Menu
SIRAT'A EV DE KURULURMUŞ
Deneme/İnceleme/Eleştiri • SIRAT'A EV DE KURULURMUŞ

SIRAT'A EV DE KURULURMUŞ

Kabuktan öze, şathiyeden hakikate

Tasavvuf bir hareket ve yaşam tarzı olarak, daha doğrusu dünyaya karşı bir tavır alış olarak daha Hz. Peygamber ve sahâbe döneminde mevcuttu. Ancak sistemleşmesi için diğer ilimlerde olduğu gibi belli bir süre geçmesi gerekti. Bir hayat tarzı olmaktan ziyade felsefî ve hatta kelâmî bazı yaklaşımların merkeze alındığı bir alan olma hüviyetini ise ilerleyen yüzyıllarda kazandı. Tasavvuf içerisinde, şeriatın sadece zâhirine kapılarak manevî boyutunu ihmâl eden kimseleri tahkîr etme anlayışı herhalde ilk devirlerden beri vardır. Bu alaycı eleştiri her ne kadar daha geç dönemlerde bizzat molla/zâhid tiplemesini hedef alsa da tasavvuf ehlinin şeriatı önemsemediği yolundaki bir başka tepkiyi tetiklediğini söylemek de mümkün. Yani bir bakıma bazı tiplemeler üzerinden yapılan eleştirilerin, topyekun bir hayat tarzına cephe alınmasına sebebiyet verdiği söylenebilir.

Şeriatın hedefini kavrayamayan kimseleri ince ince eleştiren tasavvuf erbâbı içerisinde Yûnus da yer alır. İşin doğrusu hayata onun baktığı yerden bakmak tam bir mesele... Ezber bozan yüzlerce mısra: Kimi zaman insanın kendiyle hesaplaşmasının, kimi zaman çevre, kainat ve en önemlisi Yaratıcı ile olan ilişkisini bir düzene sokmanın reçetesini veren dizeler. Neredeyse her zaman duru bir zihin, parlak bir muhakeme ve selim bir kalbin yansımaları olan dupduru inciler. Sade ve tekellüfsüz bir dil, herkesin baktığı ancak sadece bazılarının görebildiği şeyleri işaretleyen ya da herkesin bildiğinin yanlış olduğunu dile getirmekten çekinmeyen bir yürek. Yûnus okuması kolay, anlaşılması zor bir zirve. Herkesin kendince, istidâdına göre bir şeyler devşirdiği bir tarla Yûnus’un Divân’ı.

Cennet cennet dedikleri...

Yûnus, Divân-ı İlâhiyât olarak bilinen eserinde yer yer şeriatın zâhirine muhâlif olan veya daha ihtiyatlı bir ifade ile, öyle görünen pek çok mısraa yer verir. Tasavvuf literatüründe “şathiye” olan bilinen ve “sûfinin vecd ve istiğrak halinde söylediği, muhtevasında bir iddia bulunan söz” olarak tanımlanan bu ifadelerin yorumlanmasında farklı yollar izlenmiştir. Öncelikle mutasavvıflar bu sözleri “hata” olarak kabul eder ve yayılmasını hoş görmezler. Ayrıca şathiye sahibinin, vecd ve istiğrak hali geçtikten sonra bu sözlerinden tövbe ettiğini söylerler. Zira şathiye anlık bir yansıma olduğu için, üzerinde ısrar edilmemesi gerekir. Hallâc-ı Mansûr örneğinde olduğu gibi farklı kaygılarla dahi olsa şathiyede diretmek ehl-i tasavvuf tarafından pek hoş görülmez. Yine şathiyelerin, sûfînin yaşadığı vecd hallerinin dil ile ifade edilmesindeki güçlük dolayısıyla söylendiği, onların güzel bir şekilde yorumlanması gerektiği de belirtilmektedir.

Bu genel bilgilerin ardından yeniden Yûnus’a dönülecek olursa; örneğin “Cennet cennet dedikleri/ Birkaç köşkle birkaç huri/ İsteyenlere ver anları/ Bana Seni gerek Seni” dizelerinin şathiye olup olmadığına kısaca bakmakta fayda var. Bu dizelere göre Yûnus’un cenneti ve cennet nimetlerinden bazılarını müstağni bir edayla ötelediği; halbuki bazı kimselerin bunlar için kulluk ettiği, kendisinin ise bunları önemsemediği ve bizzat tüm bu varlık/nimetlerin yaratıcısı olan Allah’ı arzuladığını vurgulamaktadır. Bu haliyle ilk üç mısra şathiye kavramı içerisine girmektedir; dördüncü mısra ise şathiyenin gerekçesini belirtmekte ve şathiye olarak nitelenebilecek ifadenin sevk ediliş gayesini vermektedir. Yûnus dilin imkânlarını sonuna kadar kullanarak şathiyeyi bir söyleyiş tarzı olarak benimsemiş, asıl söyleyeceğini ise sona bırakarak ifadesinin vurgusunu artırmıştır. Yûnus’un cennet tasvirinde köşk ve hûri metaforunun nazara verilmesi ise insan tabiatının temel sâiklerine işaret ediyor olsa gerektir. Zira iyi bir mesken ve karşı cinse duyulan ilgi, bu dünyada insan türünün bir nevi gereklerinden olduğu gibi cennet motiflerinde de sıklıkla kullanılmaktadır. Yûnus’un işareti ise, sûfînin bu dünyada bunlardan vazgeçtiği gibi âhirette de bunları önemsemeyeceğini; bu dünyanın hakikatini kavradığı gibi âhiretin hakikatinin de cemâlullâh olduğunu gayet iyi bildiğini vurguluyor olsa gerektir. “İsteyenlere ver anları” ifadesi, bazılarının temel hedefinin bunlar olduğunu ve onların bu hedeflerine ulaşmalarının tabiliğini; kendisi gibi hakikat ehlinin hayallerinin ise gölge/perde olan bu tür şeylerin fevkinde olduğunu, yani insanın idealleri ölçüsünde kemâl bulacağını tasvir etmektedir.





Sırat’a ev de kurulurmuş

Yûnus’un şiirleri arasında “kuş dili” de denilen bu tarz ifadelere sıklıkla rastlamak mümkün. Örneğin “Sırat kıldan incedir, kılıçtan keskincedir/Varıp anın üstüne evler yapasım gelir/Altında gayya vardır, içi nar ile pürdür/Varuben ol gölgede, biraz yatasım gelir” dizeleri, öncelikle bazı kelâmcıların ve rivâyetlerin cehennem tasvirini ele almaktadır. Yûnus, bu ifadelerinin bazı kimselerin hoşuna gitmeyeceğini “Derviş Yunus bu sözü, eğri büğrü söyleme/Seni sigaya çeker, bir Molla Kasım gelir” mısraları ile dile getirir. Herhangi bir köprünün hem kıldan ince hem kılıçtan keskin olması en azından bu dünya için muhâldir. Ancak Yûnus bu imkânsızlığı başka bir imkânsızlık ile yani böyle bir köprü üzerine ev kurmak ile taçlandırmaktadır. Sıratın bu şekilde tasviri aslında hesabın zorluğunu nazara vermektedir. Yûnus ise sanki hesabın zorluğundan âzâde olduğunu ihsâs etmektedir. Zira mesken, sükûnet bulunan yerdir. Halbuki sırat sükûnet bulunacak bir yer değildir. Bunu hem Yûnus’un sırat tasviri hem de sıratın altında olup bitenler göstermektedir. İçi ateşlerle dopdolu olan bir çukur ve aynı zamanda uzanılacak bir gölgelik olarak nitelediği bu mekanda dinlenme arzusu da birkaç anlama gelebilir. İlki bir daha ölmeyecek olan insanın, ateş içinde de olsa sonsuzluğu seveceği ve benimseyeceği; ikincisi, ehl-i tasavvuftan bazılarının iddia ettiği üzere cehennem azâbının ebedî olmadığı, cehennem ehlinin bir süre sonra ateşten haz almaya başlayacakları; üçüncüsü, ateşin kimileri için gölgelik ve dinlenme yeri olacağı. Yûnus’un kastını tespit tabii ki mümkün değil. Ancak her haliyle sembolik bir dil kullandığı açık. Yukarıdaki ifadeleri takip eden dizelerde gölge hakkında çizilen bu tablodan rahatsızlık duyulabileceğini bilen Yûnus, sırf hocaların hatırı için biraz yanmayı da kabul eder görünür. Muhtemelen onun nazarında yanmak, yunmak ile birdir; yani bir nevi arınma.

Kendisini sigaya çekmesi muhtemel olan Molla Kasım’ları dikkate alan Yûnus, sözü eğri büğrü söylememeye de azimlidir. Gerçekten de sözü doğrudan söylemiştir ancak mollaların ondan çıkardıkları anlamlar Yûnus’un kastıyla ne kadar örtüşü orası bilinmez. Zira söylenenin anlamı, son tahlilde bizzat söylenende değil, söyleyenin kalbinde ve zihnindedir.