Menu
Haberler • "SU GİBİ"DEN "BİR ÇIRPIDA"YA...

"SU GİBİ"DEN "BİR ÇIRPIDA"YA...



Edebiyatımızı, daha doğrusu, romanımızı çok satanlar listelerinden takip eden, ben yaşlarda, okumuş yazmış bir hanım kutlayarak söylemişti: "Yemek yazılarınız çok güzel. Su gibi akıp gidiyor. Niye romanlarınızı öyle yazmıyorsunuz? Keşke öyle yazsanız..."

Kırkına vardı varacak, edebiyatla iyi kötü tanışlığını bildiğim bir bey, daha geçenlerde, "Zaman'daki İstanbul yazılarınız, çok kolay okunuyor" dedi; "denedim, romanlarınızı, hikâyelerinizi bir türlü sonuna kadar okuyamadım."

Öyle anlaşılıyor ki, romanlar, hikâyeler, bende su gibi akıp gitmiyor.

Değerli bir yayıncı ise, çok satanlar listelerinde aylarca yerini korumuş 'eser'den söz açarken, "Bir çırpıda okudum!" demişti, evet, ünlemli bir okuma hızı.

Genç yazarlar, yolun başındaki yazar adayları, Özal'dan arta kalmış 'köşeyi nasıl dönerim' gayretiyle, nasıl çok satarımın peşinde koşuşturuyorlar, tanıklığıma güvenilirse. (Tabiî, yazı emeğinin çilesini çekenleri ayrı tutuyorum.) "Yeni kitabınız kaç sattı?", "En çok satan romanınız hangisi?" türünden sorularla sık sık karşılaşıyoruz.

Eskiden kem küm ediyordum. Şimdi yanıtı, hatta formülü buldum: Çok satışın sırrı, besbelli, su gibi akıp giden okumalardan geçiyor, öncelikle. (Bu 'öncelikle'ye ayrıca bayılıyorum.) Ama hemen eklemek gerekiyor: Su gibi akıp gitmek de yetmiyor bugün, 'bir çırpıda' okuması gerekiyor.

Çünkü, demin andığım yayıncı vurgulamıştı: "Bir çırpıda okudum! (...)'nın geniş bir okur kitlesi olacak bu eseriyle."

Virginia Woolf, Forster'ın bir başyapıt olan Roman Sanatı için yazarken, İngiliz romanının neden tökezlediğini çözümlemeyi gereksinir:

"Ve belki de, Mr Forster'ın üstü kapalı olarak söylediği gibi, eleştirmenler haklı, İngiltere'de roman, hiçbir durumda bir sanat ürünü olarak kabul edilmiyor. Savaş ve Barış, Karamazov Kardeşler ya da Geçmiş Zaman Peşinde gibi eserlerle boy ölçüşebilecek hiçbir eserimiz yok. Öte yandan, bu gerçeği kabul ederken, son bir varsayımı da göz ardı edemeyiz: Fransa ve Rusya'da kurmaca ciddiye alınıyor. Flaubert bir lahanayı tarif ederken kullanacağı ifadeyi bulmak için bir ayını harcıyor; Tolstoy ise Savaş ve Barış'ını tam yedi defa tekrar yazmayı göze alabiliyor." (Almıla Özdek'in çevirisi.)

Flaubert'in lahanası, Bilge Karasu'nun Kılavuz'u yazarken, duyumsadığını tam dile getirecek 'sözcük' için aylarca aranıp duruşunu, o, yarım kalan cümlesini tamamlamayışını aklıma getirdi. Argos dergisinde Kılavuz'dan seçme parça yayımlayacaktık, aylarca beklemiştik...

Cilt cilt, kocaman Savaş ve Barış'ın "tam yedi defa" yeniden yeniden yazıldığını bilmiyordum; irkildim. Şimdi ise, "Aa! Niye bilgisayarda yazmıyorsun, büyük kolaylık! İstediğin yeri hemen değiştirebiliyorsun, cümle giriyorsun, cümle çıkarıyorsun, yaz Ayşe yerine Fatma'yı, o kendi kendine tarıyor, Ayşe'ler hemen Fatma oluyor!.." diyorlar. Ayşe'lerin Fatma olabilmesi için, bütün bir yazar kuşamına yeniden-yeniden ihtiyaç duyulduğunu ölçüp biçemeyerek.

Yazar dostlarım, gericiliğime versin, kızsınlar bana, bence, bilgisayarda roman yazılamaz, öykü yazılamaz, şiir, tiyatro oyunu, anı yazılamaz. Bilgisayarım yok; bilmem, belki 'makale' yazılır. Ötekiler, 'yaratımsal' metinler keşke hep 'kurşunkalem'le yazılsa...

Devam ediyor Virginia Woolf: "Onlar kurmaca alandaki bu üstünlüklerini harcadıkları emeğe borçlu oldukları gibi, eleştirmenlerinin çetin cevizliğini de borçlular."

Bir paragraf yukarda bambaşka, hayatî önem taşıyan bir saptayım, asla es geçemeyeceğim: "(...) romancı yarasız beresiz atlatır bu işi. Romancının karakteri tartışılır belki; ahlâkı, soyu sopu masaya yatırılır; ama yazdıkları cezadan kurtulacaktır."

'Ceza' elbette hayli ürkütücü. Gelgelelim, su gibiden bir çırpıdaya, bugün olup bitenlerin övgülerle donanması da ürkütücü.

Farklı dünya görüşlerine bağlı, eserlerini değişik görüngelerden kaleme getirmiş yazarlarımızı -romancı, hikâyeci, oyun yazarı- düşündüm; içim sızladı. 'Üslûp' ardında ömür tüketmiş Peyami Safa'nın hepi topu şu kadar romana kendi imzasını atmasını; ötekileri, daha çalakalem yazdıklarını Server Bedi'ye hediye etmesini, içim yanarak hatırladım. Bu Server Bedi'ler arasında, gerçekten su gibi akıp giden ama sadece Peyami Safa tarafından hor görülmüş öyle incelikli eserler vardır ki... Yaşar Kemal'i düşündüm, son romanlarında yalnızca anlatma sanatının ardını kovalayan, romanda 'konu avcılığı'na gönül indirmeyen; hemen Deniz Küstü'yü bir kez daha okuyacağım, şair Oktay Rifat'tan sonsuz esinler edinmiş oyun yazarı, romancı Oktay Rifat'ı derin özlemle hatırladım. Gerçekten, yazısında, su gibi akıp giden, ama kimselerin bir çırpıda okuyamayacağı, dil ustası Çetin Altan'ı düşündüm. Geçmişte, ekmek kavgasında yazdıklarını 'bir çırpıda' inkâr edebilen Peride Celal'i düşündüm. İçim sızladı.

Nerden nereye...

Bugün, en yetenekli bir yazarımızın bile, ticarî meta haline dönüştürülmesi, yayın dünyasının yıkımını sergilemiyor mu?!

(ZAMAN, 29.03.2009)