Hatıratlar, bizim gibi mahzun insanlar için bir imkân. O büyük zatların hayatlarını okuma, onlarla bir nevi sohbet etme ve ismen duyduğumuz zatları da onlar aracılığıyla daha yakından tanıma imkânı. Yıllardır ilahilerini dinlediğim Nezih Uzel’in kitabının çıktığını görünce de hemen aldım ve iştiyakla okumaya başladım. Öyle ya, bir insanı kendisinden daha iyi kim anlatabilir ki?
Fakat okudukça iştiyakım yerini hüzne bıraktı. Hem tarihten öğrendiklerimin yüzeysel olduğunu gördüm, anı şeklinde okuduğumda daha canlıydı yaşananlar; hem de üzerinde adım attığım topraklara dair ve o toprakların yetiştirdiği insanlara dair bilgimin, ilgimin ne kazar az olduğunu ve bunun benim için ne denli büyük bir kayıp olduğunu fark ettim.
Bir Cumhuriyet Mevlevisi, Nezih Uzel’in hem kendi hayatı hem de tanıdığı önemli şahsiyetlerin hayatını anlatıyor. Usta bir romancı gibi tıpkı, atmosferi öyle kusursuz veriyor ki siz de okurken bir anda kendinizi 1956 yılında Konya’da buluyorsunuz. Hz. Mevlana’nın himmeti sizi de sarıyor, o ulvi şahsiyetlerin vakarı karşınızda beliriyor.
O yılların Türkiye’si de kitapta kendine yer buluyor tabii. Yakın tarih okuyanlar bilir fakat yaşayanın gözünden okumak, doğrudan şahitliklere muhatap olmak eşsiz kıymette. Örneğin, tekke ve zaviyelerin kapatılması hadisesini hepimiz biliriz. Teftişlerin yoğunluğunu ise esas hatırattan öğreniyoruz. Nezih Uzel, gözümüzü Üsküdar’da Özbekler Dergahı’na çeviriyor. Postnişini Necmettin Efendi bir gün şikayet ediliyor. Uzel’in dilinden okuyalım: “Küçük bir toplantı yapılıyormuş, ilahiler okunuyormuş. Bir ağzı kara, ortalıkta ne olduğunu pek anlayamamış, belki de görevi icabı orada bulunuyormuş, bu nokta henüz karanlıkta… Bir rapor hazırlanmış, suç şu: ‘Şarkı söylediler, arada Allah Allah dediler…’ Yani ilahi okudular, nakaratta ism-i Celal var… Ama adamcağız ne bilsin şarkının ilahiden farkını? Rapor o masadan bu masaya dolaşmış, çatık kaşlı, dar kafalı adamlar sonunda işi mahkemeye ulaştırmışlar. Şahitler, sanıklar, tanıklar, mübaşir, katip derken Necmettin Efendi huzurda… ‘Efendi sen tekke kurmuşsun?’ ‘Hayır, ben tekke kurmadım. Burası benim evkaftan hakkım olan evim.’ ‘Şarkı söylemişsin, Allah Allah demişsin.’ ‘Kızmışım da Allah Allah demişimdir.’ Daha bir sürü, şimdi hatırlamak istemediğim olur olmaz işler, ipsiz sapsız laflar… İlgililere tesadüfen bir merhamet gelmiş, ‘şeyhi kurtaralım’ demişler. Yazıları ona göre yazmışlar. Tam şeyhin şeyhliğini resmen örtbas etmişler ki, içeriden dergâhın çaycısı seslenmiş: ‘Şeyh Baba çayları getireyim mi?’ ‘Sus birader tam işi düzeltmiştik!’ İşte böyle, şeyh hayatının sonuna kadar yarı şaka yarı ciddi ‘ Burası tekke, burada Allah denmez’ der, bıyık altından gülerdi.”
Okurken insanı bir yandan güldüren bir yandan da hüzünlendiren, hatta öfkelendiren hatıralar. Türkiye’nin nasıl günlerden geçtiğini göstermesi yönüyle acı. Bugünlere gelene kadar büyüklerimizin nelerle uğraştığını bilmek yönüyle ibret verici. Bir yandan da kopuşumuzu hatırlatıyor. Düne dair merakımızın olmaması bizim ayıbımız. Ben Üsküdar’da oturuyorum, belki her gün Üsküdar sokaklarını arşınlıyorum ama dönüp de buralarda kimler yaşamış, nasıl zatlar geçmiş bakmamışım, araştırmamışım. Hafız Ali Efendi ismini ilk kez Nezih Uzel’den duydum mesela. Dahası da var. Hafız Ali Efendi’nin, Uzel’in deyişiyle “artık kimselerin bilmediği eski bir tarz olan” Üsküdar ağzı ile Kuran okuduğunu ilk defa duydum yine. Üsküdar ağzı ile Kuran okunduğunu da tabi…
Bugün çabalıyoruz, yarını düşünüyoruz. Ama dünü geçiyoruz. Farkında olsak da olmasak da… Düne dair de bilgimiz var sanıyoruz. Ama karşımıza esaslı bir insan çıktı mı, aslında bilmediğimiz şeylerin ne kadar çok olduğunu bize gösteriyor hemen.
Anadolu her zaman ariflerin yurdu olmuştur. Bereketli topraklardır buralar. İstanbul ayrı bereketlidir. Her semtinde nice velilerin kabri bulunur. Ama çoğu sırlıdır. Sessizce yaşamışlar, bizlere bugünleri hazırlamışlar, insan yetiştirmişler, ortamı temizlemişlerdir. Sessizce göçüp gitmişlerdir. Onları gerçekten taliplileri bilir ve bulur. Bazıları da bizim duyarsızlığımız yüzünden sessizliğe bürünmüşlerdir. Aramamışızdır, bu kabirler kimlerin, ne yaşamışlar diye sormamışızdır, peşine düşmemizdir. Kendi adıma Nezih Uzel’in kitabı beni utandırdı ve benim ilk işim bu kitaptaki zatları öğrenmek olacak, en azından kabirlerini ziyaret edip bir Fatiha okumak…
Nezih Uzel’i göremedik, tanıyamadık ama artık onunla sohbet etme fırsatına sahibiz.
1994, Balıkesir doğumlu. Ulusal bir gazetede iki buçuk sene köşe yazarlığı yaptı. Cins dergi ve dünyabizim’de düşünce yazıları; Postöykü, Çıvgın ve Ruhsatsız dergilerinde öyküleri yayınlandı. Tasavvuf üzerine atölyeler, internet ve TV programları gerçekleştirdi.
Eserleri:Kimse Bana Nesne Demez (Akıl Fikir Yayınları, 2021)Osman Gazi (Mecaz Yayınları, 2021)Yasak Elmanın Cazibesi: Felsefi ve Dini Bağlamda Günah Üzerine Cüretkâr Bir Sorgulama (Lejand Yayınları, 2022)Çatlaklar ve Kusurlar Sayesinde (Fabrik Kitap, 2023)