Okullar açıldığında küçük kasabanın saçları üç numaraya vurulmuş oğlanları ve tedirgin ürkek kızları rengi atmış siyah önlükleri ile okula başlarlardı,henüz hiçbirinin defterleri kitapları kırtasiye malzemeleri tam olmazdı, o yıllarda okullar açılmadan çocuklarla okul alış-verişine çıkmak diye bir gelenek yoktu.Çocuklar bir defter bir kalemle okula başlar, yıl sonuna kadar eksiklerini tamamlamaya çalışırlardı,zaten yarı yıla kadar eksik tamamlanmamışsa öğretmen de ısrar etmezdi.
Okulun önüne üç kamyon odun yıkılırdı. Bir hafta içinde odunlar soba boyu doğranırdı. Yaşı ve gücü uygun olan oğlanlar odun kıran işçiye yardım eder diğer çocuklar da odunu taşıyıp istif ederlerdi. “Çalışan çocuk” kavramınınmodern zamanlardaki negatif anlamına evrilmediği yıllardı.Büyüklerimiz “canlı olan cavrayacak” derlerdi.
Okulların açılma dönemiağır geçecek kış mevsimine hazırlanma dönemine denk gelirdi.Hanelerde anne-babaların bir sürü işleri olurdu. Daha patates, pancar sökülecek bahçe bostan bozulacak evlerdeki kış hazırlıkları yapılacak… Öyle çoluk-çocuğu nazlayan haftalarca çocuğu okula götüren anne modeli desürüme girmemişti.
Kızlar saçlar uzunsa iki örgü yapacak, kısa ise kulak memesini geçmeyecek şekilde kesilecekti. . Kız çocuklar kendi başlarına saçlarını arkadan tam ikiye ayırıp muntazam öremezlerdi. Kız çocuklarının düzgün örülmemiş saçlarından annesinin işinin başından aşkın olduğu anlaşılabilirdi. Kışa dair bütün hazırlıklar ancak kar kapıyı aldığında biterdi. Kar yağana kadar annelerkarınca gibi eve kışlık taşıma telaşında olurdu. Bu kasabada kışa girmek orta halli bir savaşa girmek gibi bir şeydi.
Kapısı ve camları muntazam olmayan kocaman sınıfları , sınıfın bir köşesine kurulmuş bir odun sobası ısıtırdı. Çocuklarınsoğuktan korunmak için su geçirmeyen ayakkabılara,kendilerinisoğuktan koruyacak kalın üstlüklere ihtiyaçları vardı. Ayaz da insanları yaz sıcağı gibi kavururdu.Bütün bu zorlukların yanında bütün çocukların yüreğini ısıtan bir hamileri vardı.
O yoksul kasabanın en güzel,en şık ve de en karizmatik kızıydı. Upuzun saçları vardı.Ta belinden aşağıya kadar . Saçlarını istisnasız her gün tarayıp gelin topuzu titizliğinde toplardı.Kış yaz,kar fırtına yağmur hava şartları nasıl olursa olsun her daim saçlar topuz ve mutlaka hafif bir makyaj yapmış olarak okula gelirdi. 1975-1980 yılları Muhtemelen Yüksek topuklu ayakkabılar ve İspanyol paça pantolonlar modaçünkü o mutlaka yüksek topuklu ayakkabı ve İspanyol paça pantolon giyerdi. Kasabanın genç kızları modayı onun giydiklerinden takip ederdi. O yıllarda galiba 35 yaşlarındaydı. Uzun boylu,güler yüzlü idealist bir ilk okul öğretmeni. Gönül Öğretmen...
Uzaktan onun gelmekte olduğunu gören öğrenciler plastik toplarını iplerini,sek sek oyunlarını bırakıp ona doğru koşarlardı, en hızlı koşan öğrenci en şanslısı çünkü onun koluna girerdi, ondan sonra yetişenler ise sıra ile öğretmenin koluna giren öğrencinin koluna öbürü de onun koluna… Gönül Öğretmen okula her iki kolunda sıralanmışöğrencilerle girerdi.
Mesela bütün öğrencilerinin önlüklerinin altına ne giyindiğini, ayakkabılarının su çekip çekmediğini,çoraplarının ıslak olup olmadığını bilirdi. Ayakkabısı su çeken öğrenci ilk derste sırasına oturmaz,sobanın başında elini ayağını ısıtır,çoraplarını kurutur derse ikinci saatten itibaren başlardı. Öğrencileri kahvaltı yapmış mı yapmamış mı onu da bilirdi.Evde ne olup bittiğini de…
Fakir fukara öğrenciler için kendi elleri ile kılık kıyafet diktiği de olurdu. Öğrencilerinden fakir olanların ailelerine de kol kanat gererdi. Zenginliğinden değil, hiçbir şey yapamıyorsa gelinlik çağına girmiş kızların çeyizlerini hazırlamalarına yardım eder, kına gecesi makyajlarını yapar saçlarını topuz ederdi.İnsan ilişkileri son derece nazik latif ve mütevazi idi. O ders saatlerinde kendi sınıfının ders dışında bütün öğrencilerin okul dışında ise tüm kasabanın Gönül Öğretmeniydi. Yaşı kendinden büyük olsun olmasın bütün öğrencilerinin annelerine “abla”,babalarına da” abi “diye hitabederdi.Tüm bunlar karşılığında hiç kimsenin görmediği kadar saygı görürdü.
1980 öncesinin çalkantılı yılları ülkenin her yerinde anarşi kol gezerdi. Sağcı-solcu kamplaşması her nedense en çok fukaralığın kol gezdiği yerlerde görünür olurdu. Yoksul kasaba o yıllarda yörede “ülkücülerin kalesi” olarak bilinirdi.Gençler boş buldukları taşa duvara üç hilalle birlikte uluyan kurt resimleri çizerdi.Ecevitçi olmak solcu olmaktı,Bu şekilde mimlenen birinin bende varım demesi neredeyse imkansızdı.Gazete bayiinden cumhuriyet gazetesi almakta cesaret işiydi.Gönül Öğretmen yedi sülale halk partili bir ailedendi. İdeolojik tarafını da hiç gizlemezdi. Çocuklara Cem Karaca,Sabahattin Ali,Pir Sultan Abdal ’danparçalaröğretirdi.
At bizim avrat bizim silah bizim şan bizim
Namus belasına gardaş döktüğümüz kan bizim.
Başın öne eğilmesin aldırma gönül aldırma,
Ağladığın duyulmasın aldırma gönül aldırma.
Biz o zamanlar şarkıların da sağı solu olabileceğini hiç düşünmezdik. Hala da aynı kanaatteyim. Onun bize öğrettiği bütün şarkıları çok sevdik.Giyim kuşamı dünya görüşü kasabanın genel kabullerinin dışında idi. Ancak o her haliyle kendini topluma kabul ettirmiş birisi idi. Daha ilk okul yıllarında böyle bir öğretmeni tanımış olmak ondan sonra tanıdığım bütün öğretmenlerin şanssızlığıdır. Çünkü o benim ideal öğretmen tanımımı ve çıtamı bir hayli yükseltmiştir.Kendisi şimdilerde emekli. Kendisine huzurlu ve mutlu bir yaşam diliyorum