Bir ilkbahar günü, gökyüzünde bulutlar koyu gri, serin bir rüzgâr yanaklarımı tırmalıyor. Caddelerde akşam telaşı başlamış. ‘Yaz saatine geçilmeseydi şimdiye hava kararırdı’ diye geçiriyorum aklımdan. Şehrin kaldırımlarında hızlı hızlı yürüyorum. Aklıma çanta almak gelmiş bir kere. Az buçuk boş vakitte bulmuştum. ‘Alayım bari’ diyorum.
Az önce Cemal Abi ile görüşmüşüm. Ufuk açıcı ve öğretici konuşmalar yapmışız. Çaylar içilmiş. Öykülerimden bir tanesini de beğenmiş… Keyfim yerinde. Elimde her zamanki çantam. Çevremdekiler alıştı artık, beni sürekli gece gündüz, her daim bu çanta ile görmeye.
İçinde, hali hazırda okumaya devam ettiğim bir kitap, notlarımı aldığım bir ajanda ve yazılarımın olduğu karton bir dosya var. Fermuarlı, küçük ön gözünde ise kalem, ayraç, ataç gibi bilumum okuma ve yazma gereçleri. “At artık şu eski çantayı” diyenlere pek aldırmıyordum aslında. Ta ki, öndeki küçük gözünün fermuarı da bozulana kadar. Çanta deyince ahım şahım bir şey değil tabii. Sarraf, eczacı, tüpçü, sucu esnafının müşterilerine hediye etmek için yaptırdığı promosyonlardan biri.
Yazılarımın olduğu dosya katlanmadan, kırılmadan bütünlemesine sığdığı için seviyorum bu çantayı. Kalın bir sapı var. Kullanışlı. Pratik. Ama promosyon işte. Kısa ömürlü olur illaki. İlk önce sapının birisi koptu. Ortasından değil. Çantaya bağlı yerinden. Bende ne yapayım? Kullanışlı ve pratik ya, kopan yerinden bağladım. Günler böylece mutlu mesut geçerken, diğer sapı da kopuverdi. ‘La havle’ çekip onu da bağladım. Sonra bir gün, fermuar…
Elimde iki sapı kopuk yerlerinden bağlı, fermuarı bozuk, promosyon bez çantam olduğu halde yeni çanta almaya çıktım. Şöyle eskisine benzer ama gözü bol olan, karton dosyayı değil belki ama iki üç kitabı rahatça alabilecek bir çanta arıyorum. Önce çantacı Adem’e gittim. İlgilendi sağ olsun. Nede olsa eski dost. Dükkândaki bana yarayacak bütün çantaları gösterdi neredeyse, ama nafile; yok! İşimi görecek bir tane bulamıyorum. “Abi al şu derilerden bir tane” diyor. “Yok, onlar olmaz, çok resmi” diyorum. Elimdekini gösteriyorum. “Şöyle bez, spor bir şeyler olsa ne âlâ ama bunlar olmaz” deyince gülüyor. Mevsim baharmış, benim aradıklarım yaza doğru gelirmiş. Bu mevsimde bu modeller hiç gitmiyormuş. Hayret diyorum. İnsanlar mevsime göre mi çanta alıyorlar? Onaylıyor! Hem ne çok bayan çantası var. Demek ki en çok onlar rağbet ediyorlar. Benim gibi kırk yılda bir çanta krizi tutanlar gelse de olur gelmese de… gibi bir sonuç çıkıyor ortaya. Hem aldığımı iyice eskitmeden atamam, sağı solu yıpranana, delikler açılana kadar kullanırım. Böyle olunca çantacıların bayanlara yönelik bol çeşit getirmeleri normal diyorum kendi kendime.
Beni boş göndermemek için üç-beş tane geçen sezondan kalma çanta gösteriyor. Çanta güzel, evet hoş ama kitaplar sığmıyor azizim. Çaresiz eli boş çıkıyorum dükkândan. Şehirde bildiğim diğer çantacılara yöneliyorum. İçimde garip bir sıkıntı. Bir şey almak isteyip de bulamayınca hep böyle olurum. Elimde ki çanta dile gelecek gibi geldi bir ara. “Bak beni beğenmiyorsun ama aradığını da bulamıyorsun” diyecek gibi. Ya da, “beni atmayı düşünüyorsun, bari beni götürme şu çantacılara, üzülüyorum. Yeni çantaları gördükçe kopuk iplerim, bozuk fermuarım geliyor aklıma” der gibi… Kurucu İskender’e uğruyorum. Kitapları alıp, içinde sadece dosya kalan çantamı bir kenara iliştiriyorum. “İşim var biraz dursun” diyorum. “hay hay” diyor. Tam lokantadan çıkarken, “Yemek için bekliyorum” diye ekliyor. Bir hışımla çıkıyorum. Hava kararmak üzere. Acele etmeliyim. Bazı dükkanlar kapanmış bile. Hızla seğirtiyorum.
Şehirde bildiğim bütün çantacılara uğruyorum. Sonuç: hüsran… Çanta çok, ama ya çok resmi, ya küçük, ya da çok büyük… Karar bir şey bulamıyorum. Çanta almak istediğimi söyleyince, beni şöyle bir süzüp önce evrak çantası gösteriyorlar. Kocaman. Derdimi anlatınca diğerlerini… Kitaplar ve ajandam elimde, deniyorum sığmıyor. Sırt çantası önerdiler, reddettim. Az buçuk beğendim bir çanta çıkmıştı ama onun da askı kayışı yoktu. Ben askı kayışlı bir çanta arıyordum. Zira benim emektarı taşırken bir elim daima dolu. Ben bazen çantamı omzuma atıp özgürce elimi kolumu sallamak; ya da iki elimle bir şeyler taşımak zorunda kaldığımda, çantamı sağa sola bırakmak yerine, omzuma asıvermek istiyordum. Ama nafile, yok, yok, yok…
Elimde kitaplar ve ajanda… Bildiğim en son çantacıdan da eli boş, boynu bükük çıkıyorum. Kimi ay sonu gelir dedi, kimisi yaz başı… Çaresiz bekleyeceğiz. Bir arkadaş “sürekli taşıma şu çantayı” gibi bir laf etmişti bir gün. Deneyeyim dedim. Almadım yanıma. Bir hafiflik sormayın. Ama ertesi gün küçük bir iş için bankaya gitmem gerekti. Emeklilerin maaş günümüymüş, çiftçilerin teşvik primleri mi dağıtılıyormuş neymiş, bir kalabalık, bir kalabalık… Tam kırkbeş dakika bekledim. Ne yaptım dersiniz. Yapacak bir şey yok. Aval aval bakındım sağa sola… Yılda bir kitabı zar zor bitiren birinin aklına uyup yanına kitap almazsan olacağı budur. O günden sonra kitaplarımın olduğu çantayı ayırmıyorum yanımdan. Zira benim için çanta demek, kitap demektir. Çanta taşıyan birisini görsem, kesin içinde kitap var derim…
İskender’in lokantaya zor attım kendimi. O dar akşam arasında çantayı alıvereyim diye biraz fazla koşuşturmuşum herhalde. Terlemişim. Hemen tezgâhta ki limon kolonyasını aldım. Bol bol süründüm. Oturup biraz soluklandım. Bir bardak su içtim. Sonra yemekler…
Yemeğimim bitirip çıkmaya hazırlanırken çantamı istedim. İskender sağa sola baktı. Bulamadı. Lokantaya girdiğimde bıraktığım yerde değildi. Başka bir yere koymuşlardır diye aldırmamıştım. Sormamıştım. Hasan’a sordu. “Çöp dökmeye giderken gözüme ilişti. Eski bir çantaydı, önemsiz bir şey sanıp çöpe attım” demez mi? “Eyvah” dedim yazılar. “Hangi çöpte, bari yazıları kurtaralım” diyecek oldum, çöpü dökmeye gittiğinde çöp kamyonu gelmiş. Kovayı direk kamyona boşaltmış. Yapacak bir şey yoktu.
Kusura bakma diyerek özür dilediler. Üzülmüştüm ama haksız da sayılmazlardı. Öyle eski püskü bir çantayı kim görse çöpe atardı. Neden ben kendi ellerimle atıp kurtulamıyorum diye düşündüm. Özellikle sık kullandığım eşyalarla aramda garip bir bağ kurduğumu, onlardan kolay kolay vazgeçemediğimi fark ediyorum. Nihayet bir eşya ama aylarca belki yıllarca kahrımı çekmiş, hemen her halime tanıklık ettiğinden ayrılmamın kolay olmadığına karar veriyorum. Daha lokantanın köşesini dönmeden özlemeye başlamıştım eski çantamı. Yenisini alabilseydim zaten atacaktım belki. Sonra, “hayır” diyorum kendi kendime. Atmazdım. Eskilerimden bazı eşyaları sakladığım bir dolabım var. Oraya koyar, “lazım olur” diye bekletirdim mutlaka. Düşüncelerime tebessüm ediyorum.
Akşam saatini atlatmış tenha caddelerde ilerliyorum. Gökyüzünde yarım ay, hava serin, neredeyse bütün dükkânlar kapanmış…
Elimde ajandam ve kitaplarım yürüyorum. “Yenisini alalım derken eski çantadan da olduk” diye hayıflanıyorum. Neyse ki yazıların bilgisayarda yedekleri vardı. Vardı ama… Cemal Abi yazıları okurken bazı eklemler ve çıkarmalar yapmıştı. Aklıma bunlar gelince üzülüyorum. Zihnimi biraz zorlayınca birçoğunu hatırladığımı fark ediyorum. Bu yorucu günün sonunda teselli bulacak bir şeyler bulduğuma da seviniyorum.
***
Çantasız gezmeye başlıyorum. Ajandam ve kitaplarımı kâh elimde taşıyorum, kâh koltuğumun altına kıstırıyorum. Ne zor oluyor bilemezsiniz. “Gitti güzelim çanta” diye üzülmeye devam ediyorum. Aradan bir hafta kadar geçmişti ki, “sürekli taşıma şu çantayı” diye akıl veren arkadaşla karşılaştım. Beni öyle çantasız ama kitaplar elimde görünce; “Ben sana çanta taşıma derken, içindekileri de kastetmiştim” diye dalga geçmez mi? Doğruca önceki çantayı aldığım eczaneye gitmeye karar verdim.
Eczanenin önünden bir-iki geçtim. Bir türlü içeriye girmeye cesaret edemedim. Biraz tereddüt ettikten sonra nihayet… Utana sıkıla bir çanta istedim. “Geçen hafta bitti. Yeni sipariş verdim. Yaza doğru gelir” cevabını alınca, yeni bir çanta edinebilmek için yaz mevsiminin çok iyi bir zaman olduğuna karar verdim. Hem şunun şurasında yaza ne kalmıştı ki…
Yaza kadar dişimi sıkar, kitapları elimde taşımaktan bıkmaz, sağdan soldan gelen tacizlere aldırmazsam.. istediğim gibi bir çanta alabileceğime dair bir his var içimde. Ümitleniyorum. Kendime cesaret veriyorum; “Ha gayret”…
Nisan 2009
Akif Hasan KAYA: 1977 Balıkesir doğumludur. Öykü ve denemeleri Aşkar, Post Öykü, Muhayyel, İtibar, Yediiklim, Ğ, Hece Öykü dergilerinde yayımlandı. İlk kitabı Islak Kibritler ile 2012’de Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Yılın Hikâyecisi ödülüne layık görüldü. Bazı kitapları Arnavutça’ya çevrildi. Kitapları: Islak Kibritler (Öykü, Okur Kitaplığı, 2012, İz Yayıncılık, 2017)Ölmüş Oyuncaklar müzesi (Öykü, İz Yayıncılık, 2014)Uzun ve Lacivert Günler (Öykü, İz Yayıncılık, 2015)Bu Bir Aşk Hikayesi Değildir (Öykü, İz Yayıncılık, 2017)