Menu
FİRUZ AĞA: KÖPEKLİNİN HİKAYESİ (BİN1FİRUZ7)
Deneme/İnceleme/Eleştiri • FİRUZ AĞA: KÖPEKLİNİN HİKAYESİ (BİN1FİRUZ7)

FİRUZ AĞA: KÖPEKLİNİN HİKAYESİ (BİN1FİRUZ7)

bismillahirrahmanirrahim

anlatan: şehrazad

yazan: kamil doruk

FİRUZ AĞA (7)

Köpeklinin Hikâyesi (2)

kardeşim sözünü bitirip başını sol omuzuna eğince, yine bir sessizlik çöktü, ve çekti bizi içine. dinlediklerim içimde için-için sedalandı: bu hasretin belirip şiddetlenmesi nicedir?! bu ne haldir?!

derken, diğer kardeşim konuşmağa başladı:

«ağabey; izninle bir şey sormak istiyorum… zahirî, ma’ruf bir değerlendirme ile, ömrümüzün neredeyse yarıdan fazlası geçdi. hep bu kasabada mı yaşayacağız? tamam, ara-sıra birkaç günlük mesafeli seyahatlere çıkmıyor değiliz; ama, dünyada gezip görmeğe değer öyle yerler var ki… sen pek gezmediğin, görmediğin için burada mutlusun. amma, yaradanımız bu dünyayı neden bu kadar çeşitli, tuhaflıklar sergileyen şekilde yaratmış, düşündün mü? peygamberimiz sallâllahu aleyhi ve sellem, seyahatte sayısız faide ve genişlik, iç huzuru ve kafa selâmeti ile ufuk açıcılık bulunduğunu belirtmiş. yaradan allah’ımız, bu kadar çeşitliliği ve acaiblikleri sebebsiz yaratmamış, ibret alınıp sonsuz yüceliği ve kudreti görülüp anlaşılsın istemiş. bizim imkânımız elverirken, boş durulmayacak, bilinen deyimle, hem ziyaret hem ticaret edilecek seyahatlere çıkıp, iki taraflı kazanç peşinde niye koşmayalım: arzda gezip maişet te’mini ve yaradanımızın sonsuz yücelik ve kudretini ayetlerinde, ya’ni yarattığı küçük büyük, canlı cansız şeylerde temaşa ile ibret almak, ufkumuzu genişletmek... ‘bilenle bilmeyen bir olur mu’ ağabey? gezimizde, gittiğimiz yerlerdeki meşhur âlimlerin ilim halkalarına da, zamanımız elverdikçe katılırız…»

düşündüm ki: bir bela bin nasihatden yeğ, denmişse de, bir kereden yeterli dersi çkaramamışlar; çıkarmışlarsa da, zamanla dersin tesiri azalıp silinmiş. ikisi de ikinci bir derse ihtiyac duyar hale gelmiş. bu ihtiyacın önünü alamayacağım. hiç olmazsa, yanlarında bulunayım, dert ve tehlikeyi en az zararla atlatmalarına yardımcı olabilirim; veya, üç kişi olursak, yolculuğun tehlikeleri ve alışverişin hilelerini biraz hafif atlatabiliriz…

bu düşünce ile:

«tamam; madema ki bu kadar ısrarcı ve inatçısınız, ne deyip ne etsem sizi bu hülyadan vaz geçiremeyeceğim, bir kere daha, üçümüz şansımızı deneyelim, yolculuğun tehlikelerini ve alışverişin hilelerini birlikde göğüsleyelim… tamam; şimdi gidip, elimizdeki parayı ortaya döküp sermayemizi hesaplayalım» dedim.

kalkıp eve girdik ve paralarımızı ortaya döküp saydık. altı bin altın liramızın toplandığını gördük. bundan sonra şu fikri ortaya attım:

«beni aşırı tedbirlilik ve hatta evhamlılıkla suçlasanız da, tecrübemin gereği, şunu teklif ediyorum. bu paranın yarısını bağçenin belirleyeceğimiz bir köşesine gömelim. olur da bu ticaretden başarısızlıkla veya talihsizlik sonucu zararla, yahut bir felakete uğrayıp dönersek, burada tamamen sermayesiz kalmayıp, kendi memleketimizde yeniden orta halli bir iş kurabilelim.»

tedbirliliğimi takdirkârâne sözlerle beğendiklerini belirtip, kabul etdiler. kimbilir, beğenmeseler de, onlarla gitmekden vazgeçeceğim ihtimaline karşı, beğenmiş gibi konuştular…  birlikde kalkıp bağçeye çıktık, belirlediğimiz bir ağacın altını kazıp, üç bin altın lirayı buraya gömdük.

sonraki bir hafta boyunca, payımıza düşen biner altın ile, mal alıp bir gemi kiraladık. mallarımızı gemiye yükleyip, dicle nehrinde yolculuğumuza başladık.

birkaç haftalık yolculukdan sonra, gözümüze kestirdiğimiz bir şehre indik. burada mallarımızı gayet kolayca ve bire on kârla sattık. buraya mahsus, başka şehirlerde az bulunup kolayca satabileceğimizi tahmin ettiğimiz mallar satın alıp gemimize yükleyerek, üç gün sonra bu şehirden ayrıldık. nehirden denize açılıp, küçük bir kasabanın bulunduğu sahile yanaşıp indiğimizde, zor durumda kaldığı üst-başının perişanlığından anlaşılan genç bir hanım bize doğru geldi. bana yaklaşıp, birden elimi tutup öptü. sonra:

«merhametli efendim, lûtfen beni buradan kurtarıp götürür müsünüz? çok zor durumdayım. beni kurtarırsanız, bunun karşılığını inşaallah ödeyebileceğimden emin olabilirsiniz» dedi.

haline pek acıdım. çaresizliği besbelliydi. merhamet damarım sonsuzca kabardı ve:

«elbet elimden geleni yapar, seni buradan istediğin yere götürürüm. bu bizim insaniyet borcumuz. ancak, tek şartım, kendini borçlu hissetmemen ve karşılığını ödemek gibi bir düşünceye kapılmaman… çünki, dediğim gibi, bu bir iyilik değil, bir insaniyet ve adalet borcudur» dedim.

bunun üzerine pek sevinip mutlu oldu ve rahatladı. söylediklerime karşılık, şöyle dedi:

«bu durumda, beni eş alın. size elimden gelen hizmetde bulunayım. yanınızda memleketinize götürün. her bakımdan her şeyimle kendimi size adayayım. lûtfen beni reddetmeyin. iyiliğin ve adâletin ne olduğunu, ne kadar kıymete değer bulunduğunu bilirim. şu an gördüğünüz bu perişan görünümüm sizi aldatmasın. cahil-cühelâ, görgüsüz ve hayasız takımından değilim.»

bunları işitince, içimden ona karşı bir şeyin aktığını hissettim. allah’ın takdiri ya, her geçen saniye onu daha düzel görüyor ve istenir buluyordum.

onu gemiye götürüp yerleştirdim ve dönüp kardeşlerime katıldım. günlük alışverişimizden sonra, ona yeni giysiler alıp, bir de güvenilir hoca efendi bulup gemiye döndük. kardeşlerimin şahitliğinde, hoca efendi mehir belirleyip nikah duamızı etti ve ikrarımızı aldı. evlenişimi kendi aramızda kutladık. karım, yeni giysiler içinde güzelliği son derecesinde ortaya çıkmış, inci gibi parlıyordu. bir gün içinde ona gönülden bağlanmışdım.

karımın isteği doğrultusunda, orada eğlenmeden, güneş doğmadan, seherin ilk ağartısıyle denize açılıp uzaklaştık.

ikimiz çok mutluyduk ve gece-gündüz ayrılmıyorduk. karımın duaları ve nikahımızın bereketiyle bizi sevindirmek isteyen takdir-i ilahî  sayesinde, her gittiğimiz yerde mallarımı iyi kârla ve kolayca satıyor, yeni ve pahalı mallar almama rağmen, nakit sermayem çığ gibi büyüyordu.

ancak, pek farkına varmasam da, kardeşlerim, gün geçdikçe artan mutluluğumu ve inanılması güç zenginleşmemi kıskanıyorlarmış. bunu biraz hissetsem de, açgözlü bakış ve tavırlarını, imrenmelerine yoruyor, allah size de daha güzelini ve iyisini versin, diyor, mallarımı ve paramı ele geçirmek için teşebbüse geçebileceklerine, hele beni öldürmeğe kalkışacaklarına asla ihtimal vermiyordum. bu yönde içime doğan bütün düşüncelere vesvese diyor, kendi kendimi suizanda bulunmakla suçlayıp, hemen zihnimden uzaklaştırıyordum. ancak, yanılmışım. şeytan, dünyalık hırsı tozunu yüzlerine püskürtüp gözlerini bağlamış, hırstan körleşmiş gözlerine, kötü düşüncelerini allayıp pullayıp güzel göstermiş.

nihayet bir gece, başımıza gelen geldi. uyurken, yanımıza girip, ne olup-bittiğini anlamağa fırsat vermeden, ikimizi tutup denize attılar. suyun serinliğinde uyanıp kendine gelen karım, birden silkinip bir ifrite oldu. suyun içinde boğulmak üzereyken, beni çıkardı ve göz açıp kapayıncaya, en yakındaki adanın emniyetli bir köşesine bırakdı. sonra, gidip, sabaha kadar görünmedi.

sabah gelip, bana şu açıklamada bulundu:

«sanırım anladın: ben, bir ecinniyeyim. ya’ni sen, bilmeden bir ecinniye ile evlendin. amma, merak etme, ben, yüce allah’a ve onun son peygamberine inananlardanım. seni görünce pek beğendim. her türlü iradenin sahibi yaradan böyle istemiş olabilir, diye düşündüm. evlenmek istedim. amma, huyunun iyi olup-olmadığını, kalbinde merhamet bulunup-bulunmadığını anlamak için, başı belâda yoksul bir kadın kılığında karşına çıkıp, göründüm. buna rağmen benimle evlenmeği kabul edince, seni daha çok sevdim ve her türlü iyilikde bulunmayı istedim. ancak, kardeşlerin senin gibi iyi insanlar değil. bize bu ettikleri kallaşlık ve hainlikden sonra, öldürülmeleri gerek. onlar yeryüzünde fitne-fesat çıkarmağa eğilimli. bu gibilerin üzerinde gezinmesinden, yeryüzü rahatsız, insanlar ve diğer canlılar mutsuz. şimdiye kadar çokdan gidip öldürürdüm onları amma, ne de olsa kocamsın, sana haber vermek istedim. yanına bunun için geldim.»

karımın bir ecinniye olmasını öğrenmek, şaşırtdı, elbet. beni kurtardığı için teşekkür etdim. kardeşlerimin öldürülmesine gelince, buna hemen onay vermemin mümkün olamayacağını belirtdim. sebebini açıklayabilmek için, onlarla şimdiye kadar aramızda geçenleri anlatdım. ancak anlattıklarım onu ikna etmedi. bilâkis, lüzumsuz yufka yürekliliğim ve kardeşlerimin bana etdiklerini duymak, öfkesini arttırdı.

«bu gece gidip onların gemisini batıracak ve her şeyleriyle deniz halkına yem edeceğim. merhamet ve af, dünyalılar arasında, hakkeden, ya’ni bilmeden veya kazaen ilk kez cürm işleyenler ve hataya düşenler içindir. kardeşlerinin sana yapıp etdikleri ise, bilerek ve tasarlamaklı. hukuk terazisinde, sen, onları bağışlayıp kendine ve adalete zulmetmekle kalmıyor, kamu merhametine zulmün kapısını da aralıyorsun. senin bu isteğini kabul etmek de, mazluma karşı zulme ortaklıkdan başkası değil. ve kardeşlerinin cezasız kalması, senin elinde, seninle kayıtlı değil; çünki, ben şahid bulundum ve beşer zaviye ve boyutunda, ben de mağdur ve mazlum durumundayım.»

telaşım son derece arttı. kardeşlerimi öldürmemesi için şuursuzca yalvarıp yakarmağa başladım:

«onları öldürürsen, ben neredeyse akrabasız kalırım. kiminle oturup konuşur, kiminle dertleşir, kiminle yardımlaşırım?! dahası, soyumuz tükenir. sen bir ecinniye olarak, karım olsan da çocuk doğuramazsın. onlar daha genç ve cahillik karanlığı ve tecrübesizliğin körlüğü içinde, yapıp ettiklerinin nereye varacağını bilmiyor. onları bana bağışlarsan, elimden geldiğince eğitme ve dizginleme sözü veriyorum. bütün çabama rağmen ıslah olmazlarsa, belalarını ısrar ve inatla ararlarsa, elbet bulurlar. sana karşı suçlarının diyetini ben üstleniyorum…»

«temelsiz konuşuyorsun. ne dediğini bilmez bir haldesin. bu işler şaka değil. yufka yüreklilikle ölçü konmaz ve düzen sağlanmaz. eğer beni etkilemek istiyorsan, önce gözünü aç da doğru istikameti seç. sana ve senin gibilere uymak, kargaşa ve fesada yol vermek, masumlardan, mazlumlardan merhameti esirgeyip, zalim ve bozgunculara bol keseden saçmakdır. bu da, adaletin, dolayısıyle insanlığın, ya’ni dünyanın ölçü ve düzeninin darağacı değilse, nedir? gülü kurutup çalıyı sulamak reva mıdır?»

böyle söylene söylene beni sırtlayıp uçurdu ve kasabamızdaki evimize geldik. kapıları açıp havalandırdık. temizlenip karnımızı doyurduk. bağçeye çıkıp, üç bin altını gömdüğümüz işaretli yere gidip kazdım. altınları yanıma alıp, çarşıya gitdim. dostları ziyaretden sonra, dükkanımı açdım ve acil eksikleri tesbit etdim. çıkıp bunları, ahbabın yardımıyle tedarik edip taşıttım. böylece tekrar kendi kasabamızdaki dükkanıma oturup ticaretime başladım.

o gece yatıp, deliksiz bir uykudan sonra, sabah namazına dinlenik kalktım. kahvaltı edip dükkanıma gitmek üzere çıkarken, kapının önünde bağlı iki köpekle karşılaşdım. şaşırdım. yanımdaki karıma dönüp sordum:

«bunlar nedir? ne zaman getirilip bağlanmış bunlar buraya?!»

«bunlar kardeşlerin. sen iyice kederlenip me’yus olmayasın, işden-güçden, elden-ayakdan düşmeyesin diye, öldürmekdense, onları böyle cezalandırdım. büyüde, sihirde bu civarın en ustası, üstadesi kız kardeşimden rica etdim, on seneden evvel kurtulmamaları kaydıyle onları bu hale sokmasını istedim.»

evvela, bir süre bu hali kabullenip alışmağa çalıştıysam da, üstesinden gelemedim ve her geçen ay ve yıl kardeşlerime acımam ve özlemim artdı. gözümün önündeki bu hallerine yüreğim dayanmadı ve üç sene sonunda, karımın kız kardeşini bulmak üzere, iki köpeği yanıma alıp yola koyuldum. işte, gördüğünüz şu iki köpek benim öz kardeşlerim... yolda, adının firuz olduğunu öğrendiğim bu garibe rastladım ve hikayesini dinledim. sonucu merak edip bekledim. sonrasını sen de biliyorsun. benim ve bu iki köpeğin hikayesi bu. eğer meraka değer buldun ise, söz verdiğin üzere, zavallının cezasının üçde ikisini bana bağışla...»

ecinni kral:

«evet, gerçekden pek ilginç bir hikaye bu. cezanın üçde birini de senin anlattığın hikaye adına bağışladım.»

*

bu mutlu adımdan sonra, son adımı atıp firuz ağayı kurtarmak için, üçüncü garip yolcu, ya’ni katırlı yolcu ileri çıkıp, ecinni krala seslendi:

«ey kral; bunlar da bir şey mi benim hikayemin yanında... eğer bu garip firuz ağanın kalan üçde birlik cezasını da bana bağışlamağa söz verirsen, benim başımdan geçen hikayeyi anlatayım da, merakdan gözkapaklarını birbirine düşman edecek, dinleyeni heyecandan çatlatacak hikaye nasıl olurmuş, şahid ol...»

ecinni kral, kalan cezayı da bağışlamayı kabul edince, katırlı yolcu başından geçenleri anlatmağa başladı:

Diğer Yazıları