En mübarek yolculuklar kalbe dönmek için yapıldığından, mümin kulun kalbi Allah’ın saygın evi olarak tavsif edilmiş, yere ve göğe sığmadığı halde bu kalbe sığacağı bildirilmiştir. Bu bakımdan kalbimizin ilahi teveccühe mazhar olan beytullah olduğunu unutmamak gerekiyor. Cenab-ı Hakkın inşa ettiği Ev’in kıymetini bilmek, bir Müslüman için mesuliyetlerinin en başında gelmektedir.
Müslüman’ın asıl gayesi Allah’ı aramak olduğuna göre, O’nu bulacağımız, her daim O’nunla olacağımız korunaklı evimiz olan kalbe büyük ihtimam göstermeliyiz. Nereden geldiğimiz, nereye gideceğimiz bu evde muhasebesini yaptığımız asal meselelerdendir. O’na yönelişlerimizin saf ve temiz olması için kalbimizi idrak ve irfanla donanmış kimselerin meclislerinin ilahi esintilerle süslediği mekânı haline getirmeliyiz. Hacılar Allah’ın konukları oldukları için nasıl bir edep ve şuurla donanıyorlarsa, kalbi Allah’ın evi olan mümin de, hangi varlığı konuk ettiğinin büyük mesuliyetini taşımalıdır.
İbn Arabî, “kim ne kadar (kalbini) imar ederse, Rabbini de o ölçüde ziyaret eder” der. Yunus ise, “erenler bir denüzdür, âşık gerek dalası” diyerek, “imar etme”nin “dalma”nın hiç de öyle kolay olmadığını ifade etmiş oluyor. Kur’an’ı Kerim’de Allah’ın Evi Beytullah olarak isimlendirilmiştir. “Doğu da Batı da Allah’ındır: Nereye dönerseniz dönün Allah’ın yönü orasıdır. Unutmayın ki Allah rahmet ve kudretinde sınırsızdır, her şeyi bilendir.” Bakara; 115. “O’nu hangi isimle çağırırsanız çağırın, bütün güzel ve üstün nitelikler O’nundur” İsrâ’; 110. Ayet-i Kerime’lerden anlıyoruz ki, mümin kulun doğru yönelişinin temelinde kalp merkez durumdadır. O merkez iyi tahkim edilmişse, geride kalan kıyl-û kâl mesabesindedir.
Modern dünyanın insanı kendini bir sarmal içinde belirsizliğe bırakmış vaziyettedir. Bu sarmal içinde nefsi emmare bilinç dışı arzularımızı harekete geçiren yakıcı bir kıvılcım olarak bizi ateşe sürüklüyor. Kalbimizin kapısını arzularımızın hoyratça gireceği hale getirirsek, sükûn ve itidalin sessiz ve kırgın bir şekilde oradan uzaklaşacağını bir süre sonra görmüş olacağız. Bu bakımdan, Allah diyerek itminana eren bu güzel “mabedi” gözümüz gibi korumak mecburiyetindeyiz. Yavrusunu büyüten bir anne sabrı ve şefkatiyle kalp lambamızı parlatarak geleceğe ümitle bakmalıyız.
Bir kalpte Allah yoksa o kalp yıkık ve viranedir. Çölde susuzluktan dudağı çatlamış yolcunun heyula görmesi gibi, kalbin susuzluğu karşısında içini serinletecek bir damla su bulamamış, adeta içinde cehennem koru taşır hale gelmiştir. İçindeki şeytanın kışkırtması ile kalbi devreden çıkmış, hiçliğin kıyısızlığında fırtınaya tutulmuştur. İnadın ve kibrin aşağılayıcı sürükleyiciliğinden habersiz, dalgalarla mücadele ederek kurtulacağını zanneder, eline değen yosunlardan, çalı çırpılardan medet umar ancak, akıbet hiç de iç açıcı değildir onun için. Dağlayan bir ateş davetkâr ışıklarıyla üzerine çullanmış, varlığın idrakinden yoksun geçirdiği günlerin hâsılasını eteğine dökmüştür.
Zikirle mutmain kalp ise, şirk ve gaflet karanlığından kurtulmuş bir vaziyette, Rahman’ın huzuruna edepli ve huzurlu bir şekilde varmanın sürurunu yaşamaktadır. ‘Rablerinin affına mazhar olmak ve Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyanlar için hazırlanmış gökler ile yer kadar geniş bir cennete ulaşmak için birbiriyle yarışın’ 3/133 emrini yerine getirenlerin sevinci! Bu dünyayı bir gurbet yurdu, asıl varılacak yerin ahiret olduğu bilincini diri tuttukları için kaygı ve hüzünden uzak, huzurlu bir kalp taşımaktadırlar. Tövbeyle yıkanmış, aşkla bezenmiş, sabırla bilenmiş, zikirle ermiş, takvayla yücelmiş kulların birbirlerine tebessümle selam verdikleri İrem bahçelerinde dolaşmayı hak etmişlerdir. İşte kalbe dönenlerin mükâfatı!