“…ve sana benzemeyeni tanımak, anlamak,
farklı yaşantıları özümsemekle başlar her şey.”
Siddhartha,Herman Hesse'nin, Budizm felsefesi doğrultusunda kişinin kendini gerçekleştirme eylemini işleyen eseridir.
Siddharta, Hindistan'da toplumsal kast sisteminin en tepede yer alan sınıfına ait bir Brahman'ın oğludur. Ama mutlu değildir. Her şeyi vardır fakat bir türlü tatmin olamaz.
Tanıdık geldi mi?
Siddharta gerçek bilgiye ve mutluluğa ulaşmak için -babasının uzun süreli direnişine aldırmayarak- yollara düşer; sarayını, gençliğini ve ailesini geride bırakır, ormanlara çekilir. Bu uğurda tüm egosunu ve korkularını yok etmek için kast sisteminin en altındaki berduşlar gibi yaşamaya başlar. Hayatın ona sunduğu her türlü konfora rağmen; mutluluğu, heyecanı, tamamlanmayı farklı işlerde ve farklı bedenlerde arar.
“Bildiği tek şey varsa o da artık geri dönemeyeceğiydi, pek çok yıldan beri sürdüğü yaşam geçmişte kalmış, tiksinti verecek kadar tadı çıkarılıp sömürülmüştü. Düşünde gördüğü şakıyan kuş ölmüştü artık. Gönlündeki kuş ölmüştü.”
İnsanın egolarıyla savaşması, dünyevi zevklere kendini kolayca kaptırması, insani duyguları ve kendi kişisel doğrusunu buluşu anlatılır kitapta. Aynı zamanda toplumdan soyutlanmışlık, kişisel değişim ve gelişim, öteki olma kavramlarının sıkça işlendiğini görürüz
Siddhartha’nın bir öğretiye biat etmeyerek peşinden koştuğu bilgeliği Panteizm'de bulması da ilgi çekicidir. Ve özellikle kurgulanmıştır. Kişinin öz benliğini bularak uygarlığın yerleşik biçimlerinden sıyrılma çabası anlatılmaktadır.
"İnsanların büyük çoğunluğu, düşen yaprak gibidir, katılıp gider rüzgârın önüne, havada süzülür, dönüp durur, sağa sola yalpalar vurarak iner yere. Pek az kişi de vardır ki, yıldızlara benzer, belirli bir yörüngede ilerler durur, hiçbir rüzgâr varamaz yanlarına, kendi yasalarını ve izleyecekleri yolu kendi içlerinde taşırlar."
Buddha ile karşılaşmasına rağmen onun peşinden gitmez. Bu tavırla, yol göstericilerin izinden giderek erişilmeye çalışılana erişilemeyeceği, öğretenlerin yolunu izlemek yerine özgün, yeni bir yol yapılandırmanın gerekliliği anlatılmak istenir.
Öğretilen bilginin hiçliği, bilindik mantığın ötesine geçer, nesnelerde örneğin taşta; ilim, aşk, sevgi olduğunu görmeye başlar. Yolunda yürürken üç edimden vazgeçmez; oruç tutmak, yürümek (beklemek), düşünmek.
Kitapta, Nirvana'ya hayattan sıyrılarak değil, bizzat onu her yönüyle yaşayarak ulaşılabileceği gösterilmek istenir. Münzevilikten, tüccarlığa ve kumarbazlığa, kutsal sevgiden kadın sevgisine kadar geçen bu yol, uzun ve durağan bir kayıkçılık yaşantısında nihayete kavuşur. Kitapta öncelenen ırmak imgesi aslında yaşamı, dünyayı anlatmaktadır. Bir yanı zenginlerle ya da cahillerle doludur, öteki yanı fakirlerle ve bilgelerle. Daha ileri bir adım atarsak bu mantığa göre bir yanı cenneti diğer yanı cehennemi temsil etmez mi? Siddhartha bu iki yanı yaşamadan aydınlanamaz. Onun, deyim yerindeyse mürşid-i kâmili ırmak tanrısı Vasudeva’dır. O olmadan yolunu bulamaz.
Hayatta her yoldan geçmiş olan bu adam; herkesin ve eski yol arkadaşlarının aramak için uzun mesafeler kat ettiği sırrı kendi içinde bulabileceğini pek de uzağa gitmemek gerektiğini anlamıştır. Diyebiliriz ki, bir uçtan diğerine sürüklenirken, sonunda huzuru uçlarda değil en basitte bulur. Kibirli olma, haset duyma, farklı olma, özel olma, üstün olma gibi yanıltıcılardan kurtulmak, Ben'i parçalara ayırmak, kabuklarından birer birer soyup almak, bilinmedik özünde tüm kabukların çekirdeğini, yaşamı, Tanrısal'ı, o en son nesneyi ele geçirmek ister. Ama bunu yaparken kendinden olur Siddhartha ve fark eder aradığı şeyin içinde olduğunu; “Tanrı insanın içindedir.”
Basit zevkler ve uğraşlar peşinde koşan insanlar, "çocuk insanlar" olarak tanımlanır kitapta. Bu noktada Siddhartha'nın "çocuk insan" ve "özünü bulmuş insan" arasındaki debelenmelerini anlatılır. Hayatta karşılaştığımız birçok insan figürünü karşımıza çıkartmış Hesse. Arayanını, bulamayanını, kendini dünyevi zevklere adayıp yaşamın manasının peşinde koşanını, çalışanını, fahişesini, din adamını, küçük bir çocuğu, birilerine inanıp takılıp gitmekten kendini hiç dinlemeden ömrünü tamamlayanları…
Bu kitabın bize hissettirdikleri üzerine bir şeyler söylemek gerekirse; benim ilk hissettiğim kesinlikle hüzün oldu. Dünya ile sonsuzluk, acı ile mutluluk, kötü ile iyi arasında var gibi görünen çizgi aslında bir yanılgıdan başka şey değildir. Acı çekmekten kaçıyoruz ve bu duyguları dışlıyoruz; tatsız duyguları hayatımızdan çıkarmaya çalışıyoruz. Bu durum hayatı ve yaşamımızı olduğu gibi kabul etmemize izin vermiyor, sürekli hedefler peşinde koşarken şu anını kaybeden insanlara dönüştürüyor. Kontrol etmeye çalışıyoruz hayatı. Akışına bırakamıyoruz hiçbir şeyi. En sonunda fark ediyoruz; her şey olması gerektiği anda, olması gerektiği gibi oluyor aslında.
Herkes kendi hayatını yaşıyor, kendi yolunda yürüyor, kendi başına öğreniyor. Kendimizden öğreneceğimiz çok şey var. Kendimizi anlamak için çok yolumuz var. Öğrenmenin “bitti” denilecek bir noktası yok. Değişim ve dönüşüm sonsuza dek. Siddharth’a da bunun peşinde aslında ve teslim olduğu noktada son buluyor bütün arayışı;
“Artık gidenlere, kalanlara, kendisinin ve başkalarının çektiği acılara üzülmüyordu. Yazgıyla savaşmayı bırakmıştı.”
Hakikatin bilgisine ulaşmak bu değil midir aslında; yazgıyla savaşmayı bırakmak, yaratılış ayarlarını kabul edip, hilkatin gereğini yapmak. Son günlerin moda deyimiyle fabrika ayarlarına dönmek.
Tokat, Zile’de doğdu. Birinci lisans eğitimini Selçuk Üniversitesi İ.İ.B.F Kamu Yönetimi Bölümü’nde tamamladı. Tunus Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Kamu Yönetimi alanında master yaptı. Daha sonra, bir yıl süreyle bulunduğu Amerika Birleşik Devletleri’nde dil eğitimi aldı. İkinci lisans eğitimini İnönü Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde bitirdi. Üçüncü lisans eğitimini yine İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde tamamladı.Öyküleri ve çevirileri Post Öykü, Hece, Heceöykü, Muhayyel, İtibar, Muhit, Dergâh, Temmuz, Tahrir ve Karabatak dergilerinde yayımlandı.
Ölmek İçin İyi Bir Gün Değil adlı ilk öykü kitabı 2018 yılında İz Yayıncılık’tan çıkmıştır. 2021 yılında Muhit Kitap’tan çıkan ikinci öykü kitabı Aynı Yağmur, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Hikâye ödülüne layık görülmüştür. Edgar Allan Poe’dan çevirisini yaptığı Kuyu ve Sarkaç, Şehrazat’ın Bin İkinci Gece Masalı ve Çalınan Mektup adlı üç kitaplık çeviri serisiyle James Joyce’dan çevirisini yaptığı Dublinliler ve Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi Ketebe Yayınevi’nden; Henry David Thoreau’dan çevirdiği Yürümek adlı kitap Kapı Yayınları’ndan çıkmıştır.
Hâlen İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Arap Dili ve Belâgati Bölümü’nde doktora eğitimine devam etmektedir.