Sertaç Şehlikoğlu Hanım’ın “Takım Elbiseli Müslümanlar: Edep, Kulluk ve Dönüşüm” adlı ufuk açıcı yazısını (Zaman, 28 Eylül 2013, s. 22) büyük bir dikkatle okudum. Soru sordurma becerisini hâiz yazının temel iddia/tespitlerine katılmakla birlikte, meselenin kadının görünürlüğü probleminin karşısına konumlandırılmış bir erkek görünmezliği problemine indirgenmiş olmasını ciddi bir eksiklik olarak gördüğümü belirtmeliyim öncelikle. Zira asıl ele alınması gereken sorun, bizatihi müslümanın modern dönemle birlikte karşı karşıya kaldığı görsellik. Yani mezkur yazının temel sorunsalı, daha küllî bir okumayla, modern müslümanın yaşadığı görsellik problemi ile bu problemden hareketle erkeğin görünmezliği ve bunun tezahürleri olmalıydı. Aksi takdirde yazarın düştüğü hataların benzerlerine düşmek mukadder. Bu tarz bir tutum ise feminizmin de etkisiyle sosyal hayatta daha fazla/farklı taleplerle var olmaya çalışan ve türlü problemlerle karşılaşan ülkemiz müslüman kadınının karşısına, bazı zorlayıcı durumlardan hareketle şeklî özelliklerinde birtakım değişikliklerde bulunan ve bu durumu türlü argümanlarla desteklemesine rağmen dinî hassasiyetlerinde türlü aşınmalara maruz kalan erkeği yerleştirmek anlamına gelecektir. Yani kadın problemi karşısına, erkek problemini vaz etmek. Her iki durum da büyük resmin ancak bir kısmını ifade edebilecektir. Konu hakkındaki genel kanaatlere geçmeden önce yazının bazı aksaklıklarına dikkat çekmek faydalı olacaktır sanırım.
Yazının bazı tezlerinin, kaynak kullanımı ve ikna kabiliyeti bakımından yeterince kuvvetli olmadığı dikkat çekiyor. Bu tarz metinlerde dahi en azından atıfta bulunulan müelliflerin kendisine başvurmak ve onların kavram dünyasına nüfuz etmek gerekli. İbrahim Hakkı ve İbnü’l-Arabî gibi zirve şahsiyetlere yapılan atıflar, sadece akademik iddiaların desteklenmesi sadedinde, (ilmü’l-kıyâfe’de olduğu gibi) zaman zaman aslî bağlamlarından da koparılan basit başvurular olmaktan kurtarılıp, ıstılahların yerli yerinde kullanılması ve müelliflerin dünya görüşünü tamamıyla verebilme becerisi gibi birtakım özellikleri de barındırabilmeli.
Temel bir sorun olduğu ileri sürülen “İslam’ın görünürlüğünün cinsiyetlendirilmiş olması, dahası kadınların İslamî kıyafetinin başörtüsü ile sınırlandırılması” ifadesi kanaatimce sorunlu. Bu ifade, kadın ve erkeğin insan olma noktasındaki aynîliklerinden ayrıştırılarak iki farklı kutup gibi konumlandırıldığı içinde bulunduğumuz çağ ile doğrudan ilgili. Yüz sene öncesinde hiç kimsenin dillendirmeyeceği bu iddia, kadının tesettürünün edâ ve sedâ ile doğrudan ilişkilendirildiği âyet ve hadislerle nakzedilebileceği gibi, erkeğin İslâmî kimliğinin tezâhürü olan birtakım ritüellerin klasik fıkıh kitap kitaplarında helâm-haram bağlamında ele alınmasıyla da anlamsızlaştırılabilir.
“Edebin İslamileştirilmesi” gibi bazı kavramsallaştırmalar üzerinde ise pek düşünülmemiş gibi. Zira bilindiği üzere erken dönemlerden beri âyet ve hadislerden hareketle İslâmî ahlâkı tasvir etmeyi amaçlayan ve aynı zamanda günümüze değin uzanan bir yazın türü de olan “edeb” üst başlıklı pek çok çalışma vardır. Buralarda müslümanın ne gibi hassasiyetlerle hayatını idâme ettireceği ayrıntıları ile anlatılır. Ancak yazarın kastettiği Batı veya diğer kültürlerden devşirilerek türlü (medenî/modern oturma kalkma/giyim, sofra âdâbı gibi) cazip etiketler altında müslümanlara benimsetilmeye çalışılan kültür öğeleri ise durum farklıdır. Eğer bu öğelerin İslâmîleştirilmesinden bahsediliyorsa buna gerek olmadığı rahatlıkla ifade edilebilir. Çünkü zaten müslümanlar bir hal olarak yaşayageldikleri bir “edeb”e sahiptirler.
Modern dünyanın görselliği önceleyen tavrı tabiidir ki Müslüman erkekleri de etkiledi. Bu durum, müslüman kadınlarda daha farklı tesettür modelleri ile görünürlük kazanma; kimliği, giysinin imkânları ile ikâmeye çalışma ve başörtüsünün emr-i ilâhî’den moda unsuruna evriltilmesi şeklinde tezahür ederken, müslüman erkeklerin İslâmî kimliğin göstergeleri olan sakal, giysi gibi ritüellerden arınması ve tam da yazarın bahsettiği tarzda diğerlerinden ayırt edilemeyen ve bunu bir imkân/ayrıcalık/mutluluk vesilesi olarak gören bir anlayışa kayması ile belirginleşti. Aslında sorun aynıydı: Görselliğin cazibesi. Bu durumu tetikleyen unsurlar irdelendiğinde birtakım donelere rastlanabilmektedir. Öncelikle seküler bir devlette müslüman olmanın ve hayatın her alanında tam da tevhid öğretisinin istediği tarzda müslüman olarak yaşamanın imkânı sorgulanmalıdır. Dinî her türlü tavrın ötelendiği ve cemaat, tarikat yapılarının yeraltına inmek durumunda kaldığı bir tarihi vasatta müslüman kadınların eve kapanması, erkeklerin ise yaşantılarını idâme ettirme adına arzulanan giyim-kuşam tarzına yanaşması yani bir tür takiyyeye başvurması, çok cazip ve teşvik edilmesi gereken bir hal olmasa da, pek garip bir durum değil. Bu durumun her zaman mutlak olarak kimlik yitimi anlamına gelmeyeceğini, Endülüs’te Moriskolar örneğindeki gibi, en azından İslâm tarihinin bazı kesitlerinde görebiliyoruz. Ancak asıl sorun türlü baskıların olduğu dönemlerde feda edilen giysilere ve ritüellere rağmen İslâmî bir şuurla hareket eden cemaat/tarikat müntesiplerinin, nisbî rahatlamaların olduğu son yirmi senede bilinçli olarak kimlik oluşturan İslâmî göstergelerden ayrılmayı tercih etmeleri ve artık bunu yadsımamalarıdır. Hatta toplum içinde ağırlığı olan bazı cemaatlerdeki “sakala mesafeli duruş” da aynı bağlamda anlaşılabilir. Görünen o ki, yazarın işaret ettiği zâhir-bâtın birlikteliği bazı noktalardan zedelenmiştir ve bu durum, insan kazanma, önemli yerlere gelme gibi bazı açılardan dünyevî olan hedeflerle meşrulaştırılmaktadır. Sanırım “kimdir bu, muhtelif mekânlarda karşılaştığımız, dindarlıkları yahut İslamîlikleri ile ‘görünmez’ olan yeni mütedeyyin erkekler?” sorusu da bu cevapla bir yere kadar belirginleşmektedir.
Yazarın tam da çalıştığı branş ile doğrudan ilintili olan soruları ve yeni çalışma alanları açma çabaları takdirle karşılanmalı. Ancak meselenin bu tekliflerde dahi bir erkek meselesi olarak tasvir edilmesi, resmin tamamının görülmesini engelleyecektir. Yani sorun erkeğin giydiği takım elbise olmadığı gibi içeriği boşaltılan başörtüsü de değil. Zira açık olduğu üzere takım elbise vb. giysilerle bir tür görünürlük kazanan ve aynı zamanda kimliğini gizleme imkânı bulan müslüman erkek ile, toplumda, karakteri ile elde edemediği farklılığı moda unsuru haline getirilen tesettürü ile elde etmeyi bir problem olarak görmeyen ve görünür olmaktan herhangi bir şikayeti bulunmayan müslüman kadın aynı ıstırabın meyveleridirler. Sorun ise müslümanın değer kriterinin gönülden göze kaymasıdır.