Akşamın yorgunluğunu vücudumda hissediyorum. Sıcaklık, stres, yoğunluk, kafa yorma üst üste gelince hareketlerinizi etkiliyor.
Bu sıcakta kliması olmayan, eski model arabama giderken içindeki sıcaklığın kırk beş üstü olacağını düşünüyorum. Son günlerdeki sıcaklık da çekilir gibi değil doğrusu.
Bilim adamları, yorumcular, haberciler, bilenler, bilmeyenler, konuşanlar sıcaklığın sebeplerini sıralıyorlar. Birleştikleri tek nokta: küresel ısınma. Böyle giderse dünyanın birçok yeri, Türkiye’nin iç kesimleri, Konya ovası susuz kalacak, bununla da yetinmeyip çöl olacak, çölleşecek, susuzluktan kavrulacak, yanacak, buharlaşacak, yaşanmaz olacak.
Canlılar feryat içinde bağrışacak, kaçış yollarını deneyecek, kaçamayanlar, gidemeyenler, gitmeyenler, yok olacak... Dergilerde bu konu var, bilimsel makalelerde bu konu var, her yerde bu konu var.
Gerçekten böyle mi olacak, bilinmez. Bu bir öngörü, ama işitmek bile insanın moralini bozuyor, düşünmeye sevk ediyor, düşündürüyor. Susuzluğun ne demek olduğunu anlamaya yardımcı oluyor. Kızım bile bundan bahsediyor, oğlum küreselleşme diyor, ısınma diyor, globalleşmeden söz ediyor...
Arabamın kapısını açtığımda dışarıya alev sünüyor, yüzümü yalıyor, hararetini dışarı atıyor. Biraz bekliyorum arabanın içinin harareti azalsın; beni yakıp kavurmasın, pişirip halsiz bırakmasın, diye.
Her zaman olduğu gibi arabamı çalıştırıyorum ve anayola çıkıyorum. Daha dikkatliyim. Sıcaktan dolayı bunun çok önemli olduğunu biliyorum. Karşıdan gelenlere de dikkat kesiliyorum. Bir an önce evime ulaşma planları kafamda yola devam ediyorum.
Arabalara takılıyor gözlerim. Çok güzel, çok lüks, çok yeni, çok alımlı, çok çekici sıralanıyor peş peşe.
Kendi kendime:
“Ne kadar da çok araba oldu. Son yıllarda iyice arttı. Benim araba kaldı sadece emektarlardan” derken, yanımdan son model bir araba kurşun hızıyla geçti.
Niye bu kadar sürat yaptığını anlayamadım. Az ilerde trafik ışıkları vardı ve kırmızı yanıyordu. Beni geçer geçmez fren yapıp kırmızı ışıkta durdu. Belki de kırmızı ışıkta geçecekti ama önünde araba vardı.
Arabadan bir müzik yayılıyor dışarıya, orada duran, bekleyen arabalardan duymayan kalmamıştır herhalde.
Birdenbire dikkatimi çeken ve beni üzen, düşündüren bir olaya şahit oluyorum. Bakıp kalıyorum sadece. Söylenecek bir söz bulamıyorum. Dilim susuyor, nutkum tutuluyor.
Kızgınlığımı ifade edecek kelimeler düşünüyorum. Boşuna düşünüyorum aslında. Bu durumu anlatacak en güzel cümle, benden önce bilmem kaçıncı kez kullanılmıştır herhalde.
“Biz adam olmayız.”
En kolayı bu olsa gerek; söyle, rahatla ve kurtul. Kafana takma, boş ver aldırma...
Olmuyor işte. Yapamıyorum. Adamı uyarmaya karar veriyorum. Birden aklıma daha önce yaşadığım bir olay geliveriyor.
Hava yine sıcaktı. Yanıyordu, kavruluyordu ortalık. İnsanların ensesinde boza pişiriyordu, beynini kaynatıyordu. Adamı uyarmıştım; yaptığı yanlışlığı söylemiştim sadece. Nezaket kuralları içerisinde insanca bir uyarıydı yaptığım. Bence insanlık görevimi yapmıştım. Vicdanım rahattı.
Adam arabasından indi. Külhanbeyi tavrıyla lafları sıraladı peş peşe. Ve üzerime yürüdü olanca haşmetiyle. Ne için olmuştu bütün bunlar? Sadece insanca yapılan bir uyarı görevi için.
Aynısı şimdi olur muydu? Bilinmez elbette. Her insan bir değil. Belki de teşekkür edecekti.
Kafamı çevirdim. Arabanın sonuna kadar açılmış penceresinden içeriye baktım. Kıyafeti düzgündü, tıraşı yerinde ve kravatı vardı. Alnını güneş gözlüğü süslüyordu.
Arabanın lüksüne bakılırsa, para yönünden sıkıntısı olmadığı çok rahat anlaşılıyordu. Zengindi, malı mülkü vardı, variyetliydi... Ha bir de orta yaşlarındaydı. Güngörmüş, kültürlü olmalıydı.
Böyle bir durumda ondan beklenen, yaptığı değildi. Daha medeni davranmalıydı.
Arabanın penceresinden bağırıp:
- Size yakışıyor mu beyefendi? demek geçti içimden.
Derken yeşil ışıkla birlikte arabalar akmaya başladı tekrar. Adamın arabasının arkasında, sadece biraz önce camdan attığı poşetin içinden sağa sola savrulmuş muz kabukları ve sigara paketi kaldı.
Medeni davranma, başkalarına ve çevreye saygılı olma, parayla, binilen arabayla, maddi imkânların çokluğu ile ilgili değildi.
Şimdi, çocuklarıma bu konuda verdiğim eğitimin daha da önemli olduğu düşüncesini pekiştiriyorum:
“İnsanlara saygılı olun, canlıları sevin, çevreye saygılı ve duyarlı olun. Çevre sadece size değil hepimize/herkese lazım. Tıpkı su gibi, hava gibi, ağaç gibi, park gibi, bahçe gibi...”