Karavul Yokuşu’nu kucaklayan pencerenin önünde boynunu büken bir süs narı, Ali Dağı’ndan esen rüzgârın okşayan nefesiyle hafifçe salınmaktaydı. Saksıya aşk ile bağlı narın sallanışına eşlik eden perdeler, Tuzhurmatu’yu terk eden güneşe veda eder gibiydi. Bu akşam güzelliği ne kadar da aldatıcıydı. Her gün patlayan bombalar, evlerinden alınıp götürülen masumların akıbetine dair kaygılar, okyanus ötesinden ölüm getirenler ve yardakçılarının zulmü... En acısı da hakiki yârin umarsızlığı... Ama ümit kesmek haramdı. Gün hep ümitle doğardı Tuzhurmatu semalarında... İşte yine ertesi güne ümitler ısmarlayıp giden bir günün akşamındaydı Şeyma...
Bayat kızı Şeyma... ABD askerlerinin talan ettiği köylerinden ailecek kaçıp Tuzhurmatu’daki amcasının evine sığınmışlardı. Varlığının bir parçasını, köylerindeki taş evin avlusunda bırakıp gelmişti. Hurma buğusu gözleri, ne vakit köy düşse aklına, Aksu gibi çağlayıverirdi. Yine öyle oldu. Lakin bu defa ağlamasının sebebi, anavatan Türkiye’nin, Kerkük’ü, Musul’u, Tuzhurmatu’yu, yani Mendeli’den Telafer’e bütün Türkmen diyarını kasıp kavuran eşkıyaları muhatap almış olduğundan bahseden haberlerdi. İçi cız etmişti Şeyma’nın... Nasıl etmesindi? Büyük amcası İhsan, geçen sene bu güruh tarafından kaçırılıp hunharca katledilmişti.
Rahmetli amcasından yadigâr taş plakları dinleyip avunmak istiyordu. Her gün sıkıntıdan yüzlerce defa örüp çözdüğü siyah saçları, cenderelere reva görülen halkı gibi, özgürlüğü nasıl da arzuluyordu. Belki bu sebepten örgü tutmuyordu saçları... Plak için için gıcırdayarak dönmeye başladı. Gıcırdayarak dönen plak mıydı yoksa şu zalime yar olan kahpe dünya mı idi? Hırsından kilitlenen çenesinden kopan kahırla, tebessümleri mühürleyen gamzesi bir keder işareti gibi titredi. Gıcırdayan plağa, gıcırdayan inci dişler arkadaşlık etti bir müddet... Taş plaktan fasıl heyetinin terennümü yükseliyordu: “Bekledim de gelmedin... Sevdiğimi bilmedin... Gözyaşımı silmedin... Hiç mi beni sevmedin?”
Gün batmıştı. Karavul Yokuşu, karanlıkla cebelleşen mehtaba bir kuytusunda yer arar gibi mahzundu. Tuzhurmatu’da mahzun olmayan en vardı ki? Her şey Türkmenlerin aleyhine gelişirken, her gün bir önceki günü aratırken... Felek, zalime fırsat vermek için her saniye bir bahane yaratırken... Mahzun olmak neydi ki? Şeyma, her şeye katlanabilecek kadar güçlü bir kızdı. Başa gelenin Hak’tan olduğunu bilir, sabır ile felahı beklerdi. Kabullenemediği tek şey anavatanın elini uzatmamasıydı. Birinci Dünya Harbinden beri yâr eli bekliyordu Irak’ta kalmış Türkmen şehirleri... Yareli bekliyordu... Kabuk tutmaksızın kanayan bir yara ile yareli...
.../...
Yedeğinde ölüm taşıyan jetler yaladı gecenin karanlığını... Bütün Tuzhurmatu karanlığa büründü o an... Gece dost yüzünü terk etmiş, korkunun siyah şalını omuzlarına almıştı. İşte o kaygının sökün ettiği dem, uzaklardan yankılanan silah sesleri, sanki bütün sokakları kolaçan edercesine kuşattı yıldızlara tutunan gönülleri... Ve ardından büyük bir patlama ile bir an parladı Ali Dağı’nın etekleri...
Dağın eteklerinde patlayan bombalar, Şeyma’nın yüreğinde patlamıştı sanki... Sonra hiç tatmadığı kavurucu bir his bütün ruhunu sarıvermişti. İhtimallerin kördüğüm olduğu dimağından yüreciğine bir sızı ilişiverdi. “Reşit Ali!” dedi kendi kendine... Reşit Ali, Şeyma’nın yavuklusu... İki ay önce babası ve ağabeyinin öldürülmesi üzerine direnişçilere katılan Reşit Ali... “Türkmen garip... Türkmen sahipsiz... Anavatandan hayır yok nergisim... Ben toprağıma yâr olmaya gidiyorum... Hür olmayan gönülde sevda ağır yük imiş gülüm...” deyip de giden Reşit Ali...
.../...
Perdeler ölümün küf kokan nefesiyle titredi. Karanlıkta Reşit Ali’nin kanlı yüzü... Şeyma’nın düğümlenen boğazında hıçkırıklar art arda birikti. Boynu bükük nar kahrından kızardı. Karavul Yokuşunda figanın ayak sesleri geceye karıştı. Şeyma... Kendini kaybetmenin en perişan mertebesinde, kınalı ellerini böğrüne basıp öylece kaldı. Dudakları... Yâr hasretine türkü yakan dudakları... “Ah Türkiye’m! Türkmeni öksüz koyan Türkiye’m... Daha kaç vakit kahır yudumlayacak bu topraklar? Hala mı umursamazsın bizi? Hala mı sensiz koyarsın öz kardeşlerini? (........)” Yâr hasretiyle hoyrat taliminde bükülen dudakları, intizar olup yağmıştı gecenin saçlarına... Gece karaydı... Irak Türkmenlerinin bahtı gibi...
.../...
Acının ete kemiğe büründüğü Tuzhurmatu gecesinde, taş plak gıcırdayarak dönmeye devam ediyordu:
“Bekledim de gelmedin...”