--« 3 »--
(3128) «bu cihan deryâdır ve ten balıkdır; ve ruh, nur-i subûhdan mahçûb yunus’dur.»
cihan deryâ insan balık...
cihan deryâ cisim balık...
cihan deryâ cisim mâhî...
temrin-i şerh:
ger meydân-ı deryâda görür isen hâliki, uçucusun; ger görür isen halkı/mahluku, yüzücüsün
(...)den 20:30 sularında çıkabilip, fatih’e geldim. IHH’nin taylesan sokağındaki mescidinde namazı kıldıkdan sonra, (...) boyunca inip, çay ocağına oturdum. oturup etrafı tarassut etdikde, aklımdan şu lâyiha/manifesto geçdi:
tophâneler, âsûdeler, boğazlar ve benzerleri ve ziyadeleri ve fevkinde fiyakalıları cantilere kalsın... cihanın fakir-i âcizine burası kâfi. bir yanda roma ve bizans, bir yanda osmanlı halitası... ve üfül-üfül esen, insan(lar)dan kopuk olmayan ve kimesneye uzak durmayan, bilâkis, cem’iyyet ile içiçe.. hem sevimli, hem ılık, hem ferah; göğe ve âfâka (ve âfâkı) açık bir mekân... değmen keyfime... kimse dönüp bakmıyor, parmak doğrultmuyor. herkes kadar ve gibi serbestim. (çün ki, herkes herkesin üstüne basıp geçer, farketmez. çün ki, basıp geçdiği kendisidir. bu yüzden, iyi/kötü, takılmaz, bakmaz, -rahatsız edip etmediğine bile- dikkat etmez.) kimse iltifat etmiyor... ne saltanat!
ağaçlar var, kuşlu. kuşlar var, cıvıltılı... yiyecek içeceğin, hem yerlisi bol, hem bolluğuna bereket... masa-sandalye ahşap; kimi tabureler örme... oh, ne rahat! çayın en ucuzu, ya’ni en içilesi, tazesi, çöplü... oh, nefis!
(birbuçuk saatlik toplu taşıma otobüs yolculuğu olmasa, otur ha otur...)
konuşmalar çoklu ve yerli: devlet-i hürrün terekesi.
san ki meydan-ı hüseyn...
san ki, üstü açık fişavi...
/kuşkusuz, fişavi’de, hân-ı halil’de, meydân-ı hüseyn’de dinledikleri, et ile tırnak gibi insanla kaynaşmış cünbüşlü canlı müziğe (anlayabilenleri elbet, emeklileri değil) meftûnluk duyuyor, amma, kıskançlık ve fesadlıkdan ve içlerinde ejderhalaşmış gurur(aldanma)larından, bunu itiraf edemiyor soluk benizli beyazderililer...
/
istanbul’da, sonkilerine yetişdiğim, kimi muharriran, böyle salaş çay ocaklarını, kuytu kahvehaneleri tercih ederdi, yazmak ve kendisiyle başbaşa kalmak ve ajansı dinlemek için.
öncekileri bilemem, amma, bayezid’deki marmara, koska, sakarya, yıldız, erzurum; kapıalıçarşıda halen açık, amma, turistik gürültü-patırtı istilasından nâşi muharriransız merkez.. kıraathanelerinde, muharrir görmüşlüğüm vaki’dir. (mesela, üstad da, çayı iyi yerlerde kafasını dinlemeğe çalışırdı, amma, rahat bırakılmazdı... üniversite’nin yeni ve abuk-subuk suratlı/suratsız kütüphanesinin karşısındaki, el’an nâ-mevcud yıldız’dan kadıköyü’deki vagon’a kadar, nereye gitse, ara-ara rahatsızlık verirdik. şimdi, pek de uygun davranmamışız gibime geliyor... /hey, kimseye ikameliğim sözkonusu değil; ikametim istanbul taşrasında.. zaten!..)