de hastalık saçıyor diye. Bu hayvanlardan kurtul, dedi yönetici. Okudun mu Güzin Ablam, kurtul onlardan, dedi. Yoksa belediyeye haber verip aldırtacakmış. Aşılı hepsi, çok da terbiyeliler, ben eğittim onları. Kimsenin çocuğuna karışmazlar, kardeş gibi geçinirler birbirleriyle.
Geçenlerde birinci katta oturan kadın kedilerimden birinin üstüne kaynar su dökmüş balkondan. Allahtan çok zekidir Kara Kız, zıplayıp kaçmış da isabet ettirememiş; kapıcı söyledi. Onun üstündeki başka bir hayvan düşmanı, apartmanın girişinde öylece oturan köpeğime tekme atmış. Yavrucak küçüklükten beri kedilerle büyüdüğü için kedi sanıyor kendini, bir şey yapamamış, acı acı bağırmasıyla fırladım dışarı. Başka bir köpek olsa ısırır, parçalardı merhametsizi.
Bu hayvan düşmanlığının önüne kim geçecek! Barınaklarda başına kürekle vurularak öldürülenler, naylon poşete tıkılıp ağzı bağlanarak ölüme terkedilenler, zehirlenenler… daha neler neler!
Sizi uzun zamandır takip ediyorum Güzin Ablam, hayvan sevginizden eminim ve bu konuda ne kadar hassas olduğunuzdan. Şimdi ben n’apıyım? Yıllardır beraber yaşıyorum onlarla. Kimsem yok benim, hayat hikâyeme hiç girmeyeyim, anlatsam roman olur zaten. Çok endişeliyim ben. Ya hayvanlarıma bi zarar verirlerse, diken üstünde yaşıyorum. Bize bu dünyayı dar ettiler, çok gördüler mutluluğumuzu!
Rumuz: Hayvanlarım Olmadan Asla
Ayağa kalktı, ışığı söndürüp pencereye doğru yürüdü. Bir sigara yakıp dışarıyı seyretti sokak lambasının aydınlığında. Görecek pek bir şey yoktu, arka sokağa bakıyordu ofis. Akşam hayli ilerlemiş el ayak çoktan çekilmişti, sadece çöpün orda yavru bir kedi vardı. Çöpün ağzı sıkı sıkıya kapalıydı, buna rağmen başından ayrılmıyordu. Eve giderken ona verebileceği bir şeyler aradı. Öğleden arta kalan salamlı tost vardı masada. Henüz akşam yemeği yemediğini hatırladı. Bir an önce işini bitirip eve gitmek için tekrar çalışmasına döndü.
Sevgili Ablacım,
Size Adana’dan yazıyorum. Liseyi bitirir bitirmez amcamın oğluyla nişanlandım. Kısmetse üç ay sonra düğünümüz var.
Benim derdim şu ablacım, yengem beni ta küçüklükten beri “gelin kızım” diye severdi. Oğluyla aramı da o yaptı. Fakat nişanlandık nişanlanalı düşman gibi bakıyor bana. Önceleri ayrı eve çıkarsınız, evinizi düzeriz, ne eksiğiniz varsa alırız derken, şimdi evlendikten sonra beraber oturmak istiyor. Bir de düğüne filan gerek yok, aile arasında bir yemek yenir, kapıda da davul zurna çalarsa yeter, demiş anneme.
Bütün genç kızlık hayallerim yıkıldı. Ben kınamda ne renk kaftan giyeceğime taa lise birde karar vermiştim oysa (kırmızı). Her genç kız kendi gelinliği olsun ister, öyle değil mi? Oysa kaynanam, gelinlik satın almaya da gerek yok, zaten bir iki çocuk doğurunca iyice şişmanlar, gelinliğin içine bir daha giremez, kiralansın, demiş anneme. Görüyor musun ablacım, hafif kiloluyum diye laf çarptırıyor bana. Nişanlımla bunları konuşacak oldum, lafı ağzıma tıkadı. Daha iyi bir iş bulana kadar annesiyle oturmaktan yana, biraz para biriktirip öyle ayrı eve çıkmak istiyormuş, sanayide çalışıyor kendisi.
Senin tecrübelerin çok fazla Ablacım, sence nişanı atmalı mıyım? Yarın bir gün evlenirsek kaynanam kocamı bana karşı doldurur mu? Her şeye karışmaya devam eder mi? Yoksa para biriktirene kadar dişimi sıkmalı mıyım?
Rumuz: Bahtsız Güzel
Bitmez bu dertler, diye söylendi, türlü çeşit, renk renk, desen desen. Tam bilgisayarı kapatmak üzereydi ki yeni gelen bir mailin bildirim sesiyle gayri ihtiyari ‘aç’ düğmesine tıkladı. Mail açılınca canı sıkıldı iyice. Son zamanlardır her gün gönderilen tehditlerden biri yeniden düşmüştü posta kutusuna. Yine isimsiz, yine aynı metin. Daha önce ona yazan bir danışanı, önerdiği çözümden memnun kalmamıştı. Onun yanlış yönlendirmeleri sonucu karısıyla arasının iyice açıldığını, sonrasında boşandıklarını yazıyordu. Çocuklarını da göremiyordu şimdi, hakkında uzaklaştırma alınmıştı ve onu suçluyordu.
Başını ellerinin arasına aldı, derin bir off çekti. O kadar çok karısından ya da kocasından boşanmak isteyip yazan olmuştu ki bir türlü hangisi olduğunu bulup çıkaramıyordu, zaten silmişti maillerin çoğunu. Bu insanlar bilmiyorlar mıydı ki karşılarındaki de onlar gibi biriydi işte. Neydi o, allâme-i cihan mı? Resmen boğuluyordu artık bu işten. Şöyle doğru dürüst bir görev kapabilseydi gazetede, belki bir köşe yazarlığı filan, kalemine güveniyordu.
Yapay zekâ ne zaman onun yerini alacaktı acaba? Temizinden bir Güzin Abla uygulaması. Karşına çıkan ekrana dertlerini yazıp bir tıkla gönderirdin, o da hemen cevaplardı. Hem kimse yapay zekaya tehdit maili filan da gönderemezdi. Gerçi bunun başka sakıncaları olabilirdi. Mesela yapay zekâ “Çirkin Ördek Yavrusu” diye rumuz kullanan birini gerçek ördek sanıp ona göre bir çözüm önerebilirdi: Sevgili okurum, bence hangi sularda yüzdüğüne dikkat etmelisin, diye mekanik bir ses çıkarıp söylediklerine güldü kahkahayla.
Telefonu çaldı. Yine sapık mıydı acaba? Neyse ki uzun zamandır görüşmediği bir arkadaşıydı. Cevap verip vermemekte tereddüt etse de sonunda isteksizce açtı telefonu. Bir iki hoşbeşten sonra karşı tarafın anlaşılmaz ısrarıyla bir saat sonra buluşmak için sözleştiler.
Kalkıp aynanın karşısına geçti, kravatını çözüp askılığa fırlattı. Paltosunu giydi. Ofisin kapısını kilitleyip merdivenlere yöneldi. Otomatik çalışmıyordu, garipsedi. Cep telefonunun ışığıyla merdivenlerden inmeye çalışırken şarjı bitti. Söylenerek inmeye devam etti. Tam merdivenin sonuna yaklaşmıştı ki kapının arkasında bir karartı fark etti ve aşağı taraflarda far gibi yanan iki küçük yuvarlak… Bir tedirginlik yapıştı yakasına. Olduğu yerde kalakaldı. Merdivenin başından yükselen han bekçisinin sesiyle geldi kendine, çıkarken kapıyı çekmesini söylüyordu. O sırada kapı gıcırdadı. Bekçinin sesi, gıcırtının sesine karıştı, biri süzülüp çıktı aralık kapıdan sanki. Yok yok ona öyle gelmişti, rüzgâr olmalıydı. Ayaklarına dolanan tüylü bir şey hissetti. Cılız bir miyavlama sesiyle beraber derin bir oh çekti, demek kediydi. Nasıl olup da anlayamamıştı! Bir ayaklarının dibindeki yavru kediye baktı bir de elindeki tost parçasına. Dışarı çıktılar beraber, tostu duvarın dibine bıraktı. İştahla yemeye başladı hayvan.
Arkadaşıyla sözleştikleri yere doğru yürümeye başladı, çok uzak sayılmazdı. Bir taraftan da onun, buluşmak için neden bu kadar ısrar ettiğini çözmeye çalışıyordu. Son görüşmelerinde borç para istediğini hatırladı. Şerefsiz, diye kımıldadı dudakları. Daha onu ödememişti ki. Acaba arayıp işi çıktığını mı söyleseydi? Vazgeçti. Buz gibi soğuk eve biraz daha geç giderdi hiç değilse, bir bekleyeni yoktu nasıl olsa.
Ana caddeye çıkan yol kapalıydı. Yine çalışma var, bir türlü halledemediler şu alt yapı sorununu, diye öfkelendi. Ara sokağa saptı mecburen. Tenhaydı yol, kimsecikler yoktu gecenin bu vaktinde. Biraz ilerleyince ayak sesine benzer sesler duyar gibi oldu belli belirsiz. Biri onu takip ediyormuş hissine kapıldı. Gayri ihtiyari dönüp arkasına baktı, kedi yılışık yılışık peşinden geliyordu. Gülümsedi. Yürümeye devam etti karanlığın kalbine doğru.
Tokat, Zile’de doğdu. Birinci lisans eğitimini Selçuk Üniversitesi İ.İ.B.F Kamu Yönetimi Bölümü’nde tamamladı. Tunus Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Kamu Yönetimi alanında master yaptı. Daha sonra, bir yıl süreyle bulunduğu Amerika Birleşik Devletleri’nde dil eğitimi aldı. İkinci lisans eğitimini İnönü Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde bitirdi. Üçüncü lisans eğitimini yine İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde tamamladı.Öyküleri ve çevirileri Post Öykü, Hece, Heceöykü, Muhayyel, İtibar, Muhit, Dergâh, Temmuz, Tahrir ve Karabatak dergilerinde yayımlandı.
Ölmek İçin İyi Bir Gün Değil adlı ilk öykü kitabı 2018 yılında İz Yayıncılık’tan çıkmıştır. 2021 yılında Muhit Kitap’tan çıkan ikinci öykü kitabı Aynı Yağmur, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Hikâye ödülüne layık görülmüştür. Edgar Allan Poe’dan çevirisini yaptığı Kuyu ve Sarkaç, Şehrazat’ın Bin İkinci Gece Masalı ve Çalınan Mektup adlı üç kitaplık çeviri serisiyle James Joyce’dan çevirisini yaptığı Dublinliler ve Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi Ketebe Yayınevi’nden; Henry David Thoreau’dan çevirdiği Yürümek adlı kitap Kapı Yayınları’ndan çıkmıştır.
Hâlen İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Arap Dili ve Belâgati Bölümü’nde doktora eğitimine devam etmektedir.