Menu
DELİ
Öykü • DELİ

DELİ

Gölgeler boyunca yürüdü.
Sonbahara ne kalmıştı ki. Artık rüzgâr serin esiyor. Yapraklar havada savruluyor; sarı, çürümüş yapraklar. Birkaç gün öncesine kadar durgun sularda nazlı nazlı uyuyan balıkçı tekneleri artık kıvranıyor, sallanıyor.
Şehrin çehresine bir soğuk düşmüştür. İstanbul üşümeye hazırlanmaktadır.
Parkasını sırtına geçiren adam, elleri onun ceplerindedir, yaprakları ezerek, tekmeleyerek; ürkek, yalnız yürüyor. Sigarası ağzındadır. Dumanı havaya dağılıyor, gözlerine doluyor. Bazen öksürüyor, nikotine yeni mi başlamıştır?
“Ben yenilgiyi böyle mi tadacaktım? Yaşım yirmi sekiz. Şehir kazanmıştır. Ama hâlâ pes etmedim. Şu yürüdüğüm yolların beni çağıran son noktasındaki gelecek günlerime hırsla sarılıyorum. Yalnız, korku bütün tufanlar gibi bedenimi sarıyor.”
Genç adam mırıldanıyor. İskeleye yanaşan gemilere, inmek için sabırsızlanan yolculara
bakıyor. Rüzgâr saçlarını karıştırıyor; o, elleriyle düzeltmeye çalışıyor. Yollardan otobüsler, sarı arabalar geçiyor. Eyüp Camii’nden şimdi bir vaktin ezanı yükseliyor. Adam acıkmıştır. Ama konuşmaya ara vermiyor.
“Seni görmüştüm. Ellerin Boğaz’ın tuzlu sularına değiyordu. İşte, uzakların sessizliği. Bir kadın tahayyül etmiştim. Uğrunda savaşların verildiği, gemilerin yakıldığı mukaddes bir vatan gibi olmalıydı. Şehir büyüyordu. Düşündüklerim, hayalini kurduklarım bir bir küçülüyor. Anadolu taşrasından, dorukların sükutundan kopup, gemi böğürmeleri arasında, katil bakışlı kızarmış gözlerin huzurunda senin, kurguladıklarımın peşindeydim. Realite soğukluğu. Ve özlemlerim gibi olmayanlar. Şimdi asfalt caddelerin kenarlarında, deniz tarafı iri zincirler gerilmiş sahil yollarında titreyerek yürüyorum. Yanı başımdan egzoz dumanları ve martılar uçuşuyor. Tanımadıklarım hızla, gülüşerek, sevgilileriyle geçiyorlar. Balıkçı teknelerinin ardından ağlar sürükleniyor. Baloncular üşümüş, çekirdek satıcıları yorgun, isyankâr.”
Kışın sel kabarıp, insanların karşıya geçerken güçlük çektiği dereye bir ahşap köprü yapacaktı. Dülger, ağaç yontucusu değildi. Nuh da bir gemi inşacılığından anlamıyordu. Ama dünyanın sularla boğuşmasına karşı durabilen, yüzen bir araç yapmıştı. Amcası ve köyün diğer insanları el ele verdiler ve bu köprüyü derenin üzerine oturttular. İstedikleri, hayalini kurdukları şeyler biraz emekle, biraz ter dökmekle oluyordu. Çalışıyorlardı. Azmediyorlardı. Durmuyorlardı. Ovaya sis çöktüğünde, bir sabah vaktidir, yonca otlarını topluyorlar. Dağdan meşe dallarını kesip kışa hazırlıyorlar.
Şehrin gecesinde yürüyor. Elleri önüne düşmüştür. İki yanında bomboş kalmış elleri sallanıyor. Ve bu güzelliği çok istemişti!
“Ya katil olacaktım, ya da deli. Şehir bana idealler vermiyor. Uzaktan davulun sesinin hoş geldiği söylenirdi. Şimdi devasa bir metropolün sokaklarında çaresiz bir hastalığa yakalanmış aç köpekler gibi geziniyorum. Sevgilimi o koyda, mavi atlastan yelkenli bir gezinti teknesinde bırakıyorum; bırakmak zorunda kalıyorum. Korkular ve tenhalıklar görüyorum.Yıldız Parkı, Fethi Paşa, Çamlıca’nın aşağıları, Tophane’nin arkasındaki metruk alan yalnızların, kimsesizlerin yerleri mekânlarım oluyor. Çoğu zaman sabaha karşı uyuyor ve ağzımdan köpükler fışkırmış bir halde aç uyanıyorum.Günler çok fazla geçmiştir.”
Adam şehre baktı.Yüksek bir yerde, ağaçların arasında duruyordu. Aç ve güçsüz durumdaydı. Titrek bacakları adeta onu taşıyamıyor. Güneş batı tarafta asılıydı. Aşırı yüklenmiş dev bir turuncu gemi tam köprünün altından kayıyor. Şehir hatları vapurları böğürerek sanki o iri cüsseden kaçışıyorlar. Kılavuz kaptanlar güçlük çekiyor. Adam elleriyle alnına siper yaptı. En uzakları görmek istiyor gibiydi. Galata Kulesi külahlı haliyle seçilmiyor, Süleymaniye yine devasa duruşlu, gizemli, vecd içinde. Topkapı. Ayasofya...
“Nasıl yaşadığımı anlatmakta zorlanıyorum. Ellerimi savurup boşluğa çaldığım her yerde senin gözlerin duruyor. Onları yakalamak için ileriye atılıyor ve mekânın kimsesizliğine düşüyorum. Fırıncıların, dönercilerin önünden geçmek durumunda kaldığımda halime acıyıp ekmek, bazen şansımdan mıdır, nedir yemek artıklarını bana veriyorlar. O anı çok eskilerden aklımda kaldığı şekliyle bayram sayıyorum. Ve doyuyorum. Bu sevinçle sahilin yolunu tutup çıplak ayaklarımı yosunlu suda çırparak martıların çığlığını dinliyorum. Adeta çocuk gibi davranıyorum. Genç bir kadına anne, beyaz sakallı bir ihtiyara “Nasılsın çocuk?” diyorum.
Gözlerim kararıyor. Erkek cinsinde iradenin güçlü olduğuna inanırdım. Mecnun’u kınamıştım. Güçsüzlüğü, çöllere sığınıp vahşi hayvanlarla konuşması yadırgadığım durumlardı. Şimdi aynı haldeyim. Gezinti teknesinde yüksek sesli müzik çalınır. İnsanlar oynar, sahile, ,bulunduğum yöne el sallarlar. Yorulana kadar o geminin peşinden koşarım. Ne yaptığımın bilincinde değilim. Dağa (taşra) dönemiyorum. Şehrin ortasında kalakaldım. İnsanlar davranışlarıma kahkahalarla gülüyorlar, bana küfrediyor ve halimi umursamadan geçiyorlar. Kendime çekidüzen vermeliyim. Ama irademi toparlayamıyorum. Mecnun’un haline gülen yoktu, çünkü çöle sığınmıştı. Sadece onu ben yadırgamıştım. Şimdi o gözler uğruna gerçekten de acınacak haldeydim.”
Haftalar art arda ilerledi. Soğuklar kendini aşırı bir şekilde hissettiriyor. Yağmur damlaları şehrin yaşayanlarını, evlerini, köpüren, kuduran denizini ıslatıyor. İshak hırpani kıyafeti, darmadağınık saçları ve itici sakallarıyla ve etrafa dağıttığı iğrenç kokusuyla kahvenin bir köşesine büzüşmüş, ortadaki sobadan yayılan sıcaklıkla ısınmaya çalışıyor.
“Ne yapıyorsun İshak Ağa?” dediklerinde ağzından korkmuş bir “Iııı” sesi kopuyor. Anlamsız bir sesler yığını.
“Onların sözlerinden, bana takılmalarından bir anlam çıkaramıyordum. Okey oynuyorlar, sigara dumanları arasında şakalaşıyor ve kahkahalar atıyorlar. Burası bir balıkçı kahvesidir. Kıyıda, duvarı denize değen, camından suların yanağından kayan gemilerin göründüğü bir mekân. Kışları oraya sığınıyordum. Fecaatin doruklarını zorluyorum.
Akşamları inleyen gemiler geçiyor. Arka caddeden ani fren yapan sarhoş sürücülerin o korkunç sesleri geliyor. Başım dizlerimin arasındadır. Tükürüğümle ağzımdan yere uzanan bir iplik yapıyorum. İnsanlar çekilmiştir. Korkumu dağıtmak istiyorum. Senin ellerini, o tutamadığım sadece denizin tuzlu sularında hayal edebildiğim ellerini düşünüyor, gecenin ardındaki sabahı bekliyorum. Görkemli, içinde salınarak yürüdüğün kâşâneler kuruyorum. Sen yanımdaydın, kollarımdaydın. Aşk en olgun halindeydi. Kadife örtülü masalar, sandalyeler bir şarkı, seninle dolu, ritmini, notalarını hatta eslerini senin oluşturduğun bir şarkı dinliyorlar. Ay ışığı camdan içeriye doluyor. Yakamozda martılar kanat çırpıyor. Sen somutlaşıyorsun. Hayır sen soyutsun.”
Adam karabasanlar içindedir.
Şimdi beyaz bir güneş doğdu. Şehir hareketli, insanlar telaşla koşturuyor. Gemiler doluyor- boşalıyor. Taksiciler kavgaya tutuşmuş. Balıkçılar ağlarını tamir ediyor. Açıktan bir yelkenli geçiyor. Güneşe doğru kayıyor. O adam, İshak sevgiliyi bulamıyor. Gece oluyor, yıldızlar parıldıyor. İshak zamanın her anında inlemelerini, feryadını tüm sokaklara, gök kubbeye gönderiyor. Açlık mı? Artık umursamıyor.

“Ne yanar kimse mana ateş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı.”

“Kimse gelmiyordu. O bekleyen biri bendim. Leyla hiçbir şeyin farkında olamıyor.
Şehrin buz kesmiş sokaklarında yalın ayak adımlamıştım. Açtım ve halsizdim. Kulübemde akşam bir anda oluyor, gece hiç geçmiyordu. Hastalığa yakalanmıştım. Doktorlar gelmiyordu. Gerçi kimseyi kabul etmiyordum. İhtiyarlık ufuklarında geziniyordum. Artık yer yatağındayım. Kalkamıyorum. Uzak komşular bazen yemek gönderiyorlar. Bir çocuk geliyor. Onu, benimle ilgilenmekle görevlendirmişler. Yalnızdım, ama hiçbir vakit bir başıma kalamıyordum.

“Aşiyan-ı murg-i dil zülf-i perişanındadır
Kande olsam ey peri gönlüm senin yanındadır.”

“Çocuk Musa perdeyi çek, ay ışığı yüzüme değiyor. Kapıları ve pencereleri sıkıca kapat, martı çığırışları kulaklarıma doluyor.”
“Perdeler ve kapılar kapalıdır Mevlânâ İshak.”
“Döşeğimde uzanıyorum.”
İhtiyar İshak doğrulmak istedi. Bunu yapmaya gücü yetmedi. Musa yardımına yetişti, ama o bunu kabul etmedi.
Karanlık uzaklara, kulübenin duvarlarına bakarak “Leylâ” diyebildi...

([email protected])

Diğer Yazıları