Attilâ İlhan Reşat Enis'i çok severdi. Nâm-ıdiğer Kaptan / Attilâ İlhan'ı Dinledim'i oluşturan söyleşilerimiz sırasında bir Reşat Enis parantezi açacaktık. O yaz benim için kötü bir yazdı, bir ayrılık yazıydı; ben mi unuttum, Attilâ Ağbi mi, kitapta Reşat Enis parantezi yok.
Ama kimi yazılarında ısrarla anıyor Attilâ İlhan:
"30'lu yılların 'bunalım' İstanbul'unu, acımasız ve çıplak gerçekliğiyle saptamış olan Reşat Enis'i o sırada keşfetmiştim. Gonk Vurdu ile Gece Konuştu'yu birer gecede okuduğumu hatırlıyorum; yatağa girdiğimde ilk vapur, Karşıyaka iskelesine yanaşmak üzereydi; yeşile çalan gökte, gözyaşı damlası bir Çobanyıldızı."
Ya da:
"Bilir misiniz, genç yazarlara o dönemde yazılmış eserleri okumalarını, oldum olası tavsiye ederim; ciddiye alanlar çıkıyor, sonra bana meselâ Reşat Enis'in Gece Konuştu'sunu, ya da Sadri Ertem'in Çıkrıklar Durunca'sını buluncaya kadar, nasıl akla karayı seçtiklerini anlatıyorlar..."
1990'ların ikinci yarısında tablo bu. Bazı yazarlarımızın yeniden yayımlanma şansı pek kalmamış. Yayınevleri Reşat Enis'i, Suat Derviş'i, Mahmut Yesari'yi kim okuyacak endişesiyle onların eserlerine kayıtsız kalıyor.
6 Şubat 1996 tarihli yazısında Attilâ Ağbi umutluymuş: "... bundan sonra, o kitapları ele geçirmek serüven olmaktan çıkacak, zira üzerinde çalışmalar başlamıştır; önünde sonunda yayımlanırlar."
Kimi eserler gerçekten yayımlandı. Ne yazık ki ilgi devşirmedi. Sonra yine 'yok sayış' dönemine girildi galiba. Öyle sanıyorum ki, Reşat Enis bugün de yok sayılanlardan.
İşte okurların tanımadığı, edebiyatımızın unuttuğu Reşat Enis'in hayathikâyesini, Tahir Alangu, Cumhuriyet'ten Sonra Hikâye Roman'ın birinci cildinde anlatır:
Reşat Enis, 1909'da İstanbul'da doğmuş. Babası Jandarma subayı olduğundan, çocukluğu, ilkgençliği Anadolu kentlerinde, kasabalarında geçmiş. Yazı yaşamına o günlerin Milliyet ve Vakit gazetelerinde başlar; adliye röportajları yapmaktadır. 1930'dan sonra Haber, Son Dakika gazetelerinde çalışır. Bugün gazetesini yönetir; o dönem Adana'dadır.
Enis, Yaşar Kemal'in ilk çalışmalarına Bugün'de yer vermiş. Hemen ekleyeyim: Reşat Enis'e ilişkin en anlamlı yazıyı, romancının 1984'te ölümünden sonra, Milliyet Sanat Dergisi'nde Yaşar Kemal yazmıştı.
Reşat Enis İstanbul'a dönüşte Cumhuriyet ve Yeni İstanbul gazetelerinde çalışır. Pek çok yazısı, röportajı, hikâyesi gazete köşelerinde kalmış.
İlk romanı 1932'de yayımlanan Kanun Namına. O yılların okur kitlesi heyecanlı, serüven tarafı ağır basan eserlerden hoşlanıyor. Kanun Namına bir yandan günün modasına, isterlerine yatkınlık gösterir, bir yandan da toplumsal yapının belirlediği bireysel olguları, deşilmemiş yüzleriyle çizer. Toplumun yüz kızartıcı saydığı görünümler, bundan böyle, Reşat Enis'in eserinde gün ışığına çıkacaktır.
Romancı zaman zaman Anadolu tabloları çizmekle birlikte, İstanbul'u odak almış. Dönemin siyasal çevrelerine yaranmaktan uzak duruşu, eserinin 'yaygınlık' kazanmasını büyük ölçüde etkilemiş. 1930-1950 arası, neredeyse tek başına, İstanbul'un kıyı köşe semtlerini dile getirmiş bir dizi roman yazan Reşat Enis, bütün bu çevrelerin yoksulluğunu, yoksunluğunu teşrih masasına yatırmış.
Kanun Namına, zengin tabakanın görmezden geldiği, ama sömürmekten geri durmadığı yoksul insanları anlatır. Burada İstanbul yoldan çıkartıcı bir kenttir. İstanbul'un serserileri, bıçkınları, bir yaradılış sonucu olarak değil, bir tür anarşizm içinde o yola baş koymuşlardır.
Attilâ İlhan'ın unutamadığı Gonk Vurdu (1933) âdeta Beyoğlu'nun romanı. Ama bugün nostaljinin perdelerine bürünmüş o eski, süslü püslü, kravatlı, takım elbiseli Beyoğlu'nun değil. Gonk Vurdu'da Beyoğlu ilk kez süslerinden arındırılarak, söze dökülmemiş içyüzüyle betimlenir. Gece Konuştu (1935) aynı çizgiyi sürdürür. Şehrin dar gelirli semtlerini, fabrika işçilerinin yaşayışlarını melodramatik bir havada yansıtan Afrodit Buhurdanında Bir Kadın (1939) aşırı gerçekçi, yalçın sahnelerle örülmüştür.
Ben Reşat Enis'i Afrodit Buhurdanında Bir Kadın'la tanıdım. Herhalde yarım yüzyıl önce. Tıpkı Attilâ Ağbi gibi bir solukta okuduğumu hatırlıyorum. Çok etkilenmiştim. Bu romanda İstanbul'un büyük kalabalığı, iyi yaşam koşullarından o kadar uzak, apaçık can çekişir.
Ağlama Duvarı (1949) servetlerin, yükseliş şanslarının perde arkasına ilişkin, yürek yakıcı gözlemlerle dolup taşar. Para sadece kirlenmeye fırsat tanımakta, toplum ise paranın peşine düşmüş...
Para uğruna çöküşler -çok sevdiğim- Yolgeçen Hanı'ndadır. 1952'de kitaplaşmış Yolgeçen Hanı'nın turne tiyatrolarına ayrılmış sayfaları, tulûatın yıkımı, Anadolu'da o gezgin oyuncular, edebiyatımızın belki de en irkiltici anlatısını oluşturuyor.
Dönelim İstanbul'a. Reşat Enis'in İstanbul'u ürkütücüdür. Bir yanda para pul, servet, debdebe, hemen yanı başında suç, günah, fuhuş, uyuşturucu. Yoksulun İstanbul'u da nasibini alacak, o debdebe dünyasına gönüllü koşacak insanlarla dolup taşacak. Yazar, sonradan bir 'ülkü' haline gelecek 'sınıf atlama'yı o zamanlardan söyler gibidir.
Zaten, 'kaynayan' İstanbul, asıl, gelecekteki Türkiye'nin panoramasını sergilemekte. Şehri kavuran yıkım sahneleri, tabloları, dalga dalga büyümekte, insanî değerler bütünüyle silinmekte! Böylesi bir romancılık çabası elbette kolay kolay benimsenmeyecekti. 'Yankısız' Reşat Enis romanları sanki kendi kendine bırakılır, çığlıklarıyla baş başa.
Mahalle kahvelerindeki kısır ve hazin siyaset çekişmeleri, yörekentlerde git git çoğalan gecekondular, medeniyetin sağladığı imkânlardan uzak yaşayış, inancın istismarı, hep, Reşat Enis'in erken teşhisleridir. Yaklaşan şiddet, kabagüç ortamını da tüyleriniz diken diken olarak hissedersiniz.
Ne var ki, bu saptamalar, gözlemler, açımlamalar, bu çaba, yer yer o kadar başarılı bu romancılık hemen hiç önemsenmemiş.
Eleştirmenler, ona en çok değer vermiş Tahir Alangu da aralarında olmak üzere, Reşat Enis'in savruk yazarlığında birleşirler. Konuları üzerine egemenlik kuramadığını, çalakalem yazdığını, ticarî amaçlı bir natüralizme kaydığını, geleceği sürekli karamsar gördüğünü ileri sürmüşler. İrkiltici tablolarını hayli "çirkin" bulanlar çıkmış.
Attilâ İlhan bile, Reşat Enis'in bütünüyle kendine özgü üslûp, anlatış girişimlerini hem önemsiyor, hem de yarı yolda kalmış sayıyor:
"... Reşat Enis'in denemelerini unutmuş değilim, saygıyla anılacak çalışmalardır, köklü hal şekilleri getirememişlerdir ama! Reşat Enis, Dos Passos'un yöntemini eski okuldan bir Bâbıâli gazetecisine kullandırmak istemiştir. Olur mu hiç!"
Attilâ Ağbi'nin Dos Passos'u hatırlaması ve hatırlatması bana çok ilginç geldi. Reşat Enis Dos Passos'u okumuş muydu, bilmiyoruz. Bence okumamıştı. Ama panoraması çok geniş edebî dünyasında Dos Passos'u çağrıştırır enginlere yol almak istemiş. Bir 'belgesellik' duyumsanıyor yazdıklarında. Bu yüzden bugün de 'öteki' İstanbul'u onun eserinde yakalayabiliyoruz.
Azımsanacak bir başarı değil herhalde...
(ZAMAN, 25.06.2011)