Menu
DAĞIN FERHAT’I DELDİĞİDİR
Öykü • DAĞIN FERHAT’I DELDİĞİDİR

DAĞIN FERHAT’I DELDİĞİDİR

                                               SAHNE 1

( Konunun köyde geçtiği bölümlerde oyuncular şalvar, yelek, lastik ayakkabı, kasket vs. giymelidir.)

Mekân: Ferhatların evi. Ferhat cam kenarında oturmuş, uzaklara dalıp gitmiştir. Sıkıntılı bir hali vardır. Kendi kendine söylenmektedir.

Ferhat: Ey Kınalı Dağlar! Neden öteleri ırak eylersiniz. Siz de hiç din iman yok mudur? Neden üstü açık mapus damına çevirirsiniz şu köyü? Dağ dağa kavuşmaz insan insana kavuşur demişler. Ama siz birbirinize kavuşmuşsunuz insanları ötelere savuşturmazsınız. Bir yol verin, bir geçit açın. Zulmetmeyin insanlara. Zulmetmeyin bana. Kapana kısılmış fare gibi kaldım şu nalet köyde. Burada ne uzar ne kısalırım. Anam çalışmıyorum diye sohranır durur. Babam yıllardır çalışıyor da ne oldu? Ama bir gitsem şu dağların ötesine! Ah bir gitsem!

(Ferhat’ın annesi içeri girer.)

Ferhat’ın Annesi: Ey oğul, akılsız oğul, niye böyle oturur durursun camın önünde? Bir de sayrılılar gibi kendi kendine konuşursun. Maşallah zıbıldak gibi oldun. Taşı sıksan suyunu çıkarırsın. Yaşıtların gece gündüz iş kovalar. Bak, komşumuzun oğlu Hasan senin yaşıtın. Karısı ikinci çocuğa gebe! Senin elin ne zaman iş tutacak? Ne zaman mürüvvetini göreceğim?

Ferhat: Canım anam, iş vardı da ben mi çalışmadım. Aş vardı da ben mi bölüşmedim. Otursam oturuyor dersin, uyusam uyuyor dersin, dışarı çıkıp gezsem boş boş geziyor dersin. Söyle, başımı taşlara mı vurayım? Hem şu Kınalı Dağlara bak. Köyümüzün etrafına yılan gibi kıvrılmış. Onu aşıp başka memleketlere gitmedikten sonra buralarda ne iş yaparım? Hasan’ı bana misal getirirsin. Her yıl çocuk yaptırmak marifet değil ki! Ona kalırsa her yıl buzalayan inekler onlardan daha marifetli. Demem o ki canım anam, bu hayatta büyük oynamak istiyorum ben. Hem de çok büyük!

(Ferhat’ın babası içeri girer.)

Ferhat’ın Babası: Ne oyunuymuş ulan bu! Eşek kadar adam oldun, daha bir yaralı parmağa işemişliğin yok, aklın hala oyunda eğlencede! Şu ahırdaki ineklerde senden daha fazla akıl var. Hiç değilse onlar süt veriyor. Senin hiçbir işe yaradığın yok.

Annesi: ( Ferhat’ı küçümsercesine konuşur.) Büyük oynamak istiyormuş oğlun! Kınalı Dağlar ona engelmiş. Başka memleketlere gidesi varmış da gidemiyormuş.

Ferhat: Ey babam, canım babam. Gözümün nuru, kıvancım babam. Dedemin babası çobanmış, dedem de çobandı, sen de çobansın. Bir aksilik olmazsa ben de çoban olacağım. Çobanlık bizim kaderimiz olmamalı be baba.

Babası: Kes ulan kafiyeli kafiyeli konuşmayı, geri zekâlı! Çobanlık gibi meslek mi var? Sütün yoğurdun eksik olmaz. Sürekli yayla havası alır, hasta olmazsın. Koyunun gübresini yakar, yakacağa para vermezsin. Mal sahibi bir de her ay cebine para koyar. Daha Allah’tan belanı mı istersin!

Ferhat: Allah razı olsun! ( Dalga geçercesine söyler.)

Annesi: Peygamber mesleği yavrum çobanlık! Çobanlıkla ilgili öyle ileri geri konuşma. Çarpılırsın.

Babası: Hem ben çoban değil küçükbaş hayvan uzmanıyım. Küçükbaş hayvanların A’dan Z’ye her şeyini bilirim.

Ferhat: O zaman ben de evde oturma uzmanıyım. Evde oturmanın her türlüsünü bilirim.

Babası: Kes lan palavrayı! Ayrıca bir aksilik olmayacak, sen de çoban olacaksın.

Annesi: (Şaşırır.) Nasıl yani?

Babası: Bekir Ağa çoban arıyormuş. Ben de gittim konuştum bizim oğlan yapar diye. Senin oğlan yapamaz gibisinden biraz bocaladı. Yok ağam dedim. Çobanlık bizim ata mesleğidir dedim. Dört dedim, dokuz dedim, Bekir Ağa’yı ikna etmeyi başardım. Yani hiçbir aksilik olmadı ve sen de çiçeği burnunda, sazı elinde, türküsü dilinde bir çoban olmaya hak kazandın.

Ferhat: Bırak bu kafiyeli lafları baba… Keşke bir aksilik olsaydı… Keşke…

 

                                               Sahne 2:

Mekân: Bekir Ağa’nın ahırının önü… Ferhat koyunları ahıra sokmak için uğraşırken Şirin’i görmek için oralarda oyalanır.

Ferhat: Şaka maka bu çobanlığı iyiden iyiye sevmeye başladım. Babam Bekir Ağa’nın adı gibi kendi de şirin bir kızı olduğunu söylese hiç ayağımı sürümez koşa koşa gelirdim. Neredesin Şirin’im, neredesin gönlümün çiçeği? Seni görmezsem göynüm nasıl yeğnilir, geceleyin gözüme uyku nasıl girer? Düşlerim, hayallerim hep senle dolup taşar. Hadi şu balkondan o güzelim başını uzat da yörük kilimi gibi nakış nakış bakışlarınla bir kez olsun bak yüzüme. Başka bir şey istemiyorum. Bir kez olsun bak, ne olur. Koyunları ağıla sokalı da bayağı oldu. Babası beni burada böyle eğleşirken görmese bari. Nerede bu kız, nerede?

(Şirin omzunda su testisiyle pınardan gelmektedir. Ferhat’ı orada görünce duraklar.)

Şirin: Ne o çoban, işlerini bitirmedin mi daha, ne eğleşir durursun buralarda?

Ferhat: (Kendisiyle konuşmasına şaşırır. Kekeler. ) İşler… Ha evet, işleri bitirdim… İş dediğin nedir ki zaten… Yalnız şu… Şurada kanadı kırık bir sığırcık vardı da ona yardım etmeye çalışıyordum. El kadar bir şeydi zavallıcık. Koyunların arasına kaçtı.

Şirin: (Cilveli.) Vah vah çok üzüldüm. Ne oldu da yaralandı acep?

Ferhat: Bilmem ki, kedi saldırmıştır belki. Belki de uçarken bir yere çarpmıştır. Sığırcık yani sonuçta... Başına her şey gelmiş olabilir.  

Şirin: Yaa… İnsan bir kere sığırcık olmayagörsün, başına her şey gelebilir. Bu dünya sığırcıklar için acılarla dolu. Yalnız sığırcıklar bu mevsimde göç etmiyor mu? Etrafta hiç sığırcık da yok.

Ferhat: Şey…  Evet, göç ediyor  da... Bu sığırcık buranın yerlisi galiba... Ya da ne bileyim… Göç etmesini engelleyen başka bir sebep vardır belki.

Şirin: Allah Allah! Nasıl bir sebep olabilir ki?

Ferhat: Bilmem ki. Belki sevdiği başka bir kuş için ayrılamamıştır buralardan.

Şirin: Sen ne dersin çoban! Bu devirde öyle sevdalar kaldı mı? Sevdiği için hem ailesini terk etsin, hem de ölümü göze alsın.

Ferhat: İnsan gerçekten seviyorsa ölüm nedir ki Şirin, yaşamanın yanında!

(Bakışırlar.)

Şirin: (Omzundaki su testisini indirir ve Ferhat’a uzatır.) Terlemişsin, şunu iç de için ferahlasın.

Ferhat: (Testiyi alır ve içer.) Su değil aşk badesi sanki. Eline sağlık Şirin kız.

Şirin: Afiyet olsun. Her yaralı kuşa bir tabip gerek. Her badeli aşığa bir maşuk gerek. Her dağı delen Ferhat’a bir Şirin gerek.

Ferhat: Sen ne dersin Şirin kız! Güzel dillerin ne sözler eder böyle! Beni öldürmeye kavil mi ettin?

Şirin: Her gün ağlarım gülemem. Akan gözyaşlarım silemem. Göynümün sultanı sensin. Senden başkasını sevemem.

Ferhat: Ah… Ahhh… Eridim, bittim, kül oldum…

Şirin: Karanfil oylum oylum... Geliyor selvi boylum. Selvi boylumu görünce. Şen olur benim göynüm.

Ferhat: Şirin… Şirin’im… Sultanım… Dilberim…

(O sırada Bekir Ağa’nın sesi duyulur. Babasının sesini duyan Şirin babam geliyor, diyerek su testisini alır ve eve kaçar yani sahnenin dışına çıkar. O çıkar çıkmaz Bekir Ağa sahneye girer.)

Bekir Ağa: Ne o lan, daha işini bitiremedin mi? Ne oyalanır durursun buralarda?

Ferhat: (Panikler.) Şey… Ağam… Şey oldu…

Bekir Ağa: (Sinirli.) Ne oldu oğlum! Ne kem küm edip durursun? Bir şey mi saklarsın yoksa?

Ferhat: (İyice panikler ve aklına gelen ilk şeyi söyler.) Sığırcık…

Bekir Ağa: Ne sığırcığı oğlum? Dellendin mi?

Ferhat: (Kendini toparlar.) Ağam şu taşların arasına kanadı kırık bir sığırcık kaçtı da onu bulup yarasını pansuman edecektim. Sevaptır.

Bekir Ağa: Bırak oğlum ya şöyle boş işleri. Sen koyunlardan sorumlusun, kuşlardan değil. Bana bak, koyunlardan bir iki tanesi hastaydı. Onlara iyi göz kulak ol, tamam mı?

Ferhat: Tamam ağa.

Bekir Ağa: Kuzulayacak olanları ihmal etme!

Ferhat: Tamam ağam.

Bekir Ağa: Sürüyü otlu yerlerde yay. Hayvanlar bir deri bir kemik kalmış.

Ferhat: Tamam ağam.

(Bekir Ağa evine gitmek için yürümeye başlar. Yürürken konuşmaya devam eder.)

Bekir Ağa: Burada da fazla oyalanma, git evine, dinlen. Altı üstü sığırcık işte, kedi medi yemiştir.

Ferhat: Evet, kedidir ağam.

(Bekir Ağa sahnenin dışına çıkmıştır. Ferhat tam rahatlayıp derin bir oh çekerek anlını sildiği sırada yeniden Bekir Ağa’nın sesi duyulur.)

Bekir Ağa: Ha, sormayı unuttum. Demin buradan bir kız sesi geliyordu. Kimdi o?

Ferhat: ( Hapı yuttuk der gibisinden yüzünü buruşturur, dudağını ısırır, biraz düşünür, sonra cevap verir.) Şeydi ağam… Sümüklü Hatçe’nin kızı Fatma’ydı.

Bekir Ağa: Ne diyor?

Ferhat: Birkaç gündür sürülere kurt dadanmış da onu söylemeye gelmiş.

Bekir Ağa: Evet, dikkat et kurtlara. Namussuz kurtlar!

(Ferhat, Bekir Ağa’nın gittiğinden iyice emin olduktan sonra o da beni seviyor… O da beni seviyor… diyerek oynamaya başlar.)

 Oradan Geçen Bir Köylü: Ne o lan Deli Ferhat! Güttüğün iki keçi, ıslığın dağı taşı götürüyor.

(Ferhat adama aldırmadan oynamaya devam eder.)

Köylü: Deli Ferhat essahtan delirmiş yahu! (Oradan uzaklaşır.)

  

                                                           SAHNE 3

Mekân: Köyün çıkışında tenha bir yerdir. Şirin Ferhat’ı dizlerine yatırmış saçlarını okşamaktadır.

Ferhat: Şirin’im, ahu gözlüm, ilk gördüğüm andan beri sevdalıyım sana. Sevdanın ilmini, töresini sen öğrettin bana. Bu öyle bir sevdadır ki dağ olsa erir, dönüşür muma. Ah Şirin’im ah. Azıcık aklım vardı, o da gitti. Ferhat, dönüştü Deli Ferhat’a. Sazımda sensin sözümde sen, aşımda sensin düşümde sen.

Şirin: Dağ yürekli Ferhat’ım. Göynümün tek sahibi, ilk göz ağrım. Seni göreli tutuldum sevdanın en karasına. Sanırsın ki tabip el değdirdi yüreğimin onulmaz yarasına. Seninle bulunduğum an hayatımın en mutlu anı. Sensizlikse dipsiz bir hüzün, boşa geçen yıllarımın tükenmeyen efkârı.

Ferhat: Gül yüzlü Şirin’im. Tarihte birçok büyük sevda gelip geçmiş. Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre daha niceleri… İsterim ki bizim sevdamız da o büyük sevdalara eklensin. Dilden dile yıllarca anlatılsın. Kader yazılmışsa ezelden ne gelir elden demiş atalarımız. Diyeceğim o ki sen bana yazgılısın ben de sana. Bak, isimlerimiz bile bu kadere işmar eder. Sen Şirin’sin, ben Ferhat. Bu sevdanın önünde dağ olsa dize gelir. Ferhat Şirin için dağı delmişse ben de senin için dağı taşı delerim.

Şirin: Ferhat’ım, yiğidim! Güzel dersin, göynümü hoş edersin de her şey güzel deyip gönül hoşluğuyla olmuyor.

Ferhat: (Şaşırır, başını Şirin’in dizinden kaldırır.) Niye öyle dersin ki Şirin’im. Bir yanlışım mı oldu, bilmeyerek bir kusur mu ettim?

Şirin: (Biraz gücenik konuşur.) Yok, ne kusur edeceksin ki? Kendi kendime söylenirim işte. Varsa bir kusur o da benimdir.

Ferhat: Yok yok… Sen de bir şey var. Bir şeyler saklarsın benden.

Şirin: (Konuşmaz. Üzgün üzgün yere bakar.)

Ferhat: Şirin’im beni deli etmek mi istersin yoksa canıma mı kast edersin? Bir sıkıntın olduğu belli işte… Neden benden saklar durursun?

Şirin: Ne zamana kadar bu tenhalarda buluşup duracağız Ferhat? Bilirsin, köylük yerde adın çıkacağına canın çıksın derler. Pınar başında kadınlar beni görünce imalı imalı bana bakar, fısıl fısıl konuşurlar aralarında. Hatta geçenlerde komşumuz Sümüklü Hatçe, seni bana ayna tutarken görmüş. İki de bir laf vurur. Bu söylentiler anamın babamın kulağına giderse ben ne derim, nasıl bakarım yüzlerine? Demem o ki bu iş resmiyete binsin, erim olasın Ferhat’ım.

Ferhat: (Belli belirsiz bir of çeker. Bir süre düşünceli görünür ve konuşmaya başlar.) Tatlı dilli Şirin’im, ben istemem mi evimin kadını olmanı? Ama bilirsin ki sazımdan ve bacağımdaki yamalı pantolondan başkaca sermayem yoktur. Anan baban ne der bu işe, benim gibi bir çulsuza verirler mi kızlarını?

Şirin: Hele bir ananı babanı yolla sen. Yuvasız kuşun yuvasını yapan Allah bize de yardım edecektir. Demin dağı delen Ferhat’ın sevdasından dem vurdun. Eğer beni gerçekten seviyorsan para pul bu sevginin önünde durabilir mi? Ben dağı taşı delmeni istemiyorum. Bir Kerem ile Aslı veya Leyla ile Mecnun gibi olalım da demiyorum. Beni ailemden istemeni, mutlu bir yuva kurmayı istiyorum. Bu işin usulü, dini, töresi budur.  Hem… (Duraklar, konuşmaz.)

Ferhat: Hem ne?

Şirin: Yok bir şey…

Ferhat: Var var… Sen benden bir şey saklarsın.

Şirin: İki gün önce beni istemeye geldiler.

Ferhat: (Panikler. Sinirli bir şekilde.) Kim istemeye geldi?

Şirin: Dayımın oğlu Arif…

Ferhat: Kim bu Arif?

Şirin: Dedim ya dayımın oğlu. İstanbul’da yaşıyor. Şirketleri felan varmış.

Ferhat: Ailen ne der bu işe?

Şirin: Bir şey demediler… Ama gönülleri var beni vermeye. Babamın ağzı kulaklarına varıyor.

Ferhat: (Biraz duraklar. Konuşmaz. Sonra üzgün bir şekilde sorar.) Peki, sen ne dersin bu işe?

Şirin: O da soru mu Ferhat’ım. Senin ağzın ne laflar eder! Gözümün senden başka gördüğü, aklımın senden başka erdiği mi var! Diyeceğim o ki bir an önce iste beni. Hem dünyalığın hem ahretliğin olmamı istiyorsan bunun başkaca yolu yoktur.

Ferhat: İsteteceğim seni Şirin’im. Hiç meraklanma isteteceğim. (Cebinden bir kolye çıkarır ve Şirin’e uzatır.)

Şirin: Aaa, ne bu?

Ferhat: Yüz görümlüğü.

Şirin: Yüz görümlüğü mü! Yüz görümlüğü gerdek gecesi takılmaz mı?

Ferhat: Evet, gerdek gecesi takılır ama sen bana hem yüzünü gösterdin, hem de göynünü açtın. O gecede yaşanan mutluluğu bakışlarınla, tatlı sözlerinle bana her saniye yaşatmaktasın. O yüzden yüz görümlüğünü şimdi takmak istiyorum.

Şirin: Ah Ferhat’ım, ne ince, ne düşüncelisin. Nasıl mutlu oldum anlatamam.

Ferhat: (Kolyeyi Şirin’in boynuna takar. Takarken konuşur.) Biliyorsun, gerdek gecesinde damat parmağına iğne batırır ve parmağından çıkan kanı yüz görümlüğüne bastırdıktan sonra gelinin boynuna takar. Böylece damadın kanının yuvayı her türlü musibetten koruyacağına inanılır. İnşallah onu da ilk gecemizde yapacağım. Şimdilik boynunda dursun yeter.

Şirin: Sen nasıl istersen Ferhat’ım. Benim aklım öyle şeylere ermez, bilirsin. (Şirin de cebinden bir çift çorap çıkarır ve Ferhat’a uzatır.) Ben de bunu senin için ördüm, koyunları yayarken ayakların üşümesin diye.

Ferhat: (Uzanır ve alır.) Ah Şirin’im, sen bunları o narin elceğizlerinle örersin de ben bunları hiç ayağıma takabilir miyim? Yastığımın altına koyacağım ve her akşam bunları koklayarak yatacağım.

Şirin: Geç oldu. Gideyim ben. Anam şüphelenmesin.

Ferhat: Tamam Şirin’im. Anamgille konuşayım, tez vakitte seni istemeye geleceğiz, haberin olsun. Allı duvaklı yârim olacaksın.

Şirin: İnşallah Ferhat’ım. İnşallah… (Yürür ve sahneden ayrılır.)

 

SAHNE 4

Mekân: Sahne paravanla ikiye ayrılmıştır. Bir taraf Ferhatların, bir taraf da Şirinlerin evidir. Ferhatların evi aydınlık, Şirinlerin evi karanlıktır. Ferhat kendi evlerinde düşünceli düşünceli oturmaktadır. O sırada içeri annesi girer.

Ferhat’ın Annesi: Oğlum, niye dalgın dalgın oturursun? Çobanlık seni çok mu yorar, yoksa Bekir Ağa yine kem söz mü etti?

Ferhat: Değil ana, hiç biri değil… (Derin bir of çeker.)

Ferhat’ın Annesi: O zaman niye terlemiş beygirler gibi pofurdanıp durursun! Bir şey varsa söyle?

Ferhat: Söylerim söylemeye de kızmandan çekinirim.

Ferhat’ın Annesi: (Ferhat’ın başını okşar, oldukça şefkatli bir şekilde konuşur.) Söyle oğlum, ben sana ne zaman kızdım, ne zaman kem söz söyledim. Çekinme oğlum, söyle.

Ferhat: Ben sevdalandım ana, hem de karasına.

Ferhat’ın Annesi: Çok güzel... Ben de zaten mürüvvetini görmek isterim kaç zamandır. Hem evini de ayırırız, bize yüklüğün de kalmaz. Artık kendi ayakların üzerinde durman lazım.  Kime sevdalandın? Gelinim kimmiş bakalım? (Gülerek.)

Ferhat: Bekir Ağa’nın kızı Şirin’e!

(Ferhat ve annesi donar kalır rol icabı. Evlerinin ışığı söner. Şirinlerin evinin ışığı yanar. Evde Bekir Ağa ve Şirin’in annesi Ayşe Kadın vardır.)

Bekir Ağa: Aboovv! Bu nasıl bir karın ağrısıdır böyle? Ben böyle ağrı ne gördüm ne duydum. Sanki karnımın içini yırtı yırtıveriyorlar. (Eşine seslenir) Avrat, bu yemeğin içine bir şey mi kattın yoksa? Böbrek taşlarım niye azdı böyle?

Şirin’in Annesi: He, bi şey kattım. Bulgur kattım, su kattım, salça kattım. Ne katacağım? Bu aralar iyice kafayı sıyırdın?

Bekir Ağa: Benle ne biçim konuşuyon? Kafayı sıyırdın felan… Seni ayağımın altına alırdım ya… Aboovvv… Yırtılıyor, yırtılıyor… Niye ağrıyor ya o zaman? Bayağıdır böyle sancılanmamıştı.

Şirin’in Annesi: Niye olacak? Soğuk sıcak demeden davar peşinde koşarsın da ondan. Doktor dememiş miydi soğuğa sıcağa fazla çıkma diye. O kadar çalışanın var. Kocaman Bekir Ağasın. İşleri biraz çalışanlara bırakayım demiyorsun.

Bekir Ağa: Cahil cahil konuşma kadın! İşleri çalışanlara bırakırsan iki günde gösterirler ebenin örekesini. Ağa olmak kolay mı sanırsın? Buraya gelmek için ben her şeyi göze aldım.

(Şirinlerin evinin ışığı kararır. Ferhatların evinin ışığı yanar. Ferhat ve annesi konuşmaya kaldıkları yerden devam eder.)

Annesi: (Sinirlenir, deliye döner.) Abooov! Düşman başına… Ocaklardan ırak… Boyun posun devrilsin, topraklara bulanasın, yollarda kalasın, kanlar kusasın da ağzından böyle kem sözler çıkmaya! Bula bula Bekir Ağa’nın kızını mı buldun? Oğlum sende akıl yok ya hiç fikir de mi yok? Bekir Ağa senin gibi çulsuza, senin gibi zibidiye kızını değil günahını da vermez. Aklını başına topla.

Ferhat: Anam, canım anam! Neden böyle bana ağır kargışlar verirsin? Gönül ferman dinlemiyor işte. Aka da konuyor Bekir Ağa’nın kızına da. Ne yapayım, yüreğimi söküp atayım mı?

Annesi: Hay senin yüreğini köpekler yesin… (Yumuşar.) Gel oğlum, vazgeç bu sevdadan. Olmayacak duaya âmin deme. Bekir Ağa bir duyarsa bunu işinden de olursun. Köylük yerde işsiz güçsüz ne yaparsın? Biz sana ne zamana kadar bakıp duracağız?

Ferhat: Ben her şeyi göze aldım ana.

(Ferhatların evinin ışığı söner. Şirinlerin evinin ışığı yanar. Bekir Ağa ve eşi konuşmalarına kaldıkları yerden devam eder.)

Şirin’in Annesi: Her şeyi göze alma, derim. Allah’a şükür, variyetimiz yerinde. Yok yoksul, aç açık değiliz. Biraz da bize vakit ayır. (Cilveli) Biraz da bana vakit ayır. İneklere ayırdığın kadar bana vakit ayırmıyorsun. Yoksa benim sofradaki yerim öküzden sonra mı gelmektedir?

Bekir Ağa: (Şefkatle eşinin başını okşar.) Ayşe. Ayşe’m… Anladım, sen biraz ilgi istemektesin. Davarla, öküzle seni aynı kefeye koyar mıyım? Farzı misal ki onlarla seni aynı kefeye koyduğumda sen tabi ki daha ağır çekersin. Ne kadar sevişken bir insan olduğumu sen de gayet iyi bilirsin. Sekiz sene evvel vilayetten sana çiçek aldığımı ne zaman unuttun?

Şirin’in Annesi: Unutur muyum hiç… Daha dün gibi… Çiçekleri bana gösterdikten sonra da ziyan olmasın diye götürüp koyunlara yedirmiştin.

Bekir Ağa: Neyse, bu kadar duygusallık yeter.

(Şirinlerin evinin ışığı kararır. Ferhatların evinin ışığı yanar. Ferhat ve annesi konuşmaya kaldıkları yerden devam eder.)

Ferhat’ın Annesi: Duyguymuş, aşkmış boş laf onlar. Bak sana ne diycem. Sümüklü Hatçe kaç zamandır kızı Fatma’yı bana işmar eder durur. Kısrak gibi kız Fatma. Köyde onun gibi hamaratı, ayağına carısı yok. Bir oya örer, yılan derisi gibi nakış nakış. Geçen gördüm, kocaman iki saman balyasını ha babam yüklenmiş, bana mısın demiyor. Traktör gibi kız. Gel, sana onu alalım.

Ferhat: Ben traktör istemiyorum ana, ben Şirin’i istiyorum.

(İçeri Ferhat’ın babası girer.)

Ferhat’ın Babası: Hanım daha sofrayı hazır etmedin mi? Ana oğul kafa kafaya vermiş ne konuşursunuz öyle?

Ferhat’ın Annesi: Oğlun sevdalanmış, hem de sevdanın karasına.

Ferhat’ın Babası: (Gülerek) Deme yahu! Desene bizim oğlanın kamışına su yürümüş.

Ferhat’ın Annesi: Kime sevdalandığını öğrenince senin de beynine kan yürüyecek ama!

Ferhat’ın Babası: Kimmiş bakalım gelin kızımız?

Ferhat’ın Annesi: Bekir Ağa’nın kızı Şirin!

(Ferhatların evinin ışığı söner. Şirinlerin evinin ışığı yanar. Bekir Ağa ve eşi konuşmalarına kaldıkları yerden devam eder.)

Bekir Ağa: Şirin nerede?

Şirin’in Annesi: Odasında… Sabahtan beri çıkmadı.

Bekir Ağa: Allah Allah… Ne yapıyor ki?

Şirin’in Annesi: Bilmem.

Bekir Ağa: Bu kızda bir dert var sanki.

(Şirinlerin evinin ışığı kararır. Ferhatların evinin ışığı yanar. Ferhat ve ailesi konuşmaya kaldıkları yerden devam eder.)

Ferhat’ın Babası: (Şaşkın ve sinirli) Aboov! Düşman başına… Ocaklardan ırak… Hele bu geri zekâlı oğlanda bi dert var diyordum ben. Essahtan mı Bekir Ağa’nın kızına vurulmuş?

Ferhat’ın Annesi: Heee! Essahtan… İstersen kendisine sor.

Ferhat’ın Babası: Oğlum ne der anan? Doğru mudur dedikleri?

Ferhat: Doğrudur baba. Sevdalıyım Şirin’e. Halımı anlarsınız diye boyun büküp düşüncelere dalarım, pilava kaşık dikerim ama siz umursamazsınız. Yüzümü kızartıp bunu size söylemekten başkaca çarem kalmamıştır.

Ferhat’ın Annesi: Ben de pilavları kuru yapıyorum da kaşıklar o yüzden üzerinde dikilip kalıyor sanıyordum. Şimdi anlaşıldı mesele.

Ferhat’ın Babası: (Oldukça sinirli) Başlattırmayın pilavınıza kaşığınıza! Oğlum, elin biraz para tutar oldu, kırk yılın başı bir işe yaradın. Paranı biriktir de tarla marla alırız. Bekir Ağa delinin teki. Bunlar kulağına giderse işinden de olursun.

Ferhat: Kulağına gidecek zaten.

Ferhat’ın Annesi: Nasıl yani?

(Ferhatların evinin ışığı söner. Şirinlerin evinin ışığı yanar. Bekir Ağa ve eşi konuşmalarına kaldıkları yerden devam eder.)

Şirin’in Annesi: Nasıl yani?

(Şirinlerin evinin ışığı kararır. Ferhatların evinin ışığı yanar. Ferhat ve ailesi konuşmaya kaldıkları yerden devam eder.)

Ferhat: Şirin’i istemeye gideceksiniz.

Ferhat’ın Babası: Gel etme oğlum. Rezil etme bizi el âleme. Davul bile dengi dengine... Biz kim Bekir Ağa kim, sen kim Şirin kim. Hem köyde başka kız mı yok. Evlenmeye niyetliysen buluruz başkasını. Biz de geçtik o yollardan, bilirim. Gençlikte insanın başı dumanlı olur. Sevdaymış falan, bunlar boş laf… Mantık evliliği yapacaksın. Zamanında benim de peşimde çok kız koştu, hatta bunlardan birisi de anandı. Ben hepsini elimin tersiyle ittim ve ananla evlendim.

Ferhat’ın Anası: (Sinirlenir.) Kim kimin peşinden koştu. Yazdığın aşk mektupları daha tomarıyla sandıkta durur. Çıkarttırma bana mektupları!

Ferhat’ın Babası: (Öksürür.) Neyse, eski mektupları… Defterleri karıştırmayalım. Diyeceğim o ki daha gençsin, toysun. Bu sevdadan vazgeç.

Ferhat: Baba Şirin’e sevdalıyım ben, ona dünür gitmenizi istiyorum.

(Ferhatların evinin ışığı söner. Şirinlerin evinin ışığı yanar. Bekir Ağa ve eşi konuşmalarına kaldıkları yerden devam eder.)

Bekir Ağa: Sen görmüyon mu da nasıl yani diye bana soruyon? Sevdalılar gibi dalar gider Soru sorarsın, neden sonra cevap verir. Ye dersin yemez, uyu dersin uyumaz…

Şirin’in Annesi: Ben de görürüm halını. Ama gençliğine veririm. Bu yaşlarda insanın başında kavak yelinin her türlüsü eser.

Bekir Ağa: İnşallah dediğin gibidir. Şu Arif’e versek de bir an önce başını bağlasak. Bakarsın itin kopuğun birine sevdalanır. Uğraş dur ondan sonra.

(Şirinlerin evinin ışığı kararır. Ferhatların evinin ışığı yanar. Ferhat ve ailesi konuşmaya kaldıkları yerden devam eder.)

Ferhat’ın Babası:  Vermezler diyorum oğlum, vermezler. Senin gibi geri zekâlıya o kızı ver-mez-ler. (Eşine döner) Avrat beni afakanlar bastı. Ben anlatamıyorum bu deli oğlana. Sen anlat biraz da.

Ferhat’ın Annesi: Ne anlatayım bey. Görüyorsun işte, peygamber demiyor Nuh diyor. Ben de şaşırdım kaldım.

 Ferhat: Ben Şirine sevdalıyım. Ben Şirin’i istiyorum.

Ferhat’ın Babası: Hay Şirin kadar taş düşsün başına! (Oldukça stresli ve sinirlidir. Cebinden mendilini çıkarıp anlının terini siler. Ellerini cebine sokup sağa sola düşünceli düşünceli yürümeye başlar.)

(Ferhatların evinin ışığı söner. Şirinlerin evinin ışığı yanar. Bekir Ağa ve eşi konuşmalarına kaldıkları yerden devam eder.)

Bekir Ağa: (Ferahlamış bir halde.) Taş düştü! Düşürdüm taşı! Rahatladım azıcık…

(Şirinlerin evinin ışığı kararır. Ferhatların evinin ışığı yanar. Ferhat ve ailesi konuşmaya kaldıkları yerden devam eder.)

Ferhat: Ben Şirin’e sevdalıyım. Ben Şirin’i…

Ferhat’ın Babası: Sus ulan! Başlattırma Şirin’e! (Yürümeye devam eder.)

Ferhat: Ben Şirin’e sevdalıyım…

(Babası tam dövmek için Ferhat’ın üzerine atılacakken araya annesi girer.)

(Ferhatların evinin ışığı söner. Şirinlerin evinin ışığı yanar. Bekir Ağa ve eşi konuşmalarına kaldıkları yerden devam eder.)

Bekir Ağa: Bu arada Ferhat ailesiyle bize gelecekmiş.

Şirin’in Annesi: Hangi Ferhat?

Bekir Ağa: Yahu şu bizim davar çobanı Deli Ferhat yok mu, o.

Şirin’in Annesi: İnsan önceden söyler. Evi felan toparlardık.

Bekir Ağa: Ne toparlayacan yahu… Gelenler sanki çok önemli insanlar da… Misafir ettiğime şükretsinler.

(Şirinlerin evinin ışığı kararır. Ferhatların evinin ışığı yanar. Ferhat ve ailesi konuşmaya kaldıkları yerden devam eder.)

Ferhat’ın Annesi: Dur, ne yapıyorsun, delirdin mi! Bizim deli oğlanın ne kadar inat olduğunu bilmez misin? Kafasına bir şey koydu mu ya onu yapacak ya da ölecek…

Ferhat’ın Babası:  Ya da bizi sinirden öldürecek…

Ferhat’ın Annesi: Dediğini yapmaktan başka çare yok. Bekir Ağa’nın eşiğine gidelim de boyumuzun ölçüsünü alıp gelelim.

Ferhat’ın Babası: Sen ne dersin hanım, sen de mi dellendin!

Ferhat’ın Annesi: Görmez misin oğlanın halını. Yemeden içmeden kesildi, iğne ipliğe döndü. En azından bir gidelim de umudu kesilsin.

Ferhat’ın Babası: Eh, öyle olsun. Benden günah gitti o zaman. Hadi düşün yola.

(Üzerlerini giyinirler, evden çıkıp Bekir Ağa’nın evine giderler. Yani yan tarafa geçerler.)

Ferhat’ın Babası: Selam aleyküm.

Bekir Ağa: Aleyküm selam. Hangi dağda kurt öldü yahu. Böyle cümbür cemaat…

Ferhat’ın Babası: (Tedirgindir. Kekeleyerek konuşur.) Kurt murt ölmedi. Bekir Ağa’yı bir görelim, iki lafın belini kıralım dedik.

Bekir Ağa: İyi etmişsiniz. Ben de bu aralar işten güçten başımı kaldıramıyorum. Koyunlar bir taraftan, inekler bir taraftan, çobanlar bir taraftan, celepler bir taraftan… İnan olsun, bir haftadır şu kulağımın arkası kaşınır, boş zaman bulup da parmağımı uzatıp kaşıyamam.

(Mahcup bir şekilde gülüşürler. Bekir Ağa konuşmaya devam eder…)

Bekir Ağa: Anlayacağın azizim zenginlik başa bela. Paran mı var derdin var. Söz gelimi sizin mesela böyle dertleriniz yok. Niye? Paranız yok. Hayat size güzel valla... Öyle değil mi lan, Deli Ferhat. Zenginlik zor iş değil mi?

Ferhat: Sen öyle diyorsan öyledir ağam.

Bekir Ağa: Hazır siz de buradayken söyleyeyim. Bu oğlan son zamanlarda işleri iyice saldı. Aklı bir karış havada. Diğer çobanlardan da duyuyorum. Davarı salıyor meraya sonra veriyor sazın tellerine… Çaldığı da hep yanık yanık sevda türküsü… Lan oğlum, gözünü aç, elini şahbaz tut. Yoksa benim davarımı yaymak için her gün bir sürü insan eşiğimi aşındırıyor. Seni almazdım da babanın hatırına aldım.

(O sırada elinde çay tepsisiyle Şirin içeri girer. Herkese sırayla çay tutar. Ferhat’a tutarken bir süre bakışırlar. Sonra dışarı çıkar. Bir süre kimse konuşmaz. Sessizce çaylarını içerler. Çayların höpürtüleri duyulur sadece. Ama Ferhat’ın annesi ve babası huzursuzdur. Bu, hareketlerinden belli olur.)

Bekir Ağa: Lan Ali, (Ferhat’ın babasının adı Ali’dir.) senin bir derdin var gibi. Varsa söyle, çekinme. Bilirsin, Bekir Ağa’nın halledemeyeceği hiçbir mesele yoktur.  

Ferhat’ın Babası: Yok ağam, ne sıkıntım olacak ki!

Bekir Ağa: O zaman niye büvelek tutmuş inekler gibi kıvranır durursun?

Babası: Birkaç gündür karnıma sancı giriyor da o kıvrandırıyor.

Bekir Ağa: Senin de mi böbreklerinde taş var?

Ferhat’ın Babası: (Biraz sessizce söyler) Taş değil, ataş var.

Bekir Ağa: Anlamadım…

Ferhat’ın Babası: Yok, taş maş değil… Ağrıyor öylesine.

Bekir Ağa: Vermidon!

Ferhat’ın Babası: Neyi vermiyorsun, kızı mı?

Bekir Ağa: Yok yahu! Bizim çobanların davarlara karın ağrısı için yutturdukları vermidon diye bir hap vardı. İstersen ondan getirteyim.

Ferhat’ın Babası: Yok ağam… Sağ olasın. Geçer birazdan.

Bekir Ağa: Sen nasılsın Hacer kadın? (Ferhat’ın annesinin adı Hacer’dir.) Görmeyeli gençleşmişsin yahu! (Güler.)

Ferhat’ın Annesi: Sağlığına duacıyız. Verdiğine şükürcüyüz.

Bekir Ağa: Bize de bu aralar baya misafir geliyor. Geçen de İstanbul’dan Mustafa Beyler gelmişti.

Ferhat’ın Annesi: Hangi Mustafa Bey?

Bekir Ağa: Canım şu Fabrikatör Mustafa Bey yok mu, onun babası da köyün neredeyse yarısının sahibi Feyzullah Ağa’ydı.

Ferhat’ın Annesi: Ha, tamam çıkardım. Niye gelmişler?

Bekir Ağa: Bizim Şirin’e dünürcü gelmişler, oğulları Arif için. Arif de bir Arif ki sormayın. Maşallah sırım gibi delikanlı. Dili de çok tatlı.

Ferhat’ın Babası: (Kekeleyerek konuşur.) Vereceksiniz o zaman kızı…

Bekir Ağa: Tabi ki de vereceğim. Öyle kısmet kaçar mı? Armut piş ağzıma düş olmasın diye şimdilik gönderdik. Eee, söyleyin bakalım, sizin ziyaretinizin sebebi hikmeti nedir? Böyle sebepsiz yere gelmezsiniz. Hem tedirgin oturmanızdan belli bir sebeple geldiğiniz.

Ferhat’ın Babası: Evet Bekir Ağa, bir sebeple geldik.

Bekir Ağa: Neymiş o sebep?

Ferhat’ın Babası: Şey… Biz…

Bekir Ağa: Söyle söyle çekinme. Yoksa oğlanın yevmiyesine zam mı istersiniz?

Ferhat’ın Babası: Evet, ağam isteriz... Hayır istemeyiz… İsteriz de yani zam istemeyiz…

Bekir Ağa: Ne istersiniz yahu? Çıldırtmayın adamı!

Ferhat’ın Babası: Allah’ın izni peygamberin kavliyle kızınız Şirin’i oğlumuz Ferhat’a isteriz.

Bekir Ağa: (Sinirlenir, ayağa kalkar.) Höst ulan, höst! Bu nasıl haddini bilmezliktir! Benim kızım kim, sizin şu deli oğlan kim! Koskoca Bekir Ağa’nın kızı Deli Ferhat’a ha… Sizde hiç akıl fikir yok mudur? (Ferhat’a dönerek konuşur.) Ben seni haremime çoban diye sokarım, sen namahreme göz dikersin ha! Hele yaralı it gibi evin etrafında dolaşmandan anlamalıydım. Bir daha sakın buralara adım atma. Çıkın gidin evimden!

(Çıkıp evlerine gelirler. Ferhat pencerenin kenarına oturur.)

Ferhat’ın Babası: (Sinirli) Ben demedim mi boşu boşuna gitmeyelim, el âleme rezil olmayalım diye? Lafımız dinlenmiyor ki!(Eşine döner.) Hep senin başının altından çıktı bunlar. Neymiş, bir isteyelim de oğlanın umudu kesilsinmiş! Al, istedik! Aldın mı boyunun ölçüsünü?

Ferhat’ın Annesi: Aaa, üzerime iyilik sağlık! Niye benim başımın altından çıksın! Görmedin mi oğlunun halini? Ben Şirin’e sevdalıyım dedi de başka bir şey demedi. Şimdi suçlu ben mi oluyorum?

Ferhat’ın Babası: Ne haliniz varsa görün, ben kahveye gidiyorum. (Sahneden çıkar.)

Ferhat’ın Annesi: (Oğluna döner.) Bizi ne hallara düşürdün gördün mü? Önceden sana deli diyenlere kızardım. Benim oğlum deli değildir, şahan gibidir derdim. Yanılmışım. Gerçekten deliymişsin! Tüh senin sıfatına… Tüh senin adamlığına… Sinirden başıma ağrılar girdi, gidip biraz yatayım. (Sahneden çıkar.)

Ferhat: (Bir süre sessizce oturur. Derin bir of, çektikten sonra kendi kendine şiir okumaya başlar.)

Ne dertlere düştüm aşk yüzünden

 Aşk koparırmış insanı kendi özünden

Durmaz akar yaşlar iki gözümden

Âşıklara düşman bu hayın dünya

 Eski sevdalar gözden gönülden düştü

 Ferhat Şirin için dağları aştı

Yalan dünya dedikleri üç günlük işti

Âşıklara düşman bu hayın dünya

Âşık maşuku için odlara yandı

 Yalan dünyada ne huzur ne sükûn kaldı.

Derdi olan sazı eline alıp derdini çaldı

 Âşıklara düşman bu hayın dünya

Sevenler sevdiğini ahrette buldu

 Şirinim şu garip göynümü dertlere saldı

Şu delibaşımı karlar boranlar sardı

Âşıklara düşman bu hayın dünya

(Şiir bittikten sonra bir süre susar. Sonra içeri annesi girer.)

Ferhat’ın Annesi: Ferhat, bir şeyler hazırladım, gel yiyelim.

(Ferhat susar.)

Annesi: (Şefkatli.) Sıkma canını. Şirin olmaz, başka bir kız olur.

(Ferhat susar.)

Ferhat’ın Annesi: (Endişeli.) Dilini mi yuttun? Cevap versene. Bizim oğlanın azıcık aklı vardı o da gitti.

Ferhat: Beni gurbet tutar ana!

Ferhat’ın Annesi: Ne gurbeti?

Ferhat: Gurbet işte… İçim darlanır buralarda. Bir vakit ayaklarım yaban tepsin. Gözüm el yüzü görsün. Göynüm yeğnilsin isterim.

Annesi: Ne yer içersin yaban ellerde?

Ferhat: Bulursam yer, bulamazsam yemem güzel anam. Sazımı da alırım yanıma, hem çalar, hem söylerim. O benim dertlerimi aşikâr eder, ben de onun kuru bedenine can olurum.

Annesi: Ne diyim oğlum! Ferman da dağlar da senindir. Var git, dualarım seninledir.

(Annesi evden çıkar. Ferhat duvarda asılı sazı omuzuna takar, yürür ve ilerideki sandalyeye oturarak sazı dizine koyar, çalmaya başlar. Türkü söyler. Burada türkü isteğe göre değiştirilebilir.)

Vara vara vardım ol kara taşa
Hasret ettin beni kavim kardaşa
Sebep ne gözden akan kanlı yaşa
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

Nice sultanları tahttan indirdi
Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

Karacoğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm

(Ferhat sazı omzundan çıkarır, tekrar duvardaki yerine asar. Yine evdeki aynı yerine oturur. İçeri annesi girer.) 

Ferhat’ın Annesi: Hoş geldin oğlum. Üç ay oldu sen gideli. Ne kadar da zayıflamışsın. Nasıl, gurbet iyi geldi mi? 

Ferhat: Yok ana. Hala taş gibi içimde durur sıkıntılarım. 

Ferhat’ın Annesi: O zaman ne olacak halın? Tutuldun bir kara sevdaya, ne akıl kaldı ne fikir… Aklını başına topla.  Nasıl çözülecek bu derdin? 

Ferhat: (Bir süre düşünür. Sonra konuşur) Çözülecek ana… 

Ferhat’ın Annesi: Nasıl çözülecekmiş? 

Ferhat: Şirin’i kaçıracağım.

Ferhat’ın Annesi: Aman oğul, ne dersin? Dağlarda iyice mi delirdin? Bekir Ağa’nın bizi kovmasından dolayı köye rezil olduk. Bizi iyice rezil etmek mi istersin? Hem Bekir Ağa babanı da işinden eder. Öylelerinin eli uzundur.

Ferhat: Ben her şeyi göze aldım ana…

Ferhat’ın Annesi: (Sinirli) Bir kere de büyük lafı dinle kör olasıca! Ben senin anan değil miyim? Ne bu senden çektiğimiz!

Ferhat: Bu konuda üzerime gelme ana. Kararlıyım.

Ferhat’ın Annesi: (Yumuşar) Gel etme oğlum. Yazık olur sana. Bekir Ağa delinin teki. Çeker vurur.

Ferhat: Ne yaparsa yapsın. Ben ölmeye de razıyım…

Ferhat’ın Annesi: Ay beni sıkıntı bastı, başıma ağrılar girdi. Bu oğlana laf anlatmak deveye hendek atlatmaktan daha zor... Ne halin varsa gör. Ben ağrı kesici almaya gidiyorum.

(Sahneden çıkar. Onun çıkmasıyla Ferhat da evden çıkıp Şirinlerin evine doğru yürür. Kendi kendine konuşur)

Ferhat: Şirinim, kaçıracağım seni. Kim ne derse desin, kaçıracağım. İsterse ucunda ölüm olsun. Değil mi ya ferman padişahınsa dağlar bizimdir. Sen yeter ki he, de. Sen he dedikten sonra her şeyi dize getiririz. Bu saatlerde pınardan su getirirdi. Şuraya saklanayım da gören olmasın.

(Biraz sonra omzunda su testisiyle Şirin görünür. Ferhat saklandığı yerden çıkar.)

Şirin: Aaa, Ferhat ne yapıyorsun burada? Nerelerdeydin kaç zamandır?

Ferhat: Şirinim, senin aşkınla kendimi dağlara vurdum. O köy senin, bu kasaba benim dolaştım. Lakin içimin yangını yine de küllenmedi. Sevdan aha şuramda (kalbini gösterir) taş gibi durur. Doluya koyarım olmaz, boşa koyarım dolmaz. Baban da seni bana vermez. Bu işin sonu ne olacak Şirin’im?

Şirin: Ferhatım yiğidim, senin yokluğunda içim efkârla doldu. Bir yanım sararıp soldu. Babamın sizi kovduğu gece sabaha kadar ağladım. Ama elden ne gelir ki.

Ferhat: Kaçalım Şirinim. Başımızı alıp kaçalım buralardan. Dağlar âşıklara baban gibilerden daha şefkatlidir. Hem baban da insan... Bir süre sonra o da kabullenir her şeyi. Gelir elini öper, helallik alırız.

Şirin: Sen ne dersin Ferhat? Öyle bir şey yaparsam babam beni kesinlikle affetmez. Hem konu komşu ne der sonra. Şirin kaçtı dedirtmem ben kimseye.

Ferhat: Bizim kavuşmamız bu durumda ahrete kaldı. Bir şey de o zaman… Biz nasıl kavuşacağız?

Şirin: Bu işin yolu, töresi neyse öyle kavuşacağız Ferhat’ım. Bir kez daha iste babamdan. Şansımızı bir kez daha deneyelim.

Ferhat: Sen ne dersin Şirin! Babanın bize nasıl davrandığını gördün. Benim canıma kastın mı var!

Şirin: Babamın öfkesi saman alevi gibidir. Bir anda parlar söner. Şimdi belki yumuşamıştır. Sen bir kez daha dene.

( O sırada sahnenin dışından Bekir Ağa’nın sesi duyulur.)

Bekir Ağa: Kızım Şirin, ahırın kapısını kim açık bıraktı? (O sırada Ferhat’ı görür. Sinirlenir.) Ne gezersin ulan buralarda. Seni kovmadım mı, hem arsız hem yüzsüz!

Ferhat: Bekir Ağa beni bir dinle.

Bekir Ağa: Ne dinleyeceğim lan seni! Senin gibi çulsuza iş verdim. Açtın önüne yal koydum. Sen ne yaptın! Haremime yan gözle baktın. Ulan yalın mı az geldi aç köpek!

Ferhat: Ben hiç kimseye yan gözle bakmadım ağam. Şirin’e hiçbir zaman kötü niyet beslemedim. Sevdalandım, gelip sizden Allah’ın emriyle istedim.

Bekir Ağa: Kes lan palavrayı! Sevdalanmış! Git, merada otlayan eşeklere sevdalan sen! Senin layığın onlardır. O kadar seviyorsan Şirini… Ha, bak, sen de Ferhat’sın, git dağı taşı del o zaman. Del de görelim gerçekten sevdalı mısın? Yıkıl şimdi karşımdan. Bir daha da karşıma çıkma, ayağımın altına alırım ha!

(Bekir Ağa yürür, sahneden çıkar. Ferhat da evlerine gider. Evde duvara yaslı duran kazmayı alır, dağa gider ve dağı kazmaya başlar. Sahnede dağ atmosferi oluşturmak için sahnenin bir tarafına büyükçe bir dağ resmi asılabilir. Ferhat’ın da dağı kazmasını sembolik olarak dağ resminin altına konulan bir toprak birikintisine Ferhat’ın kazmayı vurmasıyla canlandırabiliriz. Ferhat da kazmayı aldıktan sonra o toprak birikintisinin yanına gider, sonra Bismillah diyerek dağı kazmaya başlar. Yani kazmayı oradaki toprak birikintisine vurur. Bir taraftan da kendi kendine konuşur.)

Ferhat: Ulan Deli Ferhat diye diye en sonunda delirttiniz beni. Dağı taşı delemezmişim ha! Deleceğim işte. Ya da burada ölüp gideceğim. Başka çaresi yok. Senin de alacağın olsun Şirin! Babam dedin, töre dedin de başka bir şey demedin. Hani beni seviyordun. Hani benim için her şeyi göze alırdın. Ferman babamınsa dağlar bizimdir, deyip gelemedin peşimden. Böyle midir sevmek? Bak, senin sevdan yüzünden ne hallara düştüm. Umurunda mı bunlar…

( Kazmayı vururken vurduğu yerden çat diye bir ses gelir. Ferhat bir an duraklar. Kazma sert bir cisme çarpmıştır. Ferhat şaşırır ve merakla sert cismin etrafındaki toprağı temizler. Bu, küp, çömlek, eski bir teneke vs. ona benzer bir şeydir. Ferhat içini açar. İçi ağzına kadar altınla doludur. Ferhat’ın gözleri sevinç ve şaşkınlıktan fal taşı gibi açılır.)

Ferhat: Altın! Hakiki altın bunlar! Öteden beri buralarda Ermeni gömüsü olduğunu söylerlerdi. Demek doğruymuş. (Ayağa kalkar ve oynamaya başlar.) Zengin oldum. Zengin oldum. Dağı deldim, Kınalı Dağı dize getirdim işte. Bekir Ağa’yı dize getirdim. Şimdi görsünler el mi yaman bey mi yaman? Şimdi görsünler Deli Ferhat’ı. (Üzerinden elbisesini çıkarır ve altınları onu içine doldurur. Bir taraftan da etrafı kolaçan eder. Daha sonra altınları alıp oradan uzaklaşır. Sahneden çıkar.)

    

                                                           SAHNE 5

Mekân: Şirinlerin evi... Arif ailesiyle Şirin’i istemeye gelecektir. Şirin, annesiyle konuşmaktadır.

Şirin’in Annesi: Kızım, seni istemeye gelecekler. Ne olur bir terslik çıkarma. Şu Ferhat denen Allah’ın delisini de unut artık. Ne deli olacak, şeytanın önde gideniymiş. Altınları bulduktan sonra ailesini alıp İstanbul’a gitti. İki sene oldu, seni hiç arayıp sordu mu? Niye sorsun ki! Emlak işine girmiş, paraya para demiyormuş. Hatta geçen, Sümüklü Hatçe söyledi. Nişanlanmış, yakında evlenecekmiş.

Şirin: Yeter ana. Bunları anlatıp durma.

Annesi: Zamanında bir cahillik yaptın. Sevda dedin, Ferhat dedin. Artık gözünü aç. O defterleri kapat diye anlatıyorum bunları.

Şirin: O defteri kapattım zaten.

Annesi: İyi o zaman. Arif’e he de. Pırlanta gibi çocuk... Durumları iyi. Seni seviyor da.

Şirin: (Biraz isteksiz) Tamam…

(O sırada Şirin’in babası içeri girer. Telaşlı bir hali vardır.)

Bekir Ağa: Siz daha ne oyalanıyorsunuz? Hazırlanmadınız mı? Adamlar birazdan gelecek, hadiyin. (Konuşurken bir taraftan da yüzüne kolonya sürer, saçlarını tarar, üzerinin tozunu eliyle silkeler.)

Bekir Ağa: Kızım sen de bir terslik çıkarma. (Eşine yaklaşır) Avrat, üzerim nasıl olmuş, iyi giyinmiş miyim?

Şirin’in Annesi: İyisin iyi. Yalnız dişinin arasında maydanoz parçası kalmış, insan bir dişini fırçalar.

Bekir Ağa: Haftada bir fırçalıyoruz işte, her saat başı diş mi fırçalayalım.

Annesi: (Yüzünü buruşturur.) Üff, ağzın da leş gibi sarımsak kokuyor!

Bekir Ağa: (Sinirli) Sen de sarımsaklı mantı yapmasaydın. Misafir geleceğini bilmiyor musun?

Annesi: (Sinirli) Sen demedin mi şöyle bir tencere mantı yap da yiyelim diyen. Şimdi suçlu ben mi oldum?

(O sırada içeri Arif ve babası girer.)

Arif’in Babası: Selam aleyküm.

Bekir Ağa: Aleyküm selam aleyküm selam... Bu ne güzel kelam… Hoş geldiniz. Şeref verdiniz. (Konuklara yer gösterir, onlar da geçip otururlar.)

Arif’in Babası: Eee nasılsınız Bekir Bey?

Bekir Ağa: Sağlığınıza duacıyız. Uğraşıp duruyoz işte. Siz nasılsınız, işleriniz nasıl?

Arif’in Babası: Nasıl olsun azizim. Biz de iki ayaklı davarlarla uğraşıyoruz işte. (Zoraki gülüşürler.) Zenginlik zor iş Bekir Bey kardeşim. Bizim şirket İstanbul’daki inşaatların neredeyse tamamına malzeme sağlıyor. Borçla iş yapıyoruz. Haliyle ödeyen var ödeyemeyen var. Onlar ödeyemeyince biz de zora giriyoruz. (Oğlu Arif’i gösterir.) Ama bu, yanımda olduğu sürece üstesinden gelemeyeceğimiz zorluk yok Allah’ın izniyle.

Bekir Ağa: Geçmiş olsun bu arada. Bir trafik kazası geçirmişsiniz galiba.

Arif’in Babası: Evet... Bir kaza yaptık. Ben de bir şey yoktu. Arif bir süre hastanede yattı. İki sene o yüzden gelemedik. Şimdi iyi hamdolsun.

Bekir Ağa: Sen nasılsın Arif Bey oğlum, sen anlat biraz da.

Arif: Arif’e tarif gerekir mi efendim. (Zoraki gülüşürler.) Şirketimizin uyguladığı aplikasyonlar neticesinde kar marjını yüzde on oranında artırmış durumdayız. Ayrıca laboratuvar ortamında gerçekleştirdiğimiz durabilite çalışmaları neticesinde müşterilerimizle aramızda confidance sağlanmış olup bu sayede piyasadaki güvenirliğimiz ve piyasaya olan hâkimiyetimiz bir kat daha artmıştır. Bunun yanında yurt dışındaki of shore şirketlere aktardığımız paralar ve yurt içindeki kamu bankalarından çektiğimiz sıfır faizli kredileri kullanarak kamudan aldığımız ihalelerle gücümüze güç katmış durumdayız.

Bekir Ağa: Maşallah maşallah!

Arif’in Babası: Anlayacağın Bekir Bey, Allah bir kere yürü ya kulum demeyegörsün. İnsan böyle yürüyüp gidiyor işte.

(Elinde tepsiyle Şirin içeri girer. Herkese kahve ikram eder. Daha sonra elinde tepsiyle kenarda ayakta bekler.)

Arif’in Babası: Eline sağlık kızım, kahve de çok güzel olmuş.

Arif: Evet, güzel olmuş. Önceki içtiklerimizde ağzıma bir tuz tadı gelmişti ama bu çok iyi.

Şirin’in Annesi: Bizim buranın kahvelerinin özelliğidir o. İlkin ağzına tuz tadı gelir, tadını sonradan alırsın.

Arif’in Babası: Neyse, sadede gelelim. Oğlumu bilir, tanırsın Bekir Ağa!

Bekir Ağa: Tanırım tanırım.

Arif’in Babası: (Arif’i göstererek) Boy dersen boy, pos dersen pos, zekâ dersen zekâ, para dersen para… Bir eksiği oğlumun helal süt emmiş bir eş. Kızınız Şirin’in, oğlumuzun bu eksiğini tamamlayacağını düşündük ve İstanbul’dan kalkıp buralara kadar geldik. Demem o ki kızınız Şirin’i oğlumuz Arif’e Allah’ın emri peygamberin kavliyle isteriz.

Bekir Ağa: Valla ne diyim… Sizinle hısım olmaktan, Arif’i damadım olarak görmekten gurur duyarım.

Arif’in Babası: (Gülerek) Hayırlı, uğurlu olsun diyelim o zaman. Sen ne dersin Ayşe Bacı. (Şirin’in annesinin adı Ayşe’dir)

Ayşe: (Mutlu bir şekilde) Bekir Ağa öyle diyorsa öyledir. İki taraf için de hayırlı uğurlu olsun.

Arif’in Babası: Peki, sen ne dersin Şirin?

Şirin: Ben de evet derim. Lakin bir şartım vardır.

Arif’in Babası: Neymiş şartın?

Şirin: Şirketiniz inşaat işi yapıyor dediniz…

Arif’in Babası: Evet...

Şirin: Ferhat da o işleri yapıyormuş. Onunla bir bağlantınız var mı?

Arif’in Babası: (Biraz şaşkın) Kim bu Ferhat?

Bekir Ağa: Önceden çobanımızdı. Dağda gömü mömü bulmuş dediler. Sonra İstanbul’a gidip inşaat işine falan girmiş. Bir ara bizim kıza askıntı olmuştu. O yüzden bizim kız hiç sevmez.

Arif’in Babası: Anladım.

Arif: Yüz yüze görüşmedik ama ben de tanırım. Hatta şu sıralar işi hiç iyi gitmiyor. Bize yüklü miktarda borcu var.

Şirin: Onu batırmanızı istiyorum. Evlilik teklifini bu şartla kabul ederim.

Arif: Onu batırma değil, yerin dibine de batırırım. Onlar daha dünkü çocuk. Ezer geçeriz Allah’ın izniyle öylelerini.

Şirin: Tamam.

Arif’in Babası: O zaman hayırlı uğurlu olsun.

(Arif ve Şirin büyüklerinin ellerini öperler.)

                                               

                                               SAHNE 6

Mekân: (Sahne paravanla ikiye ayrılmıştır. Bir taraf Ferhatların evi, diğer taraf da Arif’in ofisidir. Ferhatların evinde Ferhat’la anne ve babası vardır. Üzerlerine köylü kıyafetleri yerine daha modern kıyafetler giymişlerdir. Arif’se ofiste tek başına çalışmakta, önündeki dosyaya bir şeyler yazmaktadır.)

Ferhat’ın Annesi: Ne iyi ettik de geldik köyden. Davardı inekti illallah etmiştim. Yediğimiz önümüzde yemediğimiz… O da önümüzde. Bulgur pilavına kaşık çalmaktan usanmıştım. (Eşine dönerek.) Öyle değil mi bey?

Ferhat’ın Babası: Öyle öyle! Ben her zaman demişimdir bu Ferhat akıllı oğlan, köyde ondan zekisi yok diye. Amma velakin insan işte! Akıllıya deli, deliye akıllı der.

Annesi: Zaten pencere önünde düşünceli düşünceli oturmasından belliydi oğlumun büyük işler başaracağı. Bu köy bana dar geliyor diyordu da gülüp geçiyorduk. Bir bildiği varmış demek ki.

Babası: Bir de Şirin diye tutturması yok muydu? Şirin de Şirin olsa bari. Ne o öyle tahtakurusu gibi… Kız demeye bin şahit ister.

Annesi: Şimdi arasın da bulsun oğlum gibisini. Burada her taraf Şirin kaynıyor. Elini sallasan ellisi… Hatta geçen Sümüklü Hatçe bile haber göndermiş Ferhat bizim kızı almıyor mu diye… (Ferhat’a dönerek) Bir derdin mi var oğlum, niye öyle durgun duruyorsun?

Ferhat: Yok ana bir şey.

Annesi: Yoksa Şirin’i mi unutamadın?

Ferhat: O defteri çoktan kapattım. O şansı bir kere verdim ona, o da kaybetti.

Babası: İstiyorsan bir kız bulup evlendirelim oğlum.

Ferhat: Şu anda evlenmeyi düşünmüyorum.

Babası: (Gülerek) Şaka maka altını o dağda nasıl buldun, elinle koymuş gibi? Köydekilerin kimisi harita geçmiş eline diyorlar. Hatta senin için evliya diyen bile varmış. (Kahkahayla güler.)

Ferhat: Aşkın sırrı işte...

Babası: Oğlum senin bir sıkıntın var. Belli… Durgun görünüyorsun. Bir sıkıntı varsa söyle.

Ferhat: Şirketin biraz borcu var. Ödeyemezsek şirkete haciz gelecek.

Babası: Boş ver oğlum. Dert ettiğin şeye bak. Sen onun da üstesinden gelirsin. Sen tüm zorlukların üstesinden gelirsin. Sen Akıllı Ferhat’sın. Tüm sıkıntıları halledersin. (Ferhat’ın sırtını sıvazlar.)

Annesi: Neyse bey, çıkalım da eksikleri alalım. Balıkçıdan lüfer alayım da akşama size lüfer yapayım.

(Dışarı çıkarlar. Ferhat düşünceli düşünceli oturduktan sonra kalkar ve Arif’in ofisine gider. Yani yan tarafa geçer.)

Ferhat: Selam aleyküm.

Arif: Aleyküm selam. Ne istemiştiniz?

Ferhat: Ben Ferhat Dağdelen. Geçit Vermez Ticaret’in sahibiyim. Sizinle konuşmak için geldim.

Arif: Şu meşhur Ferhat sensin demek. Hoş geldin.

Ferhat: Hoş bulduk. Meşhur derken? Anlamadım tam olarak…

Arif: Anlarsın anlarsın. Canını sıkma, her şeyi anlarsın. Eee, işler nasıl gidiyor?

Ferhat: İşler bu aralar iyi değil. Hatta hiç iyi değil.

Arif: Kimin işi iyi ki? Ham maddenin yanına yaklaşılmıyor. Her şey ateş pahası…

Ferhat: Şey… (Duraklar. Söylemek istediği şeyi söyleyemez.) Sizin işler nasıl?

Arif: Hamdolsun iyi... Biz bu sektöre daha dün girmedik. Yıllardır bu sektörün içindeyiz. Neyin ne olduğunu iyi biliriz. Gerekirse yolumuza taş koyanı ezmekten çekinmeyiz. (Eliyle bir böceği eziyormuş gibi yapar.) Konuşmak için geldiğinizi söylemiştiniz. Ne konuda konuşacaksınız?

Ferhat: Biliyorsunuz Arif Bey, şirketimizin size yüklü miktarda borcu bulunuyor. Eğer ay sonuna kadar borçlarımızı ödeyemezsek şirketimize el konulacak. Bu yüzden borçlarımızı ödememiz için süre tanımanızı istiyorum.

Arif: Mümkün değil bu. Biz büyük bir şirketiz. Büyük şirketlerin olduğu gibi bizim de belirli kurallarımız var. Bu kurallardan hiçbir şekilde vazgeçemeyiz.

Ferhat: Ben size kurallarınızdan vazgeçin demiyorum. Bana sadece zaman tanıyın diyorum.

Arif: Mümkün değil. Kurallarımızdan taviz vermemiz başka tavizleri de beraberinde getirecektir. Hem bu işler dağdan altın toplamaya benzemez. Akıl ve yetenek ister.

Ferhat: (Şaşkın) Ne altını, ne diyorsunuz?

Arif: (Sinirli) Ulan ne numara yapıyorsun, dağda bulduğun gömüyle kurmadın mı o şirketi?

Ferhat: Nereden biliyorsun bunu?

Arif: Köylülerinden öğrendim. Daha neler neler öğrendim, bir bilsen…

Ferhat: (Şaşkın ve sinirli) Başka ne öğrendin?

Arif: Bekir Ağa’nın çobanı olduğunu, kızı Şirin’e askıntı olduğun için seni kovduğunu… Daha anlatayım mı yüzsüz adam?

Ferhat: (Çok sinirli) Ağzını topla, benimle öyle konuşamazsın. Ben kimseye askıntı olmadım.

Arif: (Dalga geçercesine konuşur.) Ya öyle mi? Sana mı inanayım, eşime mi? Allah’ın delisi. Deli Ferhat!

Ferhat: (Sinirlenir, çileden çıkar.) Senin eşin kim ulan?

Arif: Şirin tabi ki... Borçlarını da ertelemiyorum. Ay sonunda şirketine çöküp seni sokak ortasında köpek yavrusu gibi bırakacağım… Deli deli deli…

Ferhat: Ulan Şirin’in de senin de…

(Ferhat belinden çıkardığı bıçağı Arif’in karnına saplar. Arif’ten canhıraş bir feryat duyulur. Orada can verir.)

 

                                               SAHNE 7

Mekan:  Ferhat’ın ofisi. Ferhat’ın üzerinde takım elbise kravat vardır. Ferhat masa başında bir şeyler yazmaktadır. Bir taraftan da bilgisayara bakar. Meşgul görünmektedir. O sırada içeri Şirin girer. Şirin’in perişan bir hali vardır. Elbiseleri demode, makyajı akmış, saçları dağınıktır. Konuşurken sakız çiğner. Ferhat Şirin’i o halde görünce şaşırır.

Ferhat: Şirin… Sen… (Şaşkınlıktan konuşamaz.)

Şirin: Evet ya, Şirin! Hiç beklemiyordun değil mi beni bu halde görmeyi? (Etrafını süzerek konuşmasına devam eder.) İşleri de düzeltmişsin. Bir ara iflas ettin, battın falan diye duymuştum.

Ferhat: (Kendini biraz toparlar.) Evet… İşler bir ara kötüydü. Genel afla hapisten çıktıktan sonra işlerin başına geçtim, toparladım. Sen nasılsın?

Şirin: (Alay edercesine konuşur.) Nasıl mıyım? Sen kocamı öldürdükten sonra kardeşleri elbirliği yapıp kocamın tüm malını mülkünü elimden aldı. Arif’in anne ve babası oğullarının ölümünden beni sorumlu tuttuğu için onlar da benden yüz çevirdi. Köye de dönmedim. Çünkü bütün bu işleri annemle babam aştı başıma. Bunları saymazsak iyiyim… (Eliyle kendini göstererek.) Bu haldeyim işte.

Ferhat: Neden geldin buraya?

Şirin: Eserini görmen için... Bir zamanlar çok sevdiğin Şirin, Şirin’in… Etini satıyor, bak. Mutlu oldun mu?

Ferhat: (Sesini biraz yükseltir) Sen kendi kendine ettin! Hiç öyle zeytinyağı gibi alttan üste çıkma. Seni ailenden Allah’ın emriyle istedim. Baban ne yaptı? Bizi kovdu. Beni seviyorsan babanı boş ver, gel, kaçalım dedim; sen ne yaptın? Gelmedin. Şimdi suçlu ben mi oluyorum.

Şirin: (İmalı konuşur.) Evet, suçlu benim. Allı duvaklı eşin olmak istediğim için suçlu benim. Sen İstanbul’a geldikten sonra iki sene seni beklediğim için suçlu benim. Seni deli gibi sevdiğim için suçlu benim. Hatta eşim Arif’i öldürürken bile senin suçun yoktu, asıl suçlu bendim.

Ferhat: (Bağırır.) Yeter! Bunları söylemek için mi geldin buraya?

Şirin: Evet, bunları söylemek için geldim. Hani, köydeyken tenhalarda buluştuğumuzda beni dizine yatırır, birbirinden hoş aşk nağmeleri dizerdin. Ne derdin hatırlıyor musun? Sen Şirin’sin ben Ferhat… İsimlerimiz bile dağları delen Ferhat ile Şirin’in aşkına işmar eder. İsimlerimiz o büyük sevdalılar gibi tarihe geçsin istiyorum derdin. Dediğin gibi isimlerimiz tarihe geçti.  Seninki bir katil, benimki de sokak kadını olarak…

Ferhat: Ben katil falan değilim… Kocan olacak o şerefsiz beni bilerek batırmaya çalıştı ve cezasını buldu.

Şirin: (Ağlamaklı) Ferhat ne oldu sana böyle? Köydeki o saf, temiz Ferhat nereye gitti? Para bu kadar mı değiştirdi seni?

Ferhat: Değişmedim, geliştim, hayatın gerçeklerini gördüm. Deli Ferhat akıllandı yani.

Şirin: Deliyken akıllıydın, asıl şimdi delirmişsin.

Ferhat: Ben eski yaşantımın üzerine bir çizik çektim. Artık önüme bakıyorum. Bence sen de öyle yap. Yeni bir hayat kurmaya çalış.

Şirin: Sen beni bu hale düşürdükten sonra mı?

Ferhat: (Sinirli) Orospu olmanı ben mi söyledim! Şimdi de suçlu ben mi oldum?

Şirin: Evet, suçlu sensin. (Koynundan bir kolye çıkarır.) Bu kolyeyi hatırladın mı?

Ferhat: Hayır.

Şirin: Sen hediye etmiştin buluştuğumuzda. Yüz görümlüğü demiştin. Bana gönlünü açtığın için gerdek gecesi yerine şimdi takmak istiyorum demiştin, boynuma takmıştın.

Ferhat: (Alay edercesine) Bak sen! Eeee…

Şirin: Artık bunu boynumda taşımanın bir anlamı kalmadı. (Kolyeyi Ferhat’a uzatır.)

Ferhat: (Öfkeyle kolyeyi alır ve Şirin’in yüzüne fırlatır)Yeter artık! Kolyeni de al ve çek git buradan! İyi zamanında bana gelmedin, orospu olduktan sonra mı geliyorsun?

Şirin: (Öfkeyle bağırır.) Beni bu hale sen düşürdün!

Ferhat: (Öfkeyle bağırır.) Sen kendin bu hale düştün! Çık dışarı! (Ayağa kalkar ve Şirin’in kolundan tutarak onu zorla dışarı çıkarmaya çalışır. O arbede sırasında Şirin cebinden çıkardığı bıçağı ilkin Ferhat’ın karnına ikinci olarak da kalbine saplar. Ferhat ahh, diye çığlık atar ve kanlar içinde yere yığılır. Şirin elinde kanlı kolyeyle yerde yatan Ferhat’ın cansız başını dizine yatırır ve hüngür hüngür ağlar. Perde kapanır.)

İSMAİL

1983, Kayseri-Develi doğumlu. Selçuk Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden 2005’te mezun oldu. Öyküleri Muhayyel, İtibar, Post Öykü, Aşkar, Temmuz, Hece Öykü, Mahalle Mektebi, Yumuşak G dergilerinde yayınlandı.Eserleri:Öykü: Gergin Bir Yay(2014), Sonrası(2015), Deliliğin Evrensel Tarihi(2019)Roman: Ölüm Kadar Güzel(2017)

Daha fazla görüntüle
Diğer Yazıları