İnsan ilginç bir varlık. O kadar ilginç ki, bu tespiti yine kendisi yapabiliyor. Hem insan, hem de insan görüntüsünde ama ondan başka bir şey olabiliyor! Kur’an’ın tabiriyle ‘belhum adal’ (hayvandan daha aşağı). (Araf/179).
İnsanın en tipik özelliklerinden birisi de kendisini aldatıyor olmasıdır. Burada Kur’an-ı Kerim’in kınadığı en aşağı kavramlardan olan ‘münafık’ kavramına dikkat etmek gerekiyor: Nisa Suresi 142. Ayette Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: ‘Bakın, bu ikiyüzlüler, Allah’ı kandırmaya çalışıyorlar; hâlbuki Allah onların (kendi kendilerini) kandırmalarını sağlıyor. Onlar namaz için kalktıklarında, gönülsüzce, sadece insanlara görünüp takdir etsinler diye kalkarlar; Allah’ı da nadiren anarlar’.
İnsan zihnine giden yollar kalpten geçiyor. Eğer kalbi yakîne ermişse selamet içinde yol bulur ve varacağı yere aydınlık içinde varır. Yok, eğer kalbi karanlığın eviyse, kalbinden zihnine giden yol da karanlık içindedir. İnsan olmakla yaptığı hataların, günahların farkına vardığında Yunus (a.s) gibi karanlıktan aydınlığa çıkacak bir yol bulmuş demektir. Aksi takdirde ‘ila cehenneme zumera!’ ‘Hakikati inkâra şartlanmış olanlar, bölük bölük cehenneme sürüleceklerdir; oraya vardıklarında kapılar açılacak ve muhafızlar onlara, "Aranızdan, size Rabbinizden mesajlar getiren ve sizi bu (Hesap) Günü'ne karşı uyaran elçiler gelmedi mi?" diye soracaklar. Onlar, "Elbette geldiler!" diye cevap verecekler. Ama hakikati inkâr edenler için azap (hükmü) çoktan verilmiş olacaktır.’ (Zümer/74).
Göz, tecelli nazargâhı… Kulak, idrak mahalli… Dil, hakikat evi… İnsan en çok kendisini unutan bir varlık. Gözü, kulağı, dili hep başkasının cesedi üzerinde geziyor. Çekemiyor, kıskanıyor, gıybet ediyor... ‘Bütün insanlık bir zamanlar bir tek topluluktu; [sonra ihtilafa düşmeye başladılar], bunun üzerine Allah, müjdeci ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi ve onlar aracılığıyla hakikati ortaya seren vahiy(ler) bahşetti ki bununla insanların farklı görüşler edinmeye başladıkları her konuda karar verilebilsin. Buna rağmen, kendilerine hakikatin bütün kanıtları geldikten sonra aralarındaki kıskançlıktan dolayı onun anlamı hakkında ihtilafa düşenler bizzat bu [vahy]in tevdî edildiği aynı insanlardı. Ancak Allah, inananları, kendi iradesiyle, üzerinde ihtilafa düştükleri hakikate sevk etti; çünkü Allah, [ulaşmak] isteyeni doğru yola ulaştırır.’ (Bakara/213).
Zihnin sancısı yeni doğmuş bir kuşun kanat çırpınışına benzer; daha tünemeden uçmaya yeltenir. Kendi olmak için yok olmak, yükten arınmak, hafiflemek, gözlerden, nazarlardan, sözlerden uzaklaşmak… Derken yokluk suyunda yıkanıp var olmanın sancısını çekmek… İnsan zihninin koridorlarını telekleriyle aşındırmaya çalışan kuşların özgür kanat çırpınışları sonra… Gökyüzüne seyahat… Şeytanın evinden özgürlüğün evine yolculuk… Ateş tabiatlı insanların şerrinden uzak, melekût âleminin ehliyle muhabbet… Varlık âleminin efendileriyle dostluk kurmak… Yusuf’un kokusuna hasret kesilmek, Sıddık’ın sıdkını düşünmek… Musa’nın tecrübesini yaşayıp, Hızır’la yolculuğa çıkmak… Resul’ün (a.s) yoluna baş koymak…
Zihin koridorlarını açan, girift ve karanlık duvarları yerle bir eden kandil var bize yol gösteren. O öyle bir kandil ki yolunu şaşırmış herkesin önünü aydınlatan bir ışığa sahip. Sen inkâr edersin, o yol gösterir; sen gaflet uykusuna dalarsın, o uyarır; sen bahane üretirsin, o delil sunar; sen gözünü yumarsın, o ışığını saçar; sen aldatırsın, o mizanı hatırlatır; sen kırarsın, o tamir eder; sen tanımazsın, o kalp gözünü açar; sen göremezsin, o basiret yollarını gösterir; sen dilini kirletirsin, o tövbe havuzunda yıkar; sen benliğine hapsolmuş bir mahkûmken, o özgürlüğe giden yolları gösterir; sen bir adım önünü göremezken, o basiret ufkunu açar; sen yol nedir bilmezken, o kalbinden tutar kutlu Ev’ine misafir eder…
Sen bir söz söylersin kimse dinlemez, sözün duvara çarpar yine sana döner. Zihin koridorlarından çıkan sözün kalbinde doğum sancısı çekmemiştir zira. Yüzünü çevirdiğin bahçeler zehirli meyvelerle dolu farkında değilsin, gözüne süslü görünen yemişler çok zehirli! Âdem’in çocuklarını rahat bırak, kendine bak! Saldırmak için o kadar düşmanın var ki, görebiliyor musun? Dilini kirleten, kalbini karartan, kulağını hakikate sağır eden, adımlarını yoldan çıkaran, zihnini karanlığa gark eden sinsi düşmanlar… Evet, senin düşmanın çok sinsi; dost kılığına girmiş, kendini gizlemiştir, marifet odur ki bu düşmanları tanıyabilesin!
Ey ihlas bahçesinden uzaklaşan ben-i Âdem, gel de dost ve düşmanını iyi tanı!
www.okumayeri.net