Menu
Alacağın Olsun Amiş Efendi
Öykü • Alacağın Olsun Amiş Efendi

Alacağın Olsun Amiş Efendi

Orhan sabah kahvaltısını yaparken asker olmaya karar vermişti. Evinden asker olma düşüncesiyle çıktı. İşsizlikten ümidini kesmişti. Metrobüste kendini üniformalı ve tekmil getirirken hayal etmişti. Metrobüsten inince, yanından geçtiği arabaların birinin camında sakallarına bakıp üzülmüştü. Sonra kendini ikna etmişti, sakalı gidecekti ama üzerinde asker üniforması olacaktı. Biraz zaman geçince kendini ikna edemediğini fark etti. Ani kararların ani hamleler gerektirdiğini bildiği için gördüğü ilk berbere girmişti. Asker tıraşı olmuştu. Tıraş boyunca da berberin askerlik anılarını dinlemişti. Ama işte hayat kestirilemezdi. Bir saat sonra Elif’i görmüş, ona aşık olmuş ve asker olma fikrinden vazgeçmişti. Olan saçına ve sakallarına olmuştu.

Soluğu Muhsin’in yanında almıştı. Muhsin’in küçük bir dükkânı vardı, cep telefonu kılıfı, şarj cihazı falan satıyordu. Orhan’ı görünce gözleri açılmıştı.

“Ne yaptın lan kendine?”

“Aşık oldum.”

“Niye tıraş oldun o zaman?”

“Asker olacaktım.”

Muhsin sustu, soru dolu gözlerle baktı.

“Oğlum asker olacaktım, aşık oldum, asker olmaktan vazgeçtim. Boşver, uzun hikaye. Aşık oldum. Ne yapacağım lan ben?”

“Hiçbir şey. En azından üç ay. Saçın sakalın uzamadan çıkma kızın karşısına.”

“Çok mu kötü?”

“Kötü tabi. Seni zaten bu gaza gelmelerin yaktı hep. Oğlum, erkek adam bir sakalını kesmez, iki sırtından ceketini çıkarmaz.”

“Sevmedim muhabbetini. Gidiyorum ben.”

Orhan çıktı. Çıktı ama nereye gidecekti? Kulaklığını taktı, bir sigara yaktı, ilk nefesi çekmedi, Orhan şarkısı açtı, Vazgeç Gönlüm diyecekti baba, şarkı başlayınca ilk nefesi çekti. Yürümeye başladı.

Bir ara sokak buldu. Ara sokakta arabaların olduğu kaldırıma geçti. Bir tanesinin camından kendine baktı, morali bozuldu. Muhsin haklıydı. Bu tiple ona değil Elif, hiçbir kız bakmazdı. Üç saat içinde hayatını mahvetmişti. Yirmi yedi yıl boyunca asker olmayı hiç düşünmemiş, aksi gibi yirmi yedi yıl boyunca hiç aşık da olmamıştı. Göğe doğru baktı.

“Niye engel olmadın tıraş olmama? Madem aşkı kaderime yazdın, neden engel olmadın? Bir ol derdin, berber kalp krizi geçirebilirdi, tıraş olmazdım. Berbere kıyamadın anladık, bana nasıl kıydın?”

Üç ay çok uzundu. Ya Elif’in zaten bir sevdiği vardıysa? Yoktur dedi içinden. Ama ya olursa? Üç ay çok uzun bir süreydi. Üç ay içinde bir insan iflas da edebilirdi zengin de olabilirdi. Üç ayda bir devlet işgal edilebilirdi. Üç ay içinde bir insan on hastalık atlatabilirdi. İçinden çıkamadı. Tekrar Muhsin’in dükkana gitti. 

“Avel avel dolandın geldin demi?”

“Üstüme gelme Muhsin. Nasıl uzatacağım ben bu saçı sakalı?”

“Sakal kolay, o uzar da saç uzamaz oğlum. Üç ay. En az.”

“Sakalım uzasa, saçım kısa olsa bile yakışmaz mı? Beni hiç öyle görmedin. Belki karizma katacak.”

“Katabilir. Ama militana da benzeyebilirsin.”

“Bugün muhabbetin güzel değil. Gidiyorum ben.”

Çıktı dükkandan. Saate baktı, üç olmuştu. Elif beşte işten çıkabilirdi. Gerçi özel sektördeydi, altıda çıkardı. Yapacak bir işi yoktu. Artık hiç yoktu zaten. İşim gücüm sen ol Elif, dedi. Metroya atladı. Doğru Fatih, Emniyet durağı. On dakika yürüdü. Geldi şirketin önüne. Elif’i burada görmüştü, öğlen molasından işine dönerken. Şirketin karşısında çay ocağı vardı. Geçti, oturdu, bekledi.

Çay ocağındaki herkes ona bakıyor gibi geldi. Yoldan geçen herkes ona bakıyordu sanki. Ne yaptın sen kendine diyorlardı. Ne bu halin? Çocuğa dönmüşsün. Herkese açıklamalar yaptı, içinden tabi. Öyle böyle geçti vakit. Saat altı oldu. Heyecanlandı. İnsanlar birer ikişer çıktı şirketten. Elif de çıktı. Yanında bir kız vardı, neşeliydiler. Kızı süzdü, cık, güzel değildi. Diğer kadınlara baktı. Elif nasıl da güzeldi! Gözünü alamadı Elif’ten. Elif bir ara çay ocağına bakar gibi oldu, hemen eğdi başını Orhan. Böyle görmemeliydi, gözü çarpmamalıydı. Bilinçaltına bu şekilde kazınmamalıydı. Olmazdı. Bilinçaltı, kahpedir. Yarın karşısına çıktığında Orhan’ı beğenmezdi, neden beğenmediğini anlamazdı da, Orhan’dan başka kimse asıl nedeni bilmezdi. Başını geri kaldırdığında Elif gitmişti. Morali bozuldu. Şimdi ne yapacaktı? Kalktı, hesabı ödedi. Hesap pahalı geldi. Çay, otuz liraydı. Çay ocağı için yüksek bir rakamdı. Beğenmedi. Bir daha oturmamaya karar verdi. Ezan okundu. Fatih Camii’ne gitti, akşamı cemaatle kıldı. Namazdan çıkınca Amiş Efendi’nin türbesine gitti. Üç Fatiha, on bir İhlas okudu, başta Peygamberimizin olmak üzere, Ehl-i Beyt’in, ashabın, Bedir ashabının, cümle peygamberin, velinin, şehitlerin ve Amiş Efendi’nin ruhuna hediye etti. Elini kapatınca aklına dedesi geldi, onu unutmuştu. Geri açtı elini, dedeme de dedi, kapattı. Sonra hazrete yakarmaya başladı.

“Bugüne kadar senden hiçbir şey istemedim. Şimdi, camide Allah’tan istedim. İmkân varken senden de isteyeyim. Himmet et bana. Elif’in gönlünü bana bağlayın. Ne maddi sultanlık istiyorum ne manevi. Hepsini dağıtın müminlere. Varidatları, halleri, makamları dağıtın. Cümle ilmi, rüyayı dağıtın. Tek Elif’i verin bana. Üç ay uzun. Üç ayda onu hazırlayın bana, üç ay sonra karşısına çıkınca da ısındırın gönlünü. Beni en iyi siz anlarsınız. Aşık oldum. Tamam, çok da temiz adam değiliz. Bazı namazlar kaçtı, bazı oruçlar tutulmadı, bir iki zinamız da var. Namazı orucu kazalarım, diğerleri için de tövbe ederim. Seni şahit tutuyorum, söz günah işlemeyeceğim. Elif’i bana aşık edin. Adam olmazsam namussuzum. Sultanım, Ey Amiş Efendi, gönül derdimi sana ısmarladım, dilekçemi arz ettim. Gerisi sizde.”

Türbeye sırtını dönmeden çıktı. Kulaklığı taktı. “Orhan dinleyeyim” dedi. “Duamızı ettik, Orhan dinleyelim. Orhan’ın şarkıları bir yanıyla Hakk’a bakar.” Yapacak bir şey bulamadı, evine gitti. Annesi kızdı tıraş olmasına, babası alay etti. Bozulmadı. Bozulmamasına şaşırdı. Demek ki dedi, aşk gerçekten de insanın kalbini değiştiriyor. Normalde kızardım babama, dedi. “Neyse” dedi, “kızmayacağım artık sana baba. Sabret. Yakında evleneceğim, gideceğim bu evden.”

Elif’i düşünerek, evlendiğini hayal ederek, çocuklarına isim arayarak uyudu. Sabah uyandığında hemen saate baktı, iş saatini kaçırmıştı. İşsizlikten tembelliğe alışmıştı, böyle olmazdı. Yine de evden çıkmak istedi. Giyindi hemen, ayakkabılığa varınca annesi yetişti.

“Nereye böyle? Kahvaltı yapmadın.”

“İşim var anne.”

Annesi tepeden tırnağa süzdü Orhan’ı.

“Sen uykunda kimin adını sayıklıyordun?”

“Ne sayıklaması? Kimsenin. Rüya görmüşümdür.”

“Bırak. Aşık mı oldun sen?”

“Yok anne ne aşkı?”

“E o zaman? Oğlum, el kızının adı sayıklanarak uyunur mu? Hamamcı olursun sonra… Kaç yaşında adam…”

“Yav anacım bir dur.”

Evden zor attı kendini. Kızardı, bozardı, utandı. Soluğu Elif’in şirketin önünde aldı. Mecbur yine çay ocağına oturdu. İki poğaça, bir çay. Daha almadı bir şey. Fiyatları bu şekilde protesto etmeye karar verdi. Öğlene kadar bekledi. Öğlen arası olunca Elif çıktı şirketten. Çıktı ama… Doğrudan bir arabaya yöneldi. Orhan put gibi kaldı. Elif arabaya girdi, şoför koltuğunda oturan oğlana sarıldı, öpüştüler. Orhan put gibi kaldı. Araba gitti. Orhan put gibi kaldı. 

Çay ocağından ne zaman çıktı, metroya nasıl bindi, hiç anlamadı. Kendini Muhsin’in dükkanda buldu bir anda. 

“Asker mi olsam ya?”

“Ne?”

Muhsin şaşkın baktı. Orhan öylesine söylemiş gibiydi, raflara yöneldi, telefon kılıflarına baktı. Mavi bir kılıfı seçti.

“Güzelmiş. Kaç para bu?”

“Otursana sen şuraya. Bir çay içelim.”

“Yok, çay içtim ben. Kılıf kaç para?”

“La ne parası? Bir şey mi oldu oğlum? Asker olmak falan.”

“Yoo. Asker olmayı zaten düşünüyordum oğlum. Boşuna mı tıraş oldum?”

“Oğlum sen aşık olmamış mıydın? Daha dün demedin mi?”

“Hıh. Bir günde aşık mı olunurmuş? Libido etkisi olabilir. Erkek adamız oğlum, bekârız da, güzel kız görünce kanımız kaynıyor. Bir şey olduğu yok yani.”

Muhsin, Orhan’ın kolunu tuttu. İnanmıyordu dediklerine. Çocukluk arkadaşıydı. Tanıyordu onu.

“Orhan, konuşmak istersen…”

“Ya yok. Kılıf alacaktım ben. Senin muhabbetin güzel değil bu aralar. Gidiyorum.”

Orhan çıktı dükkandan. Sağına soluna bakındı, insanlara baktı. “Yürüyün bakalım” dedi. “Gidin. Acele edin. Karınıza, kocanıza sarılın. İşinize gidin, para kazanın. Benim ne karım var ne işim.”

Akşama kadar dolaştı boş boş. Karanlık olunca bir ara sokak buldu. Çöktü kaldırıma, sigara çıkardı. Kulaklığı taktı, Orhan’ı açtı, Vazgeç Gönlüm. “Yok ya” dedi, “bir günde aşık mı olunur? Libidodur, erkek adamız işte… Asker olayım ben en iyisi. Tıraş da olduk zaten.” Orhan kendini kandırmaya çalıştı, yeni bir ikna denemesi. “Dünya güzellikleri oğlum işte” dedi, “fani. Püf, bir anda silinip gidiyor.” Karşı kaldırımdaki arabanın camına baktı, yüzüne, saçına… Başladı ağlamaya. Koydu kendini, bağırarak ağladı. Şarkıya eşlik etti, ağladı. Sigarayı içti, ağladı. Yıllardır bu anı bekliyormuş gibi ağladı. Ağlamak hoşuna da gitti. Bitmesin istedi. Bitmeyecekti de.. Ama işte bir adam geldi, dürttü kolunu. Çıkardı kulaklığı, hızlıca sildi yüzünü, utandı.

“Bir derdin mi var birader?”

“Yoo.”

Kalktı ayağa, öfkelendi, kaybetti kendini, bağırmaya başladı.

“Yok derdim falan. Ağlayamaz mıyım? Yok mu ulan boş bir yer? Bok var gibi doldunuz İstanbul’a, ağlayacak bir sokak bulamıyoruz. Gitsenize oğlum bu şehirden. Siktirin gidin ya.”

Adam şaşırdı, söylenerek uzaklaştı. Orhan’ın siniri geçmedi. Kendi kendine konuşarak yürüdü, halâ adama söyleniyordu. Yanından geçenler ona baktılar. Tam anlamıyla deli gibi görünüyordu. Umursamadı. Baktı yolun sonu Fatih camii. Girdi avlusuna, Amiş Efendi’nin türbesine vardı. Şöyle bir baktı türbeye.

“Alacağın olsun” dedi. “Kaza falan da kılmadım, haberin olsun. Belki bir günlük kılarım!”

YASİN

1994, Balıkesir doğumlu. Ulusal bir gazetede iki buçuk sene köşe yazarlığı yaptı. Cins dergi ve dünyabizim’de düşünce yazıları; Postöykü, Çıvgın ve Ruhsatsız dergilerinde öyküleri yayınlandı. Tasavvuf üzerine atölyeler, internet ve TV programları gerçekleştirdi.
Eserleri:Kimse Bana Nesne Demez (Akıl Fikir Yayınları, 2021)Osman Gazi (Mecaz Yayınları, 2021)Yasak Elmanın Cazibesi: Felsefi ve Dini Bağlamda Günah Üzerine Cüretkâr Bir Sorgulama (Lejand Yayınları, 2022)Çatlaklar ve Kusurlar Sayesinde (Fabrik Kitap, 2023)

Daha fazla görüntüle