Menu
GELİNLİK KIZ
Öykü • GELİNLİK KIZ

GELİNLİK KIZ

Kapının zili çaldığında gelenlerin beklenenler olduğu evdeki herkes tarafından biliniyordu. Ama hiçbir kelime söylenmedi. Beklendi sessizce.

Evin meraklısı olan küçük kız, kapının otomatiğine koştu ve belli belirsiz “geldiler” dedi.

Az sonra kapıdan elindeki çiçek buketiyle içeri giren genç, kalın sesiyle konuşuyor etrafa gülücükler saçıyordu. Yeşil gözlerinden mutluluk dökülüyordu sanki. Ya da mutluluğu ifade için gözlüğünü burnunun üstüne indirip tepeden bakıyordu. Ama yine de farklıydı her zamankinden. Daha yeşil miydi, gözleri. Yok yok daha parlamıştı veya daha aydınlıktı.

Elindeki çiçeği göstererek:

- Nasıl, beğendin mi Teyze? dedi.

Çok güzel denmesini bekliyordu. Bunca emek vermişti, bunca zaman harcamıştı, bunca para dökmüştü bir buket çiçeği alabilmek için.

Asgari ücretle çalışan birinin bir buket çiçeğe yirmibeş lira vermesi öyle kolay değildi. Nerdeyse bir avuç parayı veremezdi. Vermişti işte. Kıymıştı nice çalıştığı zamanın karşılığında zorlukla eline geçen paraya. Vermişti hiç düşünmeden, hiç duraksamadan, hiç eli titremeden, hiç hesap kitap yapmadan. Sonunda mutlu olacaktı. Yıllardır beklediği, özlediği, düşlediği, hayaliyle yaşadığı yeni bir döneme başlayacaktı. Yeni bir yuva, yeni bir hayat, yeni ve uzun bir mutluluk dönemi...

Evet değerdi doğrusu. Gençlik hayali, gençlik düşüncesi hep bir mutlu evlilik üzerine kurulmaz mı? İşte yeşil gözlerin parlaması bundandı. Paraya acımadan harcaması da bundandı.

Üstelik bununla da kalmamıştı. Şehrin en işlek caddesi üzerinde bulunan, en pahalı pastanesinden en pahalı tatlı da almıştı. Parayı öderken yine hiç düşünmedi. Yine hiç tereddüt etmedi. Yine hiç sıkıntı etmedi. Aklında hep mutlu bir başlangıç vardı. Mutlu bir hayat...

Çok güzel paketlensin lütfen, dedi utangaç bir tavırla.

Ona göre bunlar fazlaydı. Çok fazla. Bilmezdi böyle şeyleri. Bir kısım hayallerini geriye bırakmıştı zaten.

Liseden mezun olurken şöyle bir masada oturup çalışacak ve herkesin kendine “bey” diyeceği ve parasının da bol olacağı bir işi... Askerden sonra köklü bir iş ile geleceğin mutlu yuvasının temellerini de atacak ve mutlu bir yuvası olacaktı... Sonra cıvıl cıvıl çocuklar süsleyecekti hayalinden gerçeğe...

Askerden gelmişti. İş lazımdı. Kapılar çalındı ardınca. En güvenilenlerden başlanarak bir bir. Sonra diğerleri... Sonra her yerdekiler... Sonra gazete ilanları... Sonra... Sonra...

Artık masa başındaki çalışma haylinden vazgeçti. “Ne iş olsa yaparım abi” düşüncesiyle zar zor bulduğu işe devam etti. İlk hayali böylece buharlaşmış, âdete hiç düşünülmemiş gibi kayboldu gitti.

Kırmızı pakete sarılmış en iyisinden çikolatayı eline aldığında, diğer hayallerinin de uçup gitmesinden korkarak düşünmek istemedi.

Hazırlık için yapacakları vardı. Yeni bir elbise, yeni bir çorap, yeni bir kravat... Tanıdıklarına gitti. Onlardan şöyle bir güzel giyinecekti. Utandı, kızardı, sıkıldı. Aslında utanacak, sıkılacak bir şey yoktu. Yaşı gelmişti. Evlenecekti. Bunun için kendini beğendirmesi gerekiyordu. Zaten her şey bunun için değil miydi? Beğendirmek, beğenilmek, hoşa gitmek, ne güzel denmek, ne güzeldi.

Siyah bir takım elbise güzel olmuştu. Boy bors ondaydı. Yakışıklık da hakeza. Manken gibiydi. Zaten çoğu zaman kendine de bu tür sözler söylenmişti de pek hoşuna gitmişti. İçine mavi bir gömlek ve kırmızı siyah karışımı bir kravat iyi gitmişti.

Artık her şey hazırdı. Sıra en zoruna gelmişti. Kızla görüşecek, konuşacak, sorular soracak, sorulan sorulara cevaplar bulacaktı. Kolay değildi öyle! Bakalım nasıl biriyle karşılaşacaktı. Annesinin anlattığı kadarıyla, güzel bir kızdı. Yani annesi kendine yakıştırmıştı. Anneler öyle her kızı kendi çocuklarına yakıştıramazlardı. Demek ki baya güzeldi.

Gelinlik giymiş bir kızın heyecanı gibiydi yaşadığı. Tir tirdi teyzesinin evine girdiğinde. Sebebi de buydu herhalde. Ya olmazsa? Olacak mı? Olmayacak mı? Beni beğenecek mi? Ya beğenmezse?

Belki de sözlü sınava kalkmış, bilemezse sınıfta kalacak bir öğrencinin psikolojisiydi yaşadıkları. Ya olmazsa, düşüncesinin sıkıştırdığı zihnini yine kendisi rahatlatıyordu. Olmazsa, hayatın sonu değil ya, diyordu.

Güneşin hararetinden olsa gerek alnından inen boncuk boncuk teri sildi elinin tersiyle. Sonra da teyzesi ve annesiyle birlikte oturdular. Yine esprili konuşmalarına devam etti. Kendi gözleri gibi yakınındaki gözleri de güldürdü.

Bunca emekten sonra artık sıra görüşmeye gelmişti. Görüşeceklerdi. Tanışacaklar ve konuşacaklar...

Birlikte çıktılar evden. Pür neşe girdiler kızın evine. İçeri girerken heyecandan göğsünün daraldığını hissetti. Derin birkaç nefes aldı. Sonra da kendine gösterilen yere oturdu. Az sonra kız ile görüşmek için başka bir odaya geçti.

Evet, kız sürekli sorular soruyordu. Sorular hiç hoşuna gitmedi.

Sürekli paradan bahsediyordu. Kaç lira alıyorsun? Bu para yeter mi? Konuyu değiştirdiğini düşünerek tutulacak evin annesine yakın bir yerden olması ısrarı. Anlaşılır şeyler değildi.

Bunları hiç kötüye yormadı. İsteseydi yorabilirdi. Ama bu ilk denmede bunları düşünmek bile istemedi.

Her şey para olmamalıydı. Her şey dünyada yokluk görmemek üzerine de kurulmamalıydı. İnsanlarda bir gönül vardı. Dünyadan daha büyük. Oraya neler sığmazdı ki? Haykırmalı mıydı yoksa: gönül var gönül, diye. Gönül işi nelere kadir değildi ki? Evet demeliydi.

Demedi. Diyemedi. Belki yanlış anlaşılırdı. Fakirliğini gizlemeye çalışıyor şeklinde düşünülebilirdi. Sabretmeliydi. Sonuç olumlu olursa bunların hepsine çözüm bulunabilirdi. Baştan kestirip atması belki doğru olmazdı.

Kız güzeldi. Bunları sorma hakkını kullanıyordu. Belki de güzelliğini kullanıyordu. Ama daha da sorgulayıcı, belki de hesap sorucu tavrı erkeğin bütün ümitlerini boşa çıkarıyordu.

Ama beklemeliydi birkaç gün daha. Çünkü bir kaç gün sonra olumlu ya da olumsuz düşüncesini öğrenecekti.

İki gün sonra...

Telefondaki ses olumsuz cevap veriyordu. Olumsuz. Olmaz. Olamaz.

Asgari ücret. Parasız. Pulsuz. Çulsuz. Elektronik eşyasız. Beyaz eşyasız. Katsız. Evsiz. Barksız...

Haberi ulaştıran teyzesinin telefondaki sesi titriyordu:

- Olmaz, diyorlar. Üzülme! Her şeyin hayırlısı olsun. Bunda da vardır hayır.

Karşı taraftan derin ve uzun bir sessizlik.

Teyzesi konuşmasını sürdürdü:

- Sen de biliyorsun ki, eş seçmek önemli. Eş seçiminde dikkat edilecek en önemli husus, ahlakının güzel olmasıdır. Bunu Peygamberimiz söylüyor.

Nihayet karşıdan neşe saçan bir ses yankılandı:

- Teyze! İyi ki çikolatayı götürmedik.

Gülüşmeler oldu.

Ama gençlik hayatının en önemli hayali olan evlilik için ilk girişim de sonuçsuz kalmıştı.

Diğer Yazıları