Menu
GENÇLİK BİR KUŞTU
Öykü • GENÇLİK BİR KUŞTU

GENÇLİK BİR KUŞTU

Beli bükülmüştü iyice. Sanki kendisinin olmayan milyon tane derdi, milyon sene taşımış gibi. Biraz da öyleydi aslında. Ne çileliydi gerçekten de. Her insan teki gibi hayatı roman olabilirdi. Konuşması yavaşlamıştı, muhakemesi ise oldukça tutarlıydı ilerleyen yaşına rağmen. Dilinden dökülüverdi inci misali ve kime ait olduğu bilinmeyen kelimeler: “Gençlik bir kuştu, uçurdum tutamadım; yaşlılık bir kumaştı gezdirdim satamadım.” Zor şey herhalde yaşlılık. İnsan daha bir yakın bir ömür boyu koşturduğu kabre, daha bir içli, secdeli, dualı. Belki de ancak ahirette görebileceği, ancak her daim hatıra hatıra zihnine hücum eden geçmiş günlerinin artıları, eksileri ile meşgul. Evet, yaşlılık dönemi ağırlıkla ciddî iç geçirişler ve geçmişin muhasebesi şeklinde tezahür ediyor. Bu yeri geldiği zaman çevresindekilere olumsuz bir surette yansısa da, kişinin kendisi için önemli bir adım olsa gerek: Gerçek hesap öncesinde derli-toplu bir prova…

“Gençlik bir kuştu, uçurdum tutamadım; yaşlılık bir kumaştı gezdirdim satamadım.” O, insanın kanının deli deli aktığı, pek çok şeyin mantıkla değil, heyecan ile yapıldığı, koşturması çok, düşünmesi az, telâşı fazla, dinlenmesi güdük o günler ne de çabuk geçiyor. Arkana dönüp baktın mı ne kadar uzak geliyor o hayalî zaman dilimleri. O günlerin sevgileri, kavgaları, dertleri, sevinçleri… İnsan ihtiyaç duyuyor kendini yenilemeye, ama bu yenileme geçmişi unutarak değil, ondan beslenerek olduğunda bir şeyler ifade ediyor. Hatıraların dalgaları içerisinde yaşayıp günü görmezden gelmek ne kadar sorunluysa, an’a var gücüyle tutunup geçmişi unutmaya çalışmak da o kadar sıkıntılı. Kaldı ki insan hiçbir şeyi unutmuyor aslında. Sadece olayların üzerine çektiği örtünün kalınlığı farklılaşıyor. Kimi şeffaf bir örtü, kimiyse atlas. Acılarla yeniden yüzleşmek istemiyor insan, üzerlerine kadifeler seriyor, mutluluklarını unutmak istemiyor insan üzerini örtmemeye kararlı. Ama yaşlılıkta işler biraz daha farklı. Yaşanılanların tamamı hücum ediyor zihne, iyisi-kötüsü, azı-çoğu, eskisi-yenisi ile… Ve zihin yorgun düşüyor git gide bunlarla mücadele etmekten, onlara kendince cevaplar vermekten. Galiba yaşlılık buna direniş gösterememek ve pes etmek…

Yaşlılığı benimseyemiyor sanki insan. Bu, muhtemelen ölümle yaşlılık arasındaki yarı-zorunlu bir ilişkiden kaynaklanıyor. Yani insanın ölümü anlamlandırış şekli, gününü, gençliğini, dinçliğini, hayatının zirvesini ve dahi, yarı yaşların devrilişini, yaşlılığa adımlanışını, ihtiyarlamayı da tutarlı, kabul edilebilir, tartılabilir ve yüzleşilebilir kılıyor. Ölümden bağımsız bir yere kodlanan hayatlar ise, onu hissettirecek her objeden bilinçli veya bilinçsiz olarak kaçıyor. Yaşlılık da böyle. Tabiî bilhassa gençliğin ve ona atfedilen önemin modern dönemle birlikte zirve yaptığı da aşikâr. Gençliğin bir sosyal sınıf olarak benimsemesi ise en çok yaşlılığın ötelenilesi bir olgu olmasını intâç etmiş gibi. Nedense pek çok insan, olduğu yaşın gerekleri ile değil, geçmişteki bir döneminin atmosferi ile yaşamak istiyor. Anakronizme düşüyor. Hâlbuki ibnu’l-vakt, hayatın her anını ayrı bir dikkatle bağrına basıyor. “Her şeyin bir yaşı var” diyen yanılmadı yani. Yaşını şaşırmışlık hali resmen komiklik ve bu tavır, aynı zamanda içerisinde yaşanılan an’dan hoşnutsuzluğu ortaya koyuyor, karakter ikilemine yol açıyor.

Ölüm, hiçlik kimilerine göre. Bence onlar da inanmıyorlar buna ama. Yani insan kesinlikle iste/ye/mez yok olmayı, silinmeyi. Kocaman kanatları olsun ister sonsuzluğa uçmak için. Acaba bunca isteği, arzusundan dolayı mı Allah ona sonsuzluğu bahşedecek, yoksa Allah bu duyguyu onun gönlünün en mutena yerine yerleştirdiği için mi bu sonsuzluk ısrarla talep ediliyor? Gidince görürüz görülmesi gerekeni. Ama bir insan, ömrünün her halini sonsuzluk duasıyla geçirirse, bu dua reddedilmez. Hele de her insan teki bilinçli ya da bilinçsiz olarak sürekli olarak terennüm ediyorsa bu duayı elbette kabule karîn olur. Âh o nazlı kimseler, âh o nerede olduğu kestirilemeyen yürekler… Onların ne duaları vardır kim bilir? Sanki insan yaşlandıkça daha bir inceliyor. İçinden öfkesi, kini, nefreti siliniyor. Başa dönüyor insan, ömürlendikçe fizikî anlamda takatten düşüyor, gönül iklimi iyice kıvam buluyor. Bu da ihtiyarlığın kocaman artılarından biri olsa gerek: Bedenin incelmesine, erimesine, bitmesine mukabil gönlün zirvelere kanatlanışı…

“Gençlik bir kuştu, uçurdum tutamadım; yaşlılık bir kumaştı gezdirdim satamadım.” Kim ister ki, elindeki gençliği verip bilmediği, tanımadığı ve belki de göremeyeceği bir yaşlılığı almayı. İnsan meçhul olandan korkar. Hele de “kıyasa imkân veren bir meçhule” adımlamayı hiç istemez. Gençlikle ihtiyarlığı herkes tartar zihninde. Ve herkes kendi yaşının kendisi için en ideal olduğunu düşünür galiba. Ya da en azından hala önünde yaşanacak zamanlar olduğuna inananlar böyle bir duyguya sahip olmalılar. Bu durum empati yapmasını da güçleştirir daha yaşayacağını düşünen kimsenin. Hiç kimse ölümü konduramaz kendisine. Çevresindeki herkes yaşayabilir bunu ama o, asla. Çünkü yaşlılık bir türlü konumlandırılamayan ölümü getirir kişinin yanı başına. O yüzden düşünülmesi bile kötüdür bazılarınca. Ama bilse ya insan, hayat ölümdedir. Bilgelik, sabır, merhamet çoğu zaman yaşın kemâlinde kemâl bulur.

Ötelerden geriye muhtemel bir bakış: Bir kuş uçurmuştu yürek dünyada iken. İçerisinde ufacık bir hayat vardı. Kuş göğe yükselmiş ve kaybolmuştu. Ve işte sonunda kocaman bir hayat buldu orada. Gerçekten yaşamanın, sonsuz olmanın tadına vardı.