Menu
DEĞİŞİM
Öykü • DEĞİŞİM

DEĞİŞİM


Görgün Sansar, bir sabah uyandığında yatağında kim olduğunu bilmez halde buldu kendini. İnsan olduğunu biliyordu tabii, sonra mazallah bir böcek bile sanabilirdi kendisini. Evinde olduğunu da anlamıştı anlamasına ancak buraya nasıl ve ne şekilde geldiğini, ne iş yaptığını, ailesini yahut komşularını, hiçbirini ama hiçbirini asla hatırlayamıyordu. Sokaktan sahiplenilip yeni evine bırakılmış bir köpek kadar şaşkın ve yabancıydı bulunduğu yere. Gözlerini kırptıkça bir şeyler hatırlayacak gibi oluyordu ancak geçmiş, dilinin ucuna gelip de bir türlü hatırlayamadığı bir kelime gibi zihninden kaçıyordu.

Yatağında doğruldu, kalkmaya hazırlanıyorken kapının ardından gelen bir hışırtıya dikkat kesildi. Bir poşet gıcırdayışıydı bu. Görgün bir put gibi kımıldamadan durup sesin kaynağını sezmeye çalıştı. Bu sırada sesler de şiddetlenmişti, sanki birisi, ayağına takılmış poşeti çıkarmak için çırpınıyordu az ötede. Hırsız girmiş olsa ne yapabilirdi ki, yakalamaya kalksa muhtemelen başına bir silah dayanırdı. Hafızasını kaybettiği ilk sabah vurulacak, yerde iki seksen uzanan cesedi belki de haftalarca çürüyecekti. Tüm bunlar da onun geçmiş hayatında ne kadar bahtsız biri olabileceğini kanıtlardı doğrusu. Gerçi sabah değil miydi vakitlerden, ne işi vardı hırsızın gündüz gündüz evde? Yok, hırsız olamazdı bu, yoksa bir ailesi mi vardı? Annesi, babası, yoksa eşi, hatta çocukları? Eğer böyle birileri varsa bu haberle kahrolabilir, kriz geçirebilirlerdi, belki de kendisine inanmayıp evi bile terk edebilirlerdi. Ah şu iletişimsizlikten kaynaklanan küslükler...

Poşet sesleri sonunda kesilmişti. Yine neler kurgulamıştı öyle Görgün, tek kişilik yatakta uyandığına göre evli filan da değildi. Belki yalnızca pencerelerden biri açık kalmıştı. Belki de rüzgar, bir poşeti pencerenin kulpuna takmış, onunla oynuyordu. Hayal gücünün genişliğini kafasında mayalanan geçmişine verdi, yatağından kalkıp kapıya bir kez daha başını çevirdi. Ancak kapının önünde son tahmini bile olmayan bir şey, alacalı bulacalı irice bir kedi duruyordu.

***

Gününün geri kalanı, evi ve sokakları keşfetmekle geçmişti Görgün'ün. Evinde bir kedi ve profesyonel bir bilgisayar köşesi dışında kayda değer bir bilgi bulamamıştı. Ayrıca tüm gün ne bir arama gelmişti telefonuna, ne de kapısına dayanan birisi olmuştu. Buradan işsiz ve yalnız olduğu çıkarımına varmıştı Görgün. Dışarı çıktığındaysa sokakların, semtin nezih yerler olduğuna karar vermişti. Böylece maddi durumunun da aslında iyi olduğunu anlıyordu. Şehri keşfetmek adına, kaybolmayı da göze alarak bir otobüse bindi sonra.

Otobüsün camından akan şehri, akmayan trafiği, renkli dükkanları, renksiz insanları seyretti. Bir ara kırmızı ışığı bekleyenler konvoyundaki bir pikap tam hizalarında durdu, başka bir şey göremiyordu şimdi Görgün. Pikabın arka kısmı çuvallarla kapatılmış, çuvallara ise birkaç küçük pencere açılmıştı. Birinin ardında üst üste dizilmiş kasalar görünüyordu, bu mavi kasaların arkası ise zifiri karanlıkla doluydu. Sanki karanlığın ardından iki göz parlayacakmış gibi bir his bürüdü içini Görgün’ün. Belki de pikaba kaçak girmiş bir amok koşucusu... Gülümseyerek önüne döndü.

Otobüs egzozunu boşaltarak gürültülerle hareket etmeye devam ettikçe yeni hikayelere sayfa açıyordu sanki. Görgün’ün zihninde mayalanan geçmişi de böylece kabarıyor, küçük hatıraların kilidini açıyordu. Biraz sonra Görgün, şehri camın arkasından eli kolu bağlı izlemeyi değil, kucaklamayı ve şehre karışmayı istedi. Böylece ilk durakta indi, çarşıyı, pazarı boyuna dolaştı, her vitrinde geçmişine ait bir iz aradı. Her gazeteyi karıştırıp zamanı eşeledi, her yüzden tanıdık bir selam bekledi. Adımları hızlandıkça bu küçük anılar, dokunduğu her şeyde kendini gösterir oldu. Adeta şehrin havasına karışmış hatıralarını soludu. Günün sonuna kadar böylece başıboş dolaştı durdu. Ancak ne iş yaptığını, kim olduğunu ve kim için yaşadığını asla hatırlayamadı.

Bundan sonraki hayatında yeni bir uğraş da edinmedi Görgün, hayatın olağan akışına, belki de karanlık kuytularına bıraktı kendini. Akşamları sahil kenarında karanlıkta parlayan bir çift gözüyle denizi seyretti. Sonra yine evine koştu, hiç tanımadığı kedisine sarıldı. Hiç tanımadığı komşularıyla sohbet edip hiç tanımadığı arkadaşlarının doğum günlerini kutladı. Kartlarının şifresini, kedisine alacağı mamanın markasını, bilgisayarına yükleyeceği oyunun adını hatırladı ancak zihnindeki plağın neden hep aynı müzikle döndüğünü hiçbir zaman anlayamadı.

Kevser

20 Temmuz 2000, Pendik, İstanbul doğumlu. Çukurova Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesinde öğrenci. Öyküleri Aşkar dergisinde yayınlanıyor ve 2017 yılında Sivas'ta düzenlenen Türkiye geneli öykü yarışmasında birinci oldu.

Diğer Yazıları