Menu
gölge korkusu
Öykü • gölge korkusu

gölge korkusu



Bir mütevazı dostun vedası gibidir, yalnızlık…

Her kırdığın kalbin sende bıraktığı izdir. Bazılarını sevindirir. Gururunu yüceltir hatta. Oysa bulunduğun noktadan aşağıya bir baksan, ürperirsin iliğine kadar. Mahcubiyet benliğini sarar, dalga dalga... Kendini yüksek gördüğün için, Ağrı Dağından. Hala utanmayı bir tenhada unutmadıysan eğer, bütün bunlar sana bir şeyleri çağrıştırır elbet. Gözü yaşlı terk ettiklerin gün batımlarını bekler. Malum dağı aşmadan önce, gece olmadan daha ,kızıl perdeler inmişken göğe…O der ki : “Utanmaz Adam”..”Sonra dağılırsın sözcüklerin kuşandığı anlamları düşünürken.Çağıl çağıl isyanlar vardır dilinde artık.

Artık  gecedir… Sükûnetin ağırlığından ev başına çöker. İzbe köşeler, boş sokaklar bütün ifadesizliğiyle duruyordur karşında.

Öyle zifiri zindan karanlıkta derdini yarasalara anlatırsın. Kimse yoktur yörende. Böbürlenecek halin olmaz. Sesinin tınısında bu defa zavallılık vardır. Hafiften ağlamaklıdır.  Güçlü görünmek için elinden geleni yaparsın, yine de kahrolasıca, titrer işte.

Başın döner,  tıkanır, boğulursun. Zaafların ele verir seni : “Korkağın ta kendisisin, korkarsın.” Çığlık büyür kayalıklara çarpıp döne döne. Gölgeler ve kanat sesleri… Gece bitmez tükenmez bir kasvettir, zulümdür artık.

İşte tam burada, zaman geriye döner: “Ne kadar da katısın.” Aynı yüz ifadesi belirir suratında. Dik dik senin ona baktığın gibi, bir kaşı yukarı kalkık : “Utanmaz Adam…” diye haykırır.”Meymenetsiz herif!”Tiksintiyle uzaklaşır.


Çıkış yolu yok maalesef. Sadece hiçsin. Bir noktanın gölgesine düşen notlara bakıp, esrik, düşsüz bir gece. Dilerim feryadın duyulur, onca hengâmenin ortasında, aniden çıkan kum fırtınasıyla savrulurken çölün vahalarına. 


Bir şey bekleme benden artık. Ben bile bir hiçim. Şşşt… Sakinleş, gürültü etme. Öyle boşluğa dikili düğmeler gibi, cansız bakma bana. Korkutuyorsun. Sözlerin zemheriyi andırıyor. Bu mermer o beyaz taş değil. Hani ortadan ikiye ayırdıkları eski yazılı mezar taşı. Yarısını çalmışlar. Diğer yarısı var neyse ki. Toprağa gömülü kısmı, hiç güneş görmemiş yeri. İşte o yer… Bütün sır orada. Toprağın altında...

Işıksız ortamlarda nasıl davranmalı? Ellerin mesela, nerede durmalı? Hayatını rafa kaldırmış gibi, duruşların en asilini mi sergilemeli karanlığa doğru? Yoksa içinden geldiği gibi hiddetle bağırıp çağırmalı mısın, avazın çıktığı kadar? Sonra da. Hiçbir şey olmamış gibi, sanki dingin bir ruhla yaşıyormuş gibi, durgun bir su gibi. Mesela: Yoldan geçen telaşsız, kendini iyi hisseden kadın mı, sigarasını tavşan dişi gibi tutan dudağında o henüz kahvaltı bile etmemiş kederli başı önünde yürüyen adam mı? Seçim senin. Oyunu kurallarına göre oynamalı değil mi yani? Mızıkçılık bize yakışmaz. Çizginin dışında kalmak istediğin an-ki böyle bir istek kabul görmez- yanarsın, hatırlatayım. Kavrulmayı göze alıyorsan, işine gelirse… Ne ala… Ama biliyorum ki sen, bu kadarına cesaret edemezsin.

Yani diyeceğim şu: Çizginin öbür yanına dolanabilirsin. Çiçek toplayıp, bir bukette benim için ayırabilirsin. Ama gün batmadan dön özüne. Vakit dolmadan, pişman olmadan, kendine… Hadi… Dön…

Diğer Yazıları