Menu
ATEŞ İÇİNDE ŞARKI SÖYLEYEN SEMENDER
Deneme/İnceleme/Eleştiri • ATEŞ İÇİNDE ŞARKI SÖYLEYEN SEMENDER

ATEŞ İÇİNDE ŞARKI SÖYLEYEN SEMENDER

Onu anlatmak için hangi kelimeyi yardıma çağıracağımı şaşırmış durumdayım. Her biri beynimin koridorlarında yay gibi gerilmiş öne atılmayı bekleyen onlarca kelime! Sırtında hırka, dilinde zikir bir derviş mi anlatmak istediğim! İbrahim’e (a.s) su taşıyan karınca mı? Ateş içinde şarkı söyleyen semender mi? Şehrin bir ucundan muştu getiren haberci mi? Cana şifa veren hekim mi? Mürşidi önünde sükûta gömülmüş mürit mi? Gözyaşıyla çağıldayan akarsu mu?

Kaleme ant içen Rahman, bu güzel kulunun eline Kalem tutuşturmuştur. Kaleminin başlangıç ve bitiş noktasını bu insiyakî hareket belirliyor. Çizgilerinde hep insanın arayışları vardır. Tanıklık ettiği hadiselere dair öykülerini okkasına ‘mürekkep yerine kan çekerek’ resmeder. Kalemini bir coğrafyaya hapsetmez. Afrika’nın kavurucu sıcağında siyah yüzünden fırlamış gibi duran gözleri gözlerimize değdirirken, ümmet olma bilincini hatırlatır. Avrupa’nın gözü önünde vahşi katliamların işlendiği Bosna’yı, onun bilge kralı Aliya’yı unutmayın der! İbrahim’i ateşe atan Nemrud’un zulmü ayyuka çıkarken, ateşler içinde diri duran semendere dikkatimizi çeker. Filistin’i, Somali’yi, Çeçenistan’ı, Irak’ı, ümmetin paramparça olmuş yüreklerini kaleminin ucuyla gözlerimizin, kulaklarımızın, kalplerimizin hizasına getirir.

Yüzüne bakınca sizi içine çeken bir derinlikte bulursunuz kendinizi. Dudaklarına konan hüzünlü tebessüm, bakışlarına yansıyan merhametle bezenmiş derinlik onun iç dünyasını yansıtır. Çizgilerini oluşturan dil, onu güncelin dar kalıplarına sıkıştırmaz, mesajı evrenseldir. Mevlana’nın pergel metaforunda olduğu gibi, bir ayağı merkezde, diğeriyle tüm evreni dolaşır. Çizgileriyle, şair ruhunun en kıvrımlı koridorlarında seyahate çıkar. Öykücü ‘ruhun malzemelerini’ devşirerek eşlik eder yoluculuğuna. Arif, bakışlarını sonsuza doğru çevirir, derin bir sessizliğe gömülür. Bir iç disiplin, bir tevazu abidesi olarak çizgilerini yaşanmış hayatlardan besler ve yaşanmış hayatlara açar kapılarını cömertçe. Kökü sapasağlam yere gömülü, dalları göğe uzamış çizgilerine her bakışta insan tevhid inancını hatırlıyor. Zira doğru söz onun kalemiyle mayalanıp çizgiye dönüşüyor. Onun bu inanmışlığı, Yüce Allah’ın ‘doğru söz’ için buyurduğu, ‘ Kökü sapasağlam, dalları göğe doğru uzanan güzel-diri bir ağaç gibidir’ [İbrahim; 24] ayetini hatırlatıyor.

Adem Turan, Hasan Aycın’ın çizgileri için ‘muazzam bir insanlık tarihi vardır tabloların arkasında’ der. Büyük bir doğuma gebe anne gibi sancı çekerek ortaya çıkan çizgiler için yapılan bu tespit elbette doğrudur. O çizgileriyle insanın dikkatini hayalden hakikate çeviriyor. İnsanın belleğinde sarsıcı sorular bırakan bu çizgiler, mesajının insan merkezli olduğuna delalet ediyor. Bir şey arıyorsanız, insan olarak var olmanın çetin imtihanı dâhilindesiniz demektir. Böylece hayat felsefenizi bir temele oturtmuş, sizi hakikate doğru iten muharrik gücün ne olduğunu bilerek yolculuğunuza devam ediyorsunuzdur. Aksi takdirde Kur’an’ın ifadesiyle belhum adal olmaktan kurtulmanız mümkün değildir. Hasan Aycın’ın çizgilerinde, yazılarında hep insanın eşref-i mahlûkat olma bilincini diri tuttuğu görülür. İnsanı değerli kılan bu temel vasfın ete kemiğe bürünmüş olarak onda temayüz ettiğini görmekteyiz. Sabır, çelikleşmiş bir iman ile insanî tekâmülün zirvesine yükselmiştir. Sanatın mesaj kaygılarıyla içinin boşaldığı bir zamanda, onun sanatında salt mesaj verme kaygısı görülmez; insanın yaratılış maksadının farkında olmak kaygısı felsefesinin temelini oluşturur. Bu temel kaygıdır ki onu sanatında özgün kılıyor. Basitleştirilmiş, tüketime kolay malzeme olacak bir faaliyet değildir Hasan Aycın’ın sanatı. Mesajı, kalıcı, evrensel, yüzü insana dönük, kalbe hitap eden, derinlikli ve her şeyden önemlisi tevhidi merkeze alan bir duruştur onunki.

Hasan Aycın, insanı düşündüren, hakikate kapı açan çizgilerinin yanında masal, öykü, roman da yazmaktadır. Esrarname’yi okuduğunuzda masal mı, roman mı olduğuna karar veremiyorsunuz. Özünüzü oluşturan temel değerlerin giderek kaybolduğu bir zamanda, ipekböceği gibi kozasını ören samimi bir çaba görürsünüz yazılarında da. İki bölümden oluşan Müşahedat, ilk bölümünde yaşam öyküsü, kendi tanıklığı, insanın tanıklığı işlenirken, ikinci bölümünde yapılan mülakatları okuyorsunuz. Böylece Hasan Aycın’ın sadece çizgilerle değil, yazıyla da insana ne kadar yakın durduğu, zamanın ruhunu nasıl iyi kavradığını görüyorsunuz. Bu atmosfer içinde kendinizi ait hissettiğiniz Mekke’yi, Kudüs’ü, Buhara’yı, Bağdat’ı, Bosna’yı, Bursa’yı, İstanbul’u, Diyarbekir’i dolaşıyorsunuz. Yunus’un şiirleri doluşuyor dilinize. Gözleriniz gökyüzünde yıldızları temaşa ediyor, içiniz huzur doluyor. Elinizde asa ile Nil’in kıyılarında dolaşıyorsunuz. Sırtınızda hırka ile çölün uçsuz bucaksız kumlarında deve üstünde yolculuk yapıyorsunuz. Ve böylece Hasan Aycın’ınla kalu beladan beri kardeş olduğunuzu tekrar tekrar hatırlıyorsunuz.