Menu
BEKLEYİŞ
Öykü • BEKLEYİŞ

BEKLEYİŞ

Alâeddin Tepesi’nde, gelip geçenlerin dinlenmesi için belediye tarafından konulan kanepelerden birine oturdum, bekliyorum.

Neyi beklediğimi bilmiyorum. Aslında bekleyip beklemediğimi de bilmiyorum. Gözlerim mütemadiyen gökyüzüne dikiliyor, çiseleyen yağmurun verdiği huzur var içimde. Seviniyorum. Sevinçle bekliyorum.

Karşıya baktığımda Mevlana müzesinin üzerinde, manevi bir düşünce yayan Yeşil Kubbe’ye takılıyor gözlerim. Bekliyorum ve seviniyorum. Mevlana Hazretlerinin yaşadığı döneme gidiyorum. Onun yaptıklarını, yaşadıklarını, düşündüklerini, söylediklerini, çağrılarını beynimin içinde oluşan anaforun devir daim eden parçaları gibi hissediyorum.

Gökyüzü çiselemeye devam ediyor. Yağmurun yumuşak dokunuşu huzurumu artırıyor. Çocuklar gibi şen hissiyle yeşil kubbe ve gökyüzü arasında gidip geliyorum.

Gelip geçenler var. Herkesin konuşması, düşünmesi, giyinmesi, yürümesi farklı, çocuklar, kadınlar, erkekler…

Bazıları garipsemiş gözlerle bakıyor bana. Belki de yağmurun altında oturmama, oturup ıslanmama, ıslanıp beklememe bir anlam veremiyorlar, belki de “deli bu adam” diyorlar kim bilir.

Neyi beklediğimi, yağmurun bedenime temasından aldığım hazzı, huzur dolduğumu, her damlayı sevk edilen yere indirmeye memur olan varlıkların yaydığı güzelliğin farkında olan yok…

Yoksa bendeki huzurun kaynağı, rahmet görevlilerin güzelliği miydi? Ben bunu mu bekliyordum. Elbisemin ıslanmış olması, havanın serinlemesi, alnımın hafifçe üşümesi elimde olmayan bir sebeple kalkıp gitmemi sağlayamadı. Yağmur yağıyor ben oturuyorum, üşüyorum, içimde bir sıcaklık var ve bekliyorum.

Yıllar öncesinden ruhunu da alıp gidenlerin şehre ruh vermek için geri dönmelerini mi bekliyorum yoksa? Ya da şehrin kaybettiklerinin geri dönmesini mi bekliyorum, bilmiyorum. Gözlerim onun için mi bulutlarla Yeşil Kubbe arasında gelip gidiyor?

Yolun yarısını çoktan geçmiş olarak, bir çocuk sevinci, bir genç sevdası ile bir şeylerin gelmesini bekliyorum. Ağaçlar yeşermeye yüz tutmuş, çiçekler rengârenk, laleler bin bir gece masallarını kıskandıracak kadar etkileyici, çimler tozsuz, parlak ve göğe doğru sünmüş, bademler çiçeklerini dökmeye başlamış, adını bilmediğim alıcı renklerle bezenmiş çiçeklerle bekliyorum.

Titremeye başladım, soğuktan mı, heyecandan mı, üzüntüden mi, sevinçten mi olduğunu anlayamadım. Ama titriyordum işte. Hücrelerimle yaşıyordum anı. Şemsi Tebrizi’yi ve Mevlana’nın düşüncelerini, bağlılıklarını, sadakatlerini…

Şimdi yoktu bunların hiç biri. Yoktu. Bir gizli el alıp götürmüştü sanki. Birden kayboluvermişti işte. Arkadaşlık, bilgelik… Beklediğim bunlar mıydı, yoksa hatırlamadığım, hatırlamak istemediğim, çoktan yok olmuş, güzellikler miydi beklediklerim.

Kadınlı erkekli üç beş kişiydi galiba. Gelip tam karşımda durdular. Adam gülümsüyordu. Elmacık kemikleri hafifçe çıkmış kırmızıya çalan yanaklar, kocaman siyah gözlerle beyaz bir sakaldı gözlerimin odağına yerleşen. Gülümsemesine cevap vermek istedim, galiba vermedim. İradesi elinden alınmış gibiydim. Uzaktaki Yeşil Kubbe’den dönen gözlerle baktım adamın yüzüne. Selam vermiş olabileceğini düşündüm.

-Aleyküm selam, dedim.

Gülümsedim. Adam şimdi daha cesaretle sordu:

-Konya’nın gezilecek yerleri, diye başladı cümleye. Sonra sıraladı camileri müzeleri…

Ayağa kalktım. Onlara daldığım hülyadan geri geldiğimi hissettirmemeye çalıştım.

-Siz, dedim nerelisiniz?

-İstanbul’dan geldik. Konya’yı gezeceğiz.

-Hoş geldiniz. Sorduğunuz yerlerin birçoğu Alâeddin Tepesi civarında. Karşı caddeden yürürseniz eğer; hemen sağınızda İplikçi Camii var. Bakın minaresi gözüküyor. Hemen yanında kayalı bir park var. Onun karşısında caddenin solunda Şerafeddin Camii’ni görürsünüz. Şerafeddin Caminin arakasında Şems Camii ve türbesi var. Sonra Mevlana Müzesi ve hemen yanında Sultan Selim Camii…

Hepsi çok dikkatlice dinliyor, parmağımın işaret ettiği yere bakıyorlardı.

Bu yakınlaşmanın verdiği rahatlıkla başka yerler olup olmadığını sordular.

Onlara geçmişten gelen kültürümüzü aktarabilmek için bütün samimiyetimle anlatmaya devam ettim.

-Karatay ve İnce Minare Medreselerini, Sadrettin Konevi’yi, yeni oluşturulan şehitler anıtını, Sille’yi söyledim.

Meram, dedim. Meram’ı mutlaka görün. Bağlarıyla ünlenmiş Meram’ın yeşillikler diyarı olduğunu ifade ettim. Meram deresinin büyüleyici akışıyla farklı bir yer görmüş olursunuz. Sonra da Etliekmeğimizi tatmadan gitmeyin ha, diye ekledim.

Gülümsemeler oluştu. Adamlar yanımdan ayrılırken nezaket dolu ifadelerle teşekkür ettiler.

Ben onların arkasından bakarken beynimin kıvrımlarında neyi beklediğim sorusunun cevaplarını arıyordum.  Beklediğim bunlardı belki de.

Yağmur hızlanmıştı. Oturmaya devam etmeyi isterken birden karar değiştirdim ve yürüdüm.

Alâeddin Tepesi’nden aşağı inerken Yeşil Kubbe yağmurun da etkisiyle uzaktan daha flu gözüküyordu. Tramvayın geldiğini görünce adımlarımı sıklaştırdım. Şehrin kaybolmuş ruhu rahmetle geri dönmüştü herhalde. Huzur doluydum çünkü.

Diğer Yazıları