Akşam annemin söyledikleri zihnimde yer edinmiş uyanır uyanmaz hemen hatırlamıştım. “Yarın okula gideceksin” demişti. Günlerdir beklenen güne uyanmıştım artık. Annemim sesi mutfaktan duyuluyordu. Önce beni uyandırmak için geldiğinde biraz naz yaparak geciktirmiştim kalkmayı. Mutfağa geçtiğinde heyecanımla baş başa kalmıştım. Henüz perdesi çekilmemiş pencereden dışarısı bulanık gözüküyordu. Genelde uyandığımda bu perde çekilmiş olurdu. O an anladım ki erken uyanmışım. Yataktan kalkmak zor gelmişti. Erken uyanmak, erken kahvaltı yapmak. Bundan sonra böyle olacaktı. Hâlâ uykum vardı.
Saçlarım iki örük yapılmış, siyah bir önlük giydirilmiş olarak evden çıktık. Sonbaharın ilk günleri başlamıştı. Yarıya yarıya beliren kış alametleri yüzüme vuruluyor, yakıcı sıcakların vedasını hatırlatıyordu. Rüzgâr üzerimde geziyor, iki örük saçlarımı bazen arkaya atıyordu.
Beyaz yakam, saçımdaki kurdele siyah önlüğümün yanında zavallı duruyordu. Bütün saltanat siyahın elindeydi. Bu hoş olmayan renk bana da bir gerilme bırakmıştı. Üzerimden çıkartıp daha açık renkli kıyafet giymek isterdim. Küçük yaşta bu kadar iç karartan bir renge bürünmek hoşuma gitmemişti.
Annemin elinden tutuyordum. Daha önce hiç gitmediğim bir yere gidecektim. Ve bu yer kendi evime hiç benzemeyecekti. Korkuyla beraber anlayamadığım bazı hisler peşime takılmıştı. Okul bahçesine girdiğimizde yaş olup aktılar gözümden. O ana kadar içimde sessizce duruyorlardı. Ağlayışım annemde rikkat esintilerine sebep olmuştu. Şefkatin bütün ağırlığı elleriyle başımda geziyordu. Tatlı konuşması yan yana dizilmiş teselli kelimelerinden ibaretti.
Avludaki gürültüler bir arı topluluğun vızıltıları gibiydi. Baş ağrıtıyor, kulağı tırmalıyordu. Öğretmenler, öğrenciler, veliler. Bu kalabalık içinde annesine sıkıca sarılıp ağlayan çocuklar korkumu büsbütün artırıyordu. Sanki o gün çocuklar ağlamak için toplanmışlardı.
Sınıfa girmiştik. Yeni yeni arkadaşlarım olacağını söylemişti annem. Sıraya geçtiğimde ilk yanımdaki kıza baktım. Biraz çekinerek. Çilli ve küçük bir yüzü vardı. Onun saçları iki örük değildi. Arkadan lastikle bağlanmıştı. Benim yakam dantelliydi. Annem işlemişti. Onun yakası normal bir yakaydı. Ben ona böyle dikkatli bakınca o da bana tebessümle mukabele etmişti. Az sonra yeni bir arkadaş düşüncesi akis yapmaya başlamıştı bende. Artık ağlamıyordum. Ama peşime takılan hisleri nedense gözyaşım gibi silememiştim.
Üçüncü sıradaydım. Yanımda, önümde, arkamda siyah önlük giymiş başka çocuklar da vardı. Sınıf tamamen siyah renge bürünmüştü. Siyah rengini sevmeyişim o günden kalmış olabilirdi.
Annem sınıftan çıktı. Arkasından gitmek istedim. Onu düşünürken bir adam sınıfa girdi. Babam kadar uzun boylu olmayan bu adam öğretmenimdi. Camları kalın gözlükler takmıştı. Bu kalın camın arkasında gözleri çok küçük gözüküyordu. Yeni doğan kardeşimin gözlerine benzetmiştim. Kıvırcık saçları arkaya taranmış, dalga dalga yayılmıştı başının arka tarafında. Geniş bir anlı vardı; öyle ki düz bir ovaya benziyordu. Ciddi siması beni ürkütmüştü. Konuşma esnasında küçük bir tebessümünü yakalayınca sevinmiştim. Yakalamıştım ya artık ümitliydim. Daha sonraları bu ümidimde yanılmadığımı anladım. Ciddi simasının arkasında şefkatini saklıyordu.
Durmadan konuşuyordu. “Bugün ders yapmayacağız” dedi. Sevinmiş miydim? Hatırlamıyorum. Belki de dersin ne olduğunu bilmediğimden. Çok şey söyledi. Sonrada zil çaldı. Bahçede yüzlerce çocuk vardı. Kimi büyük kimisi küçük. Merdivene oturdum. Ne yapacağımı bilemiyordum. Diğer çocuklar koşup dururken ben koşamıyordum. Onlar oyun oynarken ben oynamıyordum. Bakmakla yetinen garip bir çocuğa bürünmüştüm. Havada savrulan gülmelerini elimle tutmak asık suratıma sürmek istedim. Niyetim halis olmalı ki yanıma gelen sıra arkadaşımın muhabbetiyle gülmeye başlamıştım.
Son ders zili çaldı. Çocuklar koşarcasına sınıftan çıkmaya, merdivenden inmeye başladılar. Okul binasından çıktığımda annemi bekler buldum. Onu görmek dünyanın en güzel çiçeklerini koklamak olduğunu o gün anlamıştım.