Menu
BİR ÖYKÜ BİR ŞİİR
Öykü • BİR ÖYKÜ BİR ŞİİR

BİR ÖYKÜ BİR ŞİİR



BEKÇİNİN DÜDÜĞÜ

BİRİNCİ  KADIN: Gözlüklü, çatık kaşlı, sinirli, hızlı hızlı konuşuyor. Hem kendinin, hem de başkalarının hayatını zorlaştırmada üstüne yok. Onunla bir iş yapmaya kalkışan canından bezer; işlerinin neden ters gittiğini bir türlü anlayamaz.

Yediği halde gram kilo almadığı için komşu kadınların ilgi odağı. Bir mevzunun açılışı her zamanki gibi ona bağlı.

*

“Gelen geçene dirlik vermezdi. Hadi biz alıştık diyelim, ama ya misafirlerimize çektirdikleri. Zavallıların ayağını kesmek üzereydi kapımızdan. Rahatlık vermezdi gelene. Yok arabayı oraya park ettin, yok buraya park ettin. Adam napsın, arabayı da misafirliğe mi çıkarsın yani. Akıl işte. Sonra çocukların ondan çektiği. Bizimkilerden geçtim hadi, ya misafir çocuklarına yaptıkları. Koskoca, yılların güzelim Küçük Çıkmazı Sokağını evine döndürdü mübarek; cips paketlerini, çekirdek kabuklarını, sigara izmaritlerini yere atmak yok, kaldırımları, duvarları çizmek yok, kızların seksek oynaması yasak. Neymiş efendim, yerleri kirletiyorlarmış. Madem öyle ip atlasınlar, o zaman da tozlar havaya kalkıyormuş; evleriniz içi toz dolar, beşikteki sabileriniz mikrop kapar, peki ya pencereler kapalıysa, o zaman da camlarınız batar.

Beylerimiz bir sokak ötede sigaralarını söndürüp öyle girerdi sokağa. Yere tükürmek de, sümkürmek de yasaktı. Bir görsün hele. Nasıl velvele koparırdı, Allah esirgesin.”

İKİNCİ KADIN: Esmer mi esmer, ince dudaklı, mütemadiyen diyet yapan, eli birinin sırtında olmasa rahat etmeyen memur karısı. Tek israfım saçlarımı boyatmak, der. Kocası bu kadar sık saç boyamasına çok sinirleniyormuş, ama onu dinleyen kim, diyor.

O konuşuyor şimdi de:

*

“Yine de iyi adamdı şu bizim bekçi. Küçük Çıkmazı Sokağına medeniyet getirdi vesselam. Adamlarımız adamlık öğrendiler. Benim herif bir gün baktım yerlerden bir şeyler topluyor, evin yüzü birkaç gündür süpürülmemişti. Ne oluyor, dedim. Hiç, çocuklar öteberi dökmüşler de, dedi. Bir gün yine baktım kül tablasını boşaltıyor, ben afalladım tabii, kırk yıllık kocamı tanımaz mıyım? Sonra bir gün ağzından kaçırmasın mı, ‘canım, bekçi kadar da mı olamıycaz yani.’ Şu bizim bekçiden Allah razı olsundu hani. Hep bizi düşünürdü. Enik kadar çocuklara lafımızı geçiremezdik, o ise şappadak dinletirdi sözünü. Çok acırdı kadın kısmına çok. Hele temizlik günleri. Gelip halıları çırpmamıza yardım eder, kapıyı, merdiveni akıtırdı, yan komşunun tansiyonu var diye camlarını o silerdi. Ne iyi adamdı şu bizim bekçi.”

ÜÇÜNCÜ KADIN: Alışveriş budalası, komşuların gözünde sonradan görme, kocasına her dediğini yaptırabilen, diplomat bir babanın tek kızı. Sonraki yıllarında çöpçatanlığa heves etmişti. Tam sekiz kişiyi evlendirdi bu yolla. İyi de bir aracıdır. Bugüne kadar hiçbirinden şikâyet gelmemiş, hepsi ona minnettarmış, öyle diyor.

Lafa karışmadan susup oturmak tarzı değil, biraz geveze bir tip, ama o kendini konuşkan olarak tanımlıyor.

*

“Aslında doğru söylüyorsunuz, komşular. Valla ciğerim parçalandı haberi alır almaz. Bizim herif söylediydi, inanamadım, şu bizim bekçi ölsündü ha. Ne iyi adamdı oysa. Böyle çabuk ölsün, insanın aklı havsalası almıyor. Bakkalımıza o koşardı. Siz yeterince yoruldunuz, der alışveriş olsun, pazar poşetleri olsun dairemize kadar o çıkarırdı. Ne düşünceli, ne hoşgörülüydü. Evet, biraz düzen sahibiydi, sıkıydı, disiplini severdi, eh, sonuçta asker adam; yılları geçmiş karargâhta, öyle derdi bizim herif. Ona bir eş bulabilmek için az mı uğraştıktı. Kimseyi istemezdi. Bir eşin olsun, çocukların olsun, derdik. Evet, bizler varız, seni kimseye muhtaç etmeyiz, ama yaşlanınca bir çorba pişireni, bir su vereni olmalı insanoğlunun. O ise, ‘ne biliyorsunuz, belki yaşlanmadan ölürüm,’ derdi. Bilirdi zahir. Bak, erkenden gitti. Ne iyi adamdı şu bizim bekçi, hâlâ inanasım yok.”

DÖRDÜNCÜ KADIN: En yaşlıları o. Güngören tayfasından. Kimi kimsesi kalmadı şimdilerde, böyle bir gün onda bir gün bunda akşam ediyor. Arada bir de suskunluğunu bozup sesini işittirmesi olmasa, hepten yok sanacaklar.

*

“Bütün ölümler şaka gibidir, hanımlar. Ben rahmetliyi kaybettiğim gün sanki birinin bana oyun oynadığını sanmıştım. Sanki biraz sonra kapıda dikiliverecekti de onu yeniden görecektim. Yıllarca da öyle sandım, hep geri gelecek sandım. Ama artık o gelmeyecek, ben ona gideceğim. Oysa bekçinin ardında ona gidecek biri yok.

Garipti. Ta üniformalı günlerini bilirim. İzine geldiğinde bir şenlik, bir dirlik gelirdi sokağa. Şöyle adam gibi oturur, adam gibi laf söylerdi. Tütün içmezdi. Akıllıydı. Sonra bir şeyler oldu, çözemedim. Ne deli gibiydi son zamanlar ne de akıllı gibi.”

BEŞİNCİ KADIN: Onun için ‘temizlik beziyle yatıp kalkıyor’ deniliyor, abartmış ta değiller hani. Aşırı titiz. Sadece kirli ortamlarda dar canlılığı görülür, diğer zamanlar geniş mi geniş tabiatlı. Herhangi bir şey asıl olması gereken yerde değilse onu kaldırmadan canı rahat etmez. Sadece kendi evinde değil, her yerde öyledir. Çöplerini öteye beriye bırakıyorlar diye az mı dalaşmıştı buradakilerle. Çöp poşetlerinin ağzına iki sıkı düğüm atmayı ondan öğrendiler, o olmasa, bir de rahmetli, pislikten kokardı bu sokak. Ona göre sokakların da yıkanması gerekiyormuş, böyle bir iddiası var. Kapıcılar sırayla yapsınlar bu işi, diyor.

*

“Elbet ya, iyi bir insandı. Biraz temizdi, titizdi. O kadar da olur. Bir bizim sokağa bakardım, bir diğer sokaklara, oralara pislikten, kokudan girilmezdi. Her yerde çöpler, çocuk viyaklamaları, kedi köpek pisliği. Ya bizim sokak; yerlerde tek toz yok, çocuklar uslu puslu oturuyor, ne duvarlar yazılı, ne eline geçenin yapıştırdığı kâğıt parçaları, ne de pis koku. Diğer sokaklarda bir tane bile konteynır yokken, o bizim sokağa iki tane birden koydurtmuştu, hem de kapaklı olanlardan. Pencerelerimizi bu sayede sabah akşam açık tutardık. Hele yaz geceleri, sivrisinek bile olmazdı. Kedi köpekten de kurtulmuştuk, hususi arayım desen bir tane bulamazdın. Zaten pisilerin bu sokakta ne kısmeti olacak, ölüp giderlerdi açlıktan, bir kere çöp kutuların kapakları kapalıydı, onu bırak, eğlence olsun diye karıştırıp dökecek fırsatları bile yoktu. Ne iyi kollardı sokağı. Kimsenin gözü arkada kalmazdı. Çocukları bırak git, istersen kapını açık bırak git, öyle, gönül rahatlığı içinde.”

ALTINCI KADIN: Evinin köşeleri çocuk dolu. Yedi oğlu, iki kızı var, hepsi de deccal gibi; bütün sokağa yetiyorlar. Aslında yumuşak ve ağırbaşlı bir kadındır, ama saat başı çocuklarından şikâyet geldiği için ara sıra zıvanadan çıkıyor. Sinirleri pörsümüş (kendi tabiri).

Son günlerde işi yemeğe vurdu. Bir ayda tam sekiz kilo aldığı için biraz da mutsuz. Konuşması ağdalıdır. Onu dinlerken can çekişiyor sanırsınız.

*

“Mesela şu top konusundaki tavrı fevkalade bir şeydi. Futbolu hiç sevmezdi. Bizim çocuklar da illa futbol illa futbol. İki üç velet bir araya geldi mi hemen futbol. Neymiş efendim, başka oyun mu varmış. Bir sürü oyun var. Eskiden biz kendi oyunlarımızı kendimiz icat ederdik. Şimdikilerde nerde öyle yaratıcı zekâ.”

YEDİNCİ KADIN: Sarışın, yeşil gözlü, kalın, kanlı dudakları var. Parmakları da biraz kalınca. Karadeniz şivesiyle komşularını pek eğlendiriyor. Kendi de gailesiz, şakrak. Biraz katı. İki oğlu bu gidişle ondan pek çekeceğe benzer. Daha biraz önce onları evde bıraktığını söyledi, öteberiyi toparlıyorlarmış. Sanki bütün erkeklerden intikam alıyormuşçasına gururluydu bunu söylerken.

Etrafında sözünü esirgemeyen, aklından geçeni pat diye söyleyen biri olarak tanınır. Zerre kin gütmez. Ne varsa dilindedir. Eski ve hatırası olan eşyalara tutkusuyla da bilinir. Şimdi onu dinliyorlar.

*

‘Futbol kötü bir oyundur,’ derdi hep. ‘İnsanları kavgaya ve kine sürükler.’ Bu yüzden çok kızardı. ‘Çocukların arasına husumet giriyor,’ derdi. ‘Üstelik savruk bir oyun; camlarınızın kırılma tehlikesi, çocuklarınızın ayakkabılarının çabuk eskimesi, toz toprağın içinde kalıp üstlerini başlarını pisletmeleri, hepsi sizin zararınıza,’ derdi. Doğruydu. Her gün üst baş yıka, as, ütüle. Ben katılıyordum şahsen. Bizim oğlanlara da çok kızardım. Evde çorapları iç içe doldurarak top yapar oynarlardı. Nasıl da fena, sert bir şey olurdu. Kaç tane güzelim vazomu kırdılar, dedeciğimin hatırası olan duvar saati parçaladılar. Tabii ben de onları parçalamıştım. O kadar taşındık, göçtük de o saate bir şeycik olmadı, veletler onu bir top uğruna kırsınlardı, olacak iş miydi? Evde futbol oynamalarına o saatten sonra yasak koydum, bizim bekçi de sokakta oynamalarına yasak koymuş. Çok ta iyi yapmıştı.

‘Senin takım, benim takım diye aralarına ayrılık gayrilik giriyor, birlik beraberlik kalmıyor’ derdi.

Görüyoruz işte, koskoca adamlar bile kendilerine mukayyet olamayıp birbirlerini sakatlıyorlar. Hadi onlar para kazanıyorlar. Sizin kazancınız ne? Hava.”

SEKİZİNCİ KADIN: İçlerinde en tazeleri o. Evlendiğinde bu sokağa gelin geldi. Dört yıl oluyor. Kucağında sallayıp durduğu bebeği yedi aylık. Diğer kadınlar onu pek akıllı bulur. ‘Fakülteyi bitirememiş ama yine de halinden belli’ derler, ‘tozunu yuttuğu.’ Kılı kırk yarar. Her şeyi kaidesine, kuralına uydurmaya dikkat eder. Geç kızken delikanlılardan gelen ilan-ı aşk mektuplarının yazı hatalarını düzeltip geri gönderirmiş; daha doğru düzgün cümle kuramayanların aşk taslamasına dayanamazmış.

Her zaman en son o konuşur. Kulağı tırmalayan tiz bir sesi olmasa, tatlı tatlı dinlenilir, ama sesine tahammül edilemiyor. Sözü geçen bekçi ona bu yüzden ‘kedi’ derdi.

Biraz esnek olabilse hır güre karışmazdı adı. İşte buna vurgu yapıyor şimdi de.

*

“Gerçekten de dediğiniz gibiydi. Evet, bazı hallerini aşırı bulurdum, ama yine de yaptığı doğru derdim. Onunla didişmelerim asla şahsi değildi. Sadece biraz rahat olmasını, her şeyin üzerine bu kadar çok gitmemesini, olayları büyütmemesini isterdim. Zaten kavgalarımız hep misafirlerimin çocuklarına yaptıkları yüzündendi. Onlar el kadar çocuklar, derdim. Bu kadar baskıyı kaldıramazlar. Bazen tepemi attırırdı. Sen kendi işine baksana, ne diye bizim çocuklarımızla uğraşıyorsun, anaları da biziz, babaları da, sana ne oluyor, derdim. Ama sonra onun sadece bizim iyiliğimizi istediğini anlardım. Çocuklara zarar gelmesinden korkardı. Düşüp bir yerlerini kıracaklar diye ödü patlardı. Ne kadar merhametli bir adamcağızdı. Keşke yaşasaydı da, sokağımıza onun yönetimi sayesinde verilecek ödülü görebilseydi.”

ÜÇÜNCÜ KADIN. Ellerini büyük bir gürültüyle birbirine çarptı. Ağıt koparmada pek yeteneklidir kendisi.

“Ah, sahi ya, ben bunu tamamen unutmuşum. Vah zavallı vah! Ektiği ağaçtan meyve yiyemeden ölüp gitti. Dimi ya. Belediye, muhtarın da teşvikiyle, Küçük Çıkmazı Sokağını ‘Yılın Sokağı’ seçmişti. Örnek olsun diye bir de kutlama yapılacaktı. Vah bekçiciğim, göremeden gitti. Oysa ne kadar hak ediyordu o günü görmeyi. Ben payımı ona vereydim, ah, -göğsünü yumrukluyor- o göreydi, aahh, ah. Şimdi ben hangisine yanayım, öldüğüne mi, yoksa hak ettiği ödülü alamayışına mı? Vah benim talihsiz bekçiciğim. Vah aslanım, vah.”

BİRİNCİ KADIN. Gözlüklerini düzeltti, parlak bir fikrin sahibi olmanın övüncüyle konuşmaya başladı:

“Komşular, bize düşen, bugün olduğu gibi, o kutlama gününde de bekçimizin anısına sapasağlam durmamızdır. Dost var düşman var. Onun sayesinde böyle bir unvanı almış olan sokağımızın bu ününe sahip çıkarak anısını yaşatmalıyız. Ben derim ki, bundan böyle sokağımıza onun adını verelim. O yaşarken uyduğumuz kurallara, sanki bizi görüyormuşçasına, riayeti sürdürelim. Onun getirdiği düzeni bozmayalım. Hem alıştık da.”

ALTINCI KADIN. Biraz önce ağzına attığı parçayı yutkundu, dilini dişlerinin üzerinde şöyle bir gezdirdi, sesini terbiye etti ve konunun kötücül yanına temas ederek:

“Valla sizi bilmem, komşular, ama ben öyle hissediyorum ki hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. O günler artık mazide kalmış bir anı olarak arada bir hatırlanmaktan, sonra tamamen unutulmaktan kurtulamayacak. Sizce bundan sonra kim kimi dinler, ha. Kim onun gibi sözünü geçirebilir? İsterseniz çıkın bir bakın sokağa; kapıların önünü pislik içinde, her yer toz toprak. Daha ölüsü kalkmadan, sırf inat olsun diye, yan sokağın arsızları ellerine geçeni gelip bizim sokağa atmışlar, uyuzlu pisileri binaların girişlerine bırakmışlar, yerlerde tükürük, balgam, çer çöp, etrafta kedi köpek görmeye hazırlıklı olalım derim.”

BEŞİNCİ KADIN. Bir avucunda halının üstünden topladığı kırıntılar, diğer avucunda boş bir tabak ve içinde kirli bir bardakla mutfağa doğru gidiyordu, tam o sıra söze girdi.

“Ah, neye yalan söylemeli, ben de aynı fikirdeyim. Sanmıyorum ki onun anısına saygı duyanların sayısı çok olsun. Hadi biz elimizden geleni yaptık, onu yaşatmak için savaştık diyelim, ama ya diğerleri. Kimse ondan korktuğu gibi bizden korkmaz ki. Onun korkusundan kuş uçmazdı bu sokakta. Daha ölüsü tazeliğini korurken, bak, duyuyor musunuz, bir kapik nasıl da afkuruyor, sevincinden besbelli. Biz hariç her şey seviniyor. Kediler, köpekler bayram etti. Ah bekçiciğim, sen olmadıktan sonra ben bu sokağı neyleyeyim. Üç vakte taşınırız buralardan. Dar gelir artık bu sokak, dar gelir.

*

Kadınlar hep bir ağızdan ağlamaya, ah edip ağıtlar yakmaya, yakalarını paçalarını çekiştirmeye, dizlerini dövmeye başlarlar; ağlama sesleri, mersiyeler, bebek viyaklamaları alır başını gider, bir curcunadır taşar açık pencerelerden sokağa: gürültünün bini bir para.

Birden bire, salonu dolduran keskin bir düdük sesiyle, birbirlerinin gözlerine taşıdıkları soru işaretleri gibi, salonun ortasında apışıp kalırlar.



KIRIK TEBESSÜMLER

Uykumu borçlandım  ürküten maviliğin
kirpiklerine sinmiş alev yazısı
baş dönmelerine
tartakladığın gözlerimin heyecansızlığıyla bezgin
ve gezgin sıfatıyla gidip geldim
yasak görüşmelere
veda gözlükleri parlayan kelimeler işittim
buruk kızıllıkla boyanmış uçurtmamı
ham çocukluğumun çizgileriyle kovalayıp
ayrılık düğünü  gözlerinde uçurdum
mahcubum
Seni unutuşum
alev yazılarınla daha bir eş zamanlı
tebessüme girişen hep girişken ruhum
vaktini mağdur edecek kadar derin zanlı
çocuğum
Biçare güvenime nefretin ıslığı
ve ıssızlığı ertelenişin yolculuk güllerime
telaşlı  boynum aceleci bulutum
şimdi dağılabilirim eteklerinden kinin
boş yere toplanıp saçılabilirim
kendi rehinesidir eller
ve tek vebalidir çiçeklerden aşırdığı
kırık tebessümler

Diğer Yazıları