Menu
ECZANE
Öykü • ECZANE

ECZANE

Havada  yoğun bir sıcaklı  var. Sabahın erken saatleri bile sıcağın dayanılmaz hararetinden nasibini alıyor. Anlım terden ıslanmış. Dokunduğumda parmağım nemi kapıyor.  Annemle poliklinikten  çıktıktan sonra en yakın eczaneye girdik. İçeriye girer girmez buz gibi bir hava karşıladı bizi. Adeta kavrulmuş bedenimize derman oldu.  Haftanın ilk günü olması hasebiyle kalabalığın ortasına düştük. Görevliye reçeteyi uzattım. Sanırım biraz bekleyecektik.

Bekleme esnasında ne çok şey dünyama sızıp aklıma misafir oldu. Yan gelip yatmadılar belki ama bir hayli meşgul ettiler beni. Nazarım kaydıkça dikkatim onlara yoğunlaşıyor, şuurum tek kelime etmeden konuşmalara iştirak ediyordu.

İki görevli bir de henüz ergenlik döneminin çılgın kahkahalarını yeni atlatmış bir genç vardı. Artık tebessüm ediyordu. Belki daha çok sonraları ağır ağabey rollerine bürünecekti. Bir genç kız ve iki delikanlı. Biri  omuzlarına dökülmüş dalgalı saçları, kendini bilmez bakışları, dik duran bedeni, ilaçları raflardan indirirken kendinden emin duruşu diğer bir tabirle biraz havalı olmasıyla dikkat çekiyordu. Genç kız ise  yüzünde sonrada yapıştırılan boyalarla biraz bu eczanenin çalışanı değilmiş, eczanenin yolundan geçerken yardım etmek amacıyla uğrayan her hangi bir  bayan gibi görünüyordu. Biraz daha yardım ettiktin sonra gidecek bir hali vardı. Elinin yavaş olması, reçeteleri okumasının uzun sürmesi, ustaca yapılmış bir işin sadık olmayan amelesi gibi bana da pek acemice gözüküyordu.

Tam pencere kenarında eczanenin sahibi olduğu belli olan bir adam masasında oturmuş karşısındaki adamla sohbet ediyorlardı. Tam başın üstünden mezuniyetinde çekilmiş gençlik fotoğrafı vardı. Bir adama bir fotoğrafa baktım. Nerde o simsiyah saçlar nerde o alımlı bakışlar nerde jelatin gibi yüz. İkisi arasındaki fark sağlam bir binayla bir harabe arasındaki fark gibiydi. Birisi ne kadar dimdikse öteki yıkılmanın öfkesindeydi. Ne çok şekiller dolaşıyordu yüzünde. Yumuşak, hoyrat, sert ve bazen usançlık.  Bu halden hale dolaşan yüz ifadelerinin  nedenini konuşmalarına kulak kabardıktan sonra anladım. Mevzuları bilindik erkek konuşmaların çok ötesini geçemiyordu.  Siyasetin soğukluğu ilk iş gününe bir ağırlık daha eklemiş beni de uzak durduğum meselelere sürüklemişti. İlgini çekmeyen konuları duymak ne kötü bir şey.  Eczane sahibi de benim hissettiğim kötü durumu hissediyordu galiba. Karşıdaki ona fazlalık veriyor, sanırım içinden hemen gitmesi için dua ediyordu. Ya da temennide bulunuyordu. O da birkaç kelam etse de konuşmayı pek istemediği için genelde dinliyor, bazen başını öne eğerek söylediklerini onaylıyor ara ara içeriye giren müşterilere bakıyordu. Çalışanlara dönüp bakarken  az da olsa bir kaçış olarak görüyor, en azından gözüne başkaları da takılıyordu  Bir yandan bilgisayardan elinde tuttuğu reçeteye bakarak müşterinin sigortasına bakıyor, çalıştığını bu şekilde göstermek istiyordu. Onların konuşmaları devam ederken başım çevirdim. Ama kulağımı çevirmek mümkün değildi. Duymak istemediğim konuşmalar çalınıyor, rahatsızlık veriyordu. Sanki bunları biraz daha hoş göreyim diye kucağında  bebeğiyle bir bayanı gördüm.

İşte şimdi aklıma başka bir konu girmiş, diğer bir meşguliyete adım atmıştım. Annesinin kollarında henüz dünyadan bihaber minik bir bebek siyasetten arınmış, maneviyatın duruluğunun has bahçesinin mis kokularına çağırmıştı beni. Cennet kokusuna.  Ne  güzel bir konu ne içten mevzu idi. Diğeri gibi suni ve hislerin zorlanmasıyla husule gelen bir şey değildi. Beni etkiledi.  Yanlarına gidip bebeğe bakmaya başladım. Yakından sevmek uzaktan sevmek gibi değildi.  Her şey  daha belirgin, endişe, şüphe,  vehimlerden uzaktı. Eminlik veriyor, gözün gördüğünü akılda onaylıyor, yalana mahal kalmıyordu.  Gerçekliğini esneyerek değil canlı olarak gösteriyordu. Bu da sevmenin berraklığını ifade ediyordu.  Anneyle konuşmaya başladım. Eczane  sahibiyle o adamın konuşması uzaktan uzağa gelse de minik bir bebeği seyretmenin yanında sıhhatini kaybediyordu. Henüz bir aylıktı. Ve kulağı ağrıdığı için polikliniğe getirmişti. Anne çok gençti. Tahminen yirmi yaşlarında vardı. Bebeği kucağıma almaya cesaret edemiyordum. Olması gereken yerdeydi.

Beklememiz uzuyordu.  Ben bebeğin yanından yarılmış, her zamanki gibi kendi dünyamın kilidini açmaya başlamıştım ki içeriye iki kadın ve üç çocuk girdi.  Kalabalık başka üyelerini de çağırmış, soluğuma yeni nefesler eklemişti. Kapı yine kapandı ve ben mecburen istenmeyen bir misafir gibi duvarın dibinde bu yeni gelenlere göz ucuyla bakmak zorunda kalmıştım. Doğu aksanıyla konuşan bu iki kadın benim yeni yarenlerim olmuşlardı. Çocukların kan gruplarını öğrenmek için neler yaptıklarını konuşuyorlardı. Çocuklardan biri parmağına batan iğneden çok ağlamış. Hemen üç çocuğun hangisinin ağladığını anlamaya çalıştım.  Üçünün gözlerinde ıslaklık vardı. Ama sarışın olan kızın gözleri kıpkırmızıydı. Ve hâlâ  ağlamak için fırsat kolluyor, annesinin korkusundan ağlayamıyordu. Yabancıların yanında ağlanmazdı ve belki ayıp olduğunu eczaneye kadar annesi ona söylemiştir. Bebek ve çocuklar. Kalabalığın içinde yalnız onları isteyerek kendi dünyama kabul ettim. Bebeği kucağımda sevdim, çocuklara en güzel masalları anlattım. Sarışın kıza bir bebek hediye ettim. Diğer iki çocuğa gülüşümü verdim. Ne çok hoşlarına gitti gülüşüm. Hep istekleri buymuş gibi etrafımda dolanmaya başladılar. Bebekte kundaktan çıkmış benimle konuşuyor, şakalar yapıyor, yüzüme öpücükler konduruyordu.  Menfaatten başka çıkarı olmayan siyasetinden uzaktım. Her şey kendi halinde sağdan soldan eklenen duygular yoktu. Kendi düşüncene sahip olmayan insanları hor görmekte yoktu. Şeffaftı her şey.

Görevlinin annemin isminin çağırmasıyla hayalim bir anda benden çıkıp, hâlâ konuşmaya sürdüren adama, bebeğe, kadınlara, çocuğa ve yeni gelen müşterilere çarptı.  Bu çarpmayla kendime  geldim. Bekleyişimin tek mükafatı çocuklardı. Elma şekerinin tadını belki onlara hissettiremedim. Karşılık veremedim. Benimle alakadar olduklarını sessizliğimden de anlayamadılar. Olsun. Siyah olan kalabalığımı biraz yeşile, biraz maviye, biraz da beyaza boyadılar. Bu yeterdi bana.

Eczanede çıktığımızda ateş gibi bir sıcaklığın ortasına düştük. Misafirlerimi de kapı dışarı etmişti. Artık onları bir daha göremeyecektim.

Diğer Yazıları