Menu
YERLİ OLMAK VE KAHRAMANI BULMAK
Haberler • YERLİ OLMAK VE KAHRAMANI BULMAK

YERLİ OLMAK VE KAHRAMANI BULMAK

Hüseyin Su, “Öykümüzün Hikâyesi” kitabının aynı başlıklı makalesinde Kemal Tahir’in Türk öyküsü üzerine görüşlerine değiniyor: “Türk sanatçılarının önlerinde yüz elli yıldan beri Çift Gerçeklilik belâsı vardır. Batılılaşma, bize yüz elli yıldan beri, batılı gerçekler taşımaktadır. Bunların çoğu, kendi gerçek yolumuzu kaybettiren yalancı gerçeklerdir. Türk sanatçıları, batıdan aktarılan gerçeklerle er geç hesaplaşmak, bunların molozlarını bir tarafa itip kendi gerçeklerimize ciddiyetle dönmek zorunda. Kendi gerçeklerimize dönmek demek, yabancı fantazilerden, maskaralıklardan yararlanmak kolaylığını bırakmak, Türk okurlarının karşısına yerli gerçeklerimizle çıkmak demektir” (SU, 2000: 18- 19). Kemal Tahir’in düşünce üretirken yoğunlaştığı ana mesele “yerlilik”ti.O’na göre Anadolu Türk toplumunun “devlet ana”sı olan Osmanlı, Doğu-Batı çatışmasının içinde değer ve varlık bulmuştu. Osmanlı’yı varoluş değerlerimizin içinde görmek sağcılık değildi. Osmanlı bir yerde, Batı işgal ve emperyalizmine karşı Doğu toplumlarının direnişini temsil etmekteydi. Buradaki devleti ve halkı Batılılar gibi eleştirmek, “Osmanlıların ‘dünyada Batılaşma tektir, bu da kapitalist-burjuva soyguncu Batılaşmasıdır’ zannettirilerek düşürüldükleri ölüm çukuruna kendi isteğimizle (...) tekerlenmemiz olur” (TAHİR, 1992: 177). Hüseyin Su da makalesinde, Tanpınar ile Kemal Tahir’in “Yerli olmak” meselesini önerdiklerinden bahsediyor. Kemal Tahir’in “yerli gerçeklerimizin yazılmadığı yolundaki şikayetinin ondan otuz yıl önce Tanpınar’ın da “Bizim entelektüellerimizin, sanatkarlarımızın bir vasfı da yerli okumamaları, hatta kendi edebiyatımızın bahsine dahi yanaşmamaları” şeklinde ifade edildiğine dikkat çekiyor. O’na göre yazarlarımız aynasını kendine değil de başkasına ve hayranlığa teşne vaziyette tutuyor. Evliya Çelebiyi’yi değil de Batılı seyyahların Doğu’ya yaptığı seferlerle ilgili metinlerini, Binbirgece Masallarını değil de Borges’i okuyor. Bugünkü düşünsel, siyasal yoksulluğumuz, temelde, kültür ve edebiyat yoksulluğumuzun da doğal bir sonucudur, diyor. Hüseyin Su “Eski hikâyemizi değerlendirirken, bugünkü öykümüze kaynaklık edemeyeceği yönündeki düşüncelerin sık sık başvurduğu ve yarar umduğu; toplumsal sorunlara eğilmeyen, ekonomik yapının belirlediği toplumsal yaşamı yansıtmayan bir tahkiye oluşu yönündeki yargılama” doğru olmayan bir nitelemedir, diyor. Hüseyin Su için yerli ya da ilerici olmak kriterleri farklı zeminde tartışılması gereken kavramlar. O’na göre yazıya ve yazarına ölümsüzlük/eskimezlik kazandıran, onu, her dönem yeniden dirilten ve yenileyen insanî ve tarihsel zemini ile belleğidir. “‘Halkçı olamamakla’(!), ‘Dünyaya bakışında ilerici bir tutumu savunamaz’(!)  oluşuyla yargılanan ve tanımlanan Hüseyin Rahmi ve Ahmet Hamdi Tanpınar, hâlâ Türk edebiyatının işaret taşları olarak her dönem yeniden keşfediliyor (...) Yazının ‘ilerisi’ ve ‘eğilişi’nin yönü kendi insanının içine, kendi iklimine ve kendi toprağının derinliklerine doğrudur” (SU, 2000: 22). Gerçekten de Batı ile nerede ayrıştığımızı bilmemiz bir mecburiyettir. Bizim kim olduğumuz meseledir. Hele bu topraklarda “biz” denilen şeyin içini nasıl doldurmak, onu nasıl manalandırmak gerektiği üzerine fikrî çabalara muhtacız. Yazar toplum denilen bu geniş insan yumağının içinden “kahraman”ı bulmakla vazifeli bir insan değil midir biraz da.

Yakup Kadri’nin “Dokunma Belki Bir Kahramandır” başlıklı hikâyesinde böylesi bir duruma işaret ediliyor. Savaş yıllarında yaşadıkları halde tuzu kuru kalmış adamların “hikâye anlatıcısı” olduğu bir dil bu. Ancak nihayette “anlatıcı” ile “kahraman” karşılaşıyorlar. Belki o dönemin hikâye yazarı için “kahraman” ile karşılaşmak kaçınılmaz. Hikâyenin kahramanı Galatasaray Sultanisi’nden mezun olup şehrin en uzak sayfiyesi sayılan Yakacık’ta münzevî yaşamakta biridir. Otuzbeş yaşındaki yalnızlığı içinde asil bir medeniyet telakkisi edineyim cehdiyle Garb filozoflarının fikirlerini okumakla tabiattan, hayattan insanlardan bir merhale daha uzaklaşmaktadır. Halka karşı inkar ve inanca dair ilhad aydını sarmıştır. Anlatıcı işlerini düzene koymak için İstanbul’a gider. Son trenle dönecektir. Kartal İstasyonunu’nda indiğinde sayfiyesine gitmek için önceden sözleştiği arabacıyı bulamaz. Polis nezaretiyle arabacıyı bulurlar, gecenin karanlığında uykusundan uyandırırlar. Arabacı bu saatte gitmem desede polisin hiddeti karşısında yola çıkarlar. Arabacı yolda “Allah böyle işin belasını versin, bu saatte geleceğini bilseydim, bu pazarlığa yanaşmazdım” diyesi olur. Anlatıcı, “Ağzını kapa, yoksa tepelerim” diye de bağırır. Ancak araba yol aldıktan sonra bir ara arabacı, “Beyefendi, ömrümde hiç bir şey bana bu kadar zahmetli ve ağır gelmedi. Beş sene askerlik ettim. Balkan harbinde Lüleburgaz bozgunu, Çatalca müdafaaları, Kafkas seferi, Çanakkale’de aylarca siper içinde kurşun, gülle bomba sesi. Gözüm Çanakkale’de... Ne yazık ki düşman kaçarken ben bulunmadım... çünkü bir gün nasıl oldu bilmem...” diyecektir. Anlatıcı o zaman farkeder ki arabacının bacağı sakattır. “Her cümlesinin başında “ben, ben, ben” dedikçe bu kuvvetli (ben)’ler önünde benim benliğim, şu yazın Boğaziçi sahillerinde, Erenköy’lerinde, Adalar’da, Yakacık’ta, kışın Şişli’lerde, Beyoğlu’larda bin türlü ihtimamlarla beslediğim benlik, yavaş yavaş eriyip sönüyordu (...) Beni, o “ben”lerle başlayan her cümlesinde bir yerden diğer yere çarpıyordu” demekten kendini alamaz (KARAOSMANOĞLU, 1997: 71- 2). Karaosmanoğlu, bu hikâyesinde, batılaşmış bir gözle bile olsa, halkın dibindeki adama bir mum yakmış oldu. “Biz birisine bir iş tahmil ederken korkacağız ki o kahramanlardan biri olmasın, bir başkasını azarlarken düşüneceğiz ki belki Çanakkale harbinde döğüştü. Bir sandalcının başına yumruğumuzu indirirken birden hatırımıza gelecek ki Anadolu müdafaasında bulundu, İşte onun için demin sana ‘dokunma kahramandır’ dedim” diye yazacaktır. Türk aydını kahramanı görmektedir aslında. Karaosmanoğlu, kahramanın başına yumruğunu indirdiğini itiraf etmekte dürüst sadece. Bu günün hikâyecisinin ne durumda olduğu ise bir gün mutlaka yazılacaktır.

KAYNAKÇA

-KARAOSMANOĞLU Yakup Kadri, Hikâyeler, İletişim, 1997

-SU Hüseyin, Öykümüzün Hikâyesi, Hece Yayınları, 2000

-TAHİR Kemal, Notlar: Batılaşma, Bağlam Yayınları, 1992