Öngörülebilirlik, hukuk devletinin en önemli göstergelerinden birisidir. Ancak, şeffaflık gerektiğinden fazla kutsandığında gayedeki maksadı yok ediyor. Yargılama faaliyetleri her geçen gün biraz daha seyirlik bir gösteriye dönüşüyor. Mahkeme salonlarında yada akademik ortamlarda yapılması gereken hukuki tartışmaları,medya meşhurları liderliğinde bir maçı izler gibiizliyoruz.Bu gösteri devam ettikçe saflarımızı netleştiriyoruz.
Mesela tribünün bir yanındakiler yıllardır, tutuklama sürelerinin uzunluğundan şikayet ediliyor,“tutuklamalar yargısız infaza dönüştü “diyor,” adil yargılama” diyor, “yargı bağımsızlığından tarafsızlığından” dem vuruyor,
Öbür taraftan itiraz geliyor, ” niye infaz olsun ki”, “katalog suçlarda sanığın kaçacağı farz edilir”, “kaçma ihtimali de vardır, delilleri karartma ihtimali de”. Hem yargı bağımsız olup müdahale edilemez,” üstelik sen Ergenekon’ cu musun , içeri alınanlar hakkındaki suçlamanın ne kadar ağır olduğunu biliyor musun, özel yetkili mahkemeler sanığı 10 yıla kadar tutuklu yargılayabilirler …
Yargıyı eleştiren ana muhalefet partisinin başkanı hakkında savcı fezleke düzenlenir,tribünün bir tarafındakiler “yasam dokunulmazlığı, ifade özgürlüğü ihlal edildi” filan der .
Öbür taraftakiler “ yargılamayı etkilemeye dönük bir faaliyet olduğunda, savcılık fezleke düzenlemek zorundadır” . Sanki savcının başka türlü davranması yasal olarak mümkün değilmiş gibi,sonrada muktedirlere has bir eda ile “ şimdi biz Kılıçdaroğlu’nun hapse girmesini istemeyiz, savcı da istemez ama ne yapsın görevi “ “Amma velakin yargıya saygı göstermek te herkesin görevi “ … diye cevap verir.
Hrant Dink Davasında “ örgütlü bir suç yoktur” diye karar çıktı. Bereket, İktidar kanadı da muhalefet kanadı da en üst dereceden kararı tatmin edici bulmadılar da, tribünlere söyleyecek bir şey kalmadı. Yoksa kararın ateşli savunucuları ve eleştirenleri olabilirdi.
“Hafızayı beşer nisyan ile maluldür” der büyüklerimiz. Tüm bu tartışmaları izlerken daha düne kadar en temel haklarımızın mahkeme kararları ile yok edildiğini, tribünün öteki tarafındakilerin tıpkı bizim şimdi yaptığımız gibi “yargı kararlarına saygı” bahanesine sığındıklarını unuttuk.
28 Şubatı, kapatılan partileri,367 kararını İbda-C ,Hizbullah davalarını da çabuk unuttuk. Her yönüyle İbda-C davası , Hizbullah davası 28 Şubatın Ergenekon Davalarıdır. 10 yıl tutuklu yargılanmalarına rağmen ne aklanabilen nede suçlu oldukları tespit edilemeyen insanların davasıdır.Tutuklama sürelerinin 10 yılla sınırlanması Hizbullah sanıkların tahliyelerine yol açmıştı da herkes çok hayıflanmıştı. Hiç kimse insanları domuzbağı yaparak diri diri gömme vahşetiile itham edilmiş olmanın nasıl bir haksızlık olduğu üzerinde durmamıştı. Değilmi ki, elleri arkadan bağlı ceset görüntüleri eşliğinde bazı insanlar yakalanmıştır. Artık ne yargılamaya lüzum vardır. Ne de insanların kaç yıl ağızsız dilsiz yattığının önemi vardır.
Tribünler kendi menşeilerine göre işlenen suçtan da sanıktan da, yüce hukuk sistemimizden de kendilerinden de o kadar emindirler ki , kayıtsız şartsız inanmayan , sorgulayan , tereddüt edenherkesi özür dilemek zorunda bırakırlar.
Esasında hukuk cephesinde değişen fazla bir şey yok. 12 Eylül referandumu ile iki kurulda değişiklik yapıldı diyetüm yargılama faaliyetlerinin hukuk ve adalet çerçevesinde yapıldığını ve tereddüde mahal olmadığını mı düşüneceğiz?
Domuz bağı yapılarak diri diri gömülen insan görüntüleri eşliğinde tutuklanan sanığın içine düştüğü çaresizlik ne ise, toprağa gömülü cephaneler eşliğinde darbeci ithamıyla tutuklanan sanığın çaresizliği de aynıdır.
Bu yoğun tepkisel ortam, medyayı arkasına alma durumu özellikle yaratılıyorsa, yapılan tüm yargılama faaliyetleri adaleti aramaya dönük saygıdeğer bir tasarruf olmaktan çıkar ,bir projeye dönüşür. Artık “At binenin kılıç kuşananındır.” Lakin bu durum hukukun kapsamı dışındadır.
Medya ilgisi özellikle üretilmiyorsa ( halkın haber alma hakkı ! çerçevesinde) kendiliğinden oluşuyorsayine de ortada bir sorun vardır.
İsnat edilen suçun ağırlığından yola çıkarak yapılan tüm değerlendirmeleretereddütleyaklaşmak şüpheyi sanık lehine yormak ceza yargılamalarının en temel prensiplerindendir. Üstelik medyanın gözü önünde, dehşetengiz görüntüler eşliğinde yapılan yargılamaların sanık üzerinde ne kadar büyük bir çaresizlik duygusu yarattığını akıldan çıkarmamak gerekiyor. Bu tür davalara adil yargılamayı devletin namusundan bilen bir devlet ve sükûneti ve sağduyuyu çağıran kolektif akıl değil, bir an önce öç almaya hatta sanığı linç etmeye dönük duygusal refleks eşlik eder.