İslam dini ile şereflenen ilk Müslümanların (sahabelerin), bu şerefi bihakkın üzerlerinde taşıdıklarınadair bilgiler günümüze kadar sahih rivayetlerle gelmiştir. Gündelik hayattan, ibadetlere; cemiyet hayatından devletlerarası ilişkilere kadar yollarını aydınlatan Hz. Peygamber (s.a.v)’e gerçek manada itaat etmişler, O’nun yüce ahlakını kendilerine rehber edinmişlerdir. O’nu kendi canlarından daha aziz bildikleri için, vahyin mayaladığı bu güzide insanların her biri seçkin birer konuma yükselmişlerdir.
Onlardan günümüze tevarüs etmiş bilgi kaynakları Müslümanlar için yol gösterici niteliğini muhafaza etmektedir. Müslümanlar bu sayede muazzam bir birikime ulaşmış, asr-ı saadetten sonra yaşanan kısa süreli dalgalı dönemleri saymazsak, uzun yüzyıllar dünyaya şan ve şerefle hizmet etmişlerdir. Allah’ın birliğini esas alan Tevhid düşüncesi ile her türlü zulüm ve kötülüğü uzaklaştırmak, adalet ve özgürlüğü yerleştirmek üzere bilinçle hareket etmişlerdir. Bu temel esaslar ışığında yetişen Müslümanların en bariz özellikleri, insanların ve tüm canlıların kendilerinden emin olmalarıdır.
Bugünü geçmişle mukayese ettiğimizde insanın içini sızlatan tablolarla karşılaşıyoruz. Kıblesini kaybetmiş günümüz insanı, geçmişiyle iftihar edebileceği mensubiyet duygusundan hızla uzaklaşmaktadır. Allah’ın emir ve yasaklarını dikkate almıyor, nefsin istek ve arzuları istikametinde meçhule doğru hızla ilerliyor. Durup tabiatı dinlemiyor! Çağıldayan su sesi, şimşeğin çakması, rüzgârın uğultusu, depremler, seller, tusunamiler... Her biri kâinatın düzeni içinde cereyan eden birer ayet (işaret) olarak insanoğluna mesajlar vermektedir. Aklını ilahlaştıranlar bu tür örneklerden hoşlanmıyor ne yazık ki! “Bakın, Allah, bir sivrisineği [hatta] ondan daha küçük bir şeyi örnek getirmekten kaçınmaz. İmana ermiş olanlara gelince, onun Rablerinden gelen bir hakikat olduğunu bilirler. Hakikati inkâra şartlanmış olanlar ise, “Bu örnek ile Allah ne demek istiyor acaba?” derler. Bu yolla Allah, birçoğunu saptırırken birçoğunu da doğruya yöneltir, fakat fasıklardan başkasını saptırmaz.” (Bakara; 26).
İslam dini, getirdiği emir ve yasaklarla insanın temiz yaşamasını, iyilik ve adalet üzere hareket etmesini emrediyor. Bu esaslar doğrultusunda yaşayan kimsenin emin (güvenilir) olduğuna hükmedilir. Sevgili Peygamberimizin en temel özelliklerinden birisi emin olmasıydı. Bu sıfatıyla insanların güvenini kazanır, kalplerini İslam’a ısındırırdı. Günümüzde ise, Müslüman fertlerin “eminlik” vasfından uzaklaşmalarıyla birlikte hem kendilerinin hem de insanlığın neler kaybettiğini üzülerek görüyoruz. Bu vasıf o kadar önemlidir ki, Kur’an-ı Kerim’de mutlak bir kayıtla ifade buyrulmuştur: “ALLAH, size emanet edilen (şey)leri ehil olanlara tevdî etmenizi ve her ne zaman insanlar arasında hüküm verecek olursanız adaletle hükmetmenizi emreder. Allah'ın size yapılmasını tavsiye ettiği [şey], mutlaka en güzel [şey]dir: Allah, kesinlikle her şeyi işitendir, her şeyi görendir. (Nisâ; 58).
Emanet ve adalet duygusunu yitiren insanların suçlarını bertaraf etmek için bahaneler üretmeleri hiçbir anlam ifade etmez. Çeşitli tevillerle mazeret üreterek İslam’ın temel ilkelerine halel getiremeyecekleri izahtan varestedir. İslam, başta insanın kendini arındırmasını, tevhid, adalet ve eminlik vasıflarının bir Müslüman’ın vazgeçilmez değerleri olduğunu hatırlatır. Ancak bu temel esaslar üzerinde hareket eden bir Müslüman’ın dünyaya söyleyebileceği bir sözü olabilir. Bunun dışında ikiyüzlü, tabiatı bozuk, yalancı, fasık ve mücrim kimselerin hak ve adalet davası gütmeleri çölde görülen serap hükmündedir. İslam’ın insana izzet ve şeref kazandırması, bu pak dinin emir ve nehiylerine riayet eden muttaki kulların samimi yönelişleriyle mümkün olabilir ancak.
Büyük maddi refah yaşamasına rağmen ruhen derin ıstıraplar yaşayan günümüz insanı yolunu kaybetmiştir. Aile içi şiddet, sosyal düzende oluşan derin problemler, insana ve tabiata karşı yıkıcı eylemler içinde bulunmak günümüzde çokça görülmektedir. Herkesin kendini beğendiği bir dünyanın boğucu atmosferinde alevlenen gönüllerimize su serpecek bir rahmet iklimine ihtiyacımız var. İslam’ı bir yük gibi omuzlarında (kalplerinde diyemeyeceğim) taşıyan günümüz Müslüman’ı yorulduğu yerde ceketini çıkartma rahatlığı gibi değerlerini terk edebiliyor. Ölümden ibret almıyor, isyana doymuyor, adaletsizlik vicdanını sızlatmıyor, yoksulları doyurmuyor, kapısının önünü temizlemiyor, karşılaştığı kimseye selam vermiyor, bütün insanların yolunu aydınlatan Kerim Kitabını okumuyor… İslam yerinde duruyor, savrulan biziz. Hâlbuki insanı kötülüğe davet eden şeytanın kıyıcılığına karşı sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) yalnızlığını Allah’a havale ederek Hira’da derin tefekküre dalıyor, gözyaşı döküyor ve ümmetini kurtuluşa çağırıyordu.
İslam, insanlığı kurtuluşa götüren yegâne yoldur.