1960’tan sonra, altmış ortalarında, bir yaz günü; Elmadağ'daki Şan Sineması'nda Şehirdeki Yabancı'yı seyrediyorum.
Yaz günleri 'iki film birden' oynatan sinemalara gitmek çok hoşuma gidiyor. Hemen hep Türk filmlerini tercih ediyorum.
Sinemada eserin yönetmen imzalı olduğunu nihayet sezinlediğim ilk filmlerdendi Şehirdeki Yabancı. Daha önce hep artistler...
Gerçi sonradan, epey sonraları, sevgili Halit Bey Şehirdeki Yabancı'ya özeleştiriyle yaklaşacaktı ama, bu film bende etkisini bugün de sürdürüyor. O kadar ki, daha geçen güz, Gülper, Halit Bey, ben güzel, incelikle örülü, dost akşamlarımızdan birinde yeniden seyredince, Halit Bey'e bile inandırmıştım, Şehirdeki Yabancı'nın hiçbir özeleştiriye ihtiyaç duymadığını. Taşrada o kıstırılmışlık... Taşra şehirlerinin kapalı, içe dönük, hatta birbirini 'gözetleyen' insanlarla dolu acı dünyasında o eski sevda...
Öyle duyarlı akşamlarımız olurdu; sevgili Gülper okuldan dönmüş, 'leziz' yemekleri için mutfağa geçmiş, papağanlı, kedili, yaşanmış oturma odasında Halit Bey'le söyleşiyoruz. Duygun akşamlar gözlerimi yaşartıyor şu an.
Eserinden tanıdığım Halit Refiğ'i 1970'te Kemal Tahir'in evinde görecektim. Arada, unutamadığım Gurbet Kuşları, Şehrazat, hele Haremde Dört Kadın, Halid Ziya'dan cesur uyarlama Kırık Hayatlar. 1970'te sevgili Halit Bey taşkın, coşkulu, kavgadan kaçınmayan bir genç adamdı.
Sinema eleştirmenlerinin yerli filmleri küçümsemesine fena içerliyordu. Aydın geçinenlerin küçümsemesine de. Belki bu yüzden bana kuşkuyla yaklaştı; ne de olsa öyküler yazıyordum... Fakat Türk sinemasının yılmaz bir seyircisi olduğumu ayırt edince durum değişti, çabuk dost olduk.
Hayatımı yazarlıkla kazanmak istiyordum; ama nasıl? Halit Bey sanki hissetmişçesine, "Senaryo yazmayı düşünmez misiniz?" dedi, "Türk sinemasının genç senaristlere ihtiyacı var." On beş gün sonra -senaryo yazma konusunda en küçük bilgim yokken- birlikte çalışmaya başladık. Gerisini çok anlattım, tekrarlamayacağım.
Sevgili Halit Bey, siz benim en aziz dostlarımdan biri oldunuz. Benim için çok değerli, anlamlı, çok derin bu dostluğun kırkıncı yılını kutlayacakken bizi bırakıp gittiniz.
Sizi, fikri mücadelenizi, patlayan öfkelerinizi, o inanılmaz merhametinizi usul usul anlayacaktım; kavrayışsızlığıma verin. Hiç kimseyi, tek bir insanı bile kırmak istemeyişinizi, herkese kucak açışınızı. Gülper'le ikinizin evi gerçek bir gönül yurduydu. Kapınız handiyse bütün dünyaya açıktı.
Bizi bırakıp gidişinizden sonra Elif Şafak mesaj gönderdi; sizin evdeki geceyi hüzünle anıyordu. Küçük yemek masasında Elif, Eyüp Can, Gülper'le ikiniz; ben Elif'in et yemediğini söylemeyi unutmuşum. Günleri toz duman Türkiye'de insanca, uygarca bir akşamdı.
Oysa başlangıcı öfkeli. Elif Şafak'a kızmıştınız. İkinizi de çok sevdiğim için, bu kızgınlığın, aranızdaki tartışmanın sona ermesini istiyordum. Sona erdi. Elif'in alçakgönüllülüğünü göklere çıkarıyordunuz artık.
Evet, öyleydi: Halit Bey insanın yalnızlığını, sevgiye muhtaç olduğunu 'bilen'lerdendi. İnsandan kedilere, köpeklere, kuşlara, bütün doğaya açılan bir sevgi. Belki çabuk alınırdı ama, çok çabuk da unutur, hem de ölesiye unuturdu. Otuz dokuz yıl boyunca tek bir kişiye kişisel kin güttüğünü görmedim. Düşünce ayrılığında itirazlar, tartışmalar, ama ayrı düşüncenin sahibi başkalarınca kıstırıldı mı, el uzatışlar, daima yanında olmalar.
Nasıl tanımlanması gerektiğini bilmiyorum, galiba 'medeniyet özlemi' içindeydi. Doğu-Batı konusundaki huzursuzluğu, Batı'ya yönelik kökten tereddütleri hep medeniyet özleminden. Son yıllarda kaleme getirdiği, ne yazık ki peliküle geçiremediği Elveda Burgaz bence bir başyapıttır. Doğu-Batı çatışması, Halit Refiğ'in iç dünyasında ve düşüncesinde boğunçlara yol açmış bu çatışma, Elveda Burgaz'da -sözcük yerindeyse- 'sentez'e yol alır.
Elveda Burgaz insan olmanın onuru ve kaygıları konusunda eşsiz bir sinema şöleni olabilecekken, bugün ancak bir kitabın sayfalarında. Yurdumuzun yetiştirdiği en önemli yönetmenlerden biri, günün çarpık koşulları dolayısıyla, tutkuyla yazdığı senaryoyu beyazperdede seyirciyle buluşturamadı. Beni en çok üzenlerden biri de bu. Hatta Yorgun Savaşçı'nın çirkin serüveninden bile daha fazla üzüyor.
1975'te Aşk-ı Memnu gösterime girince Halit Refiğ'in edebiyatımıza 'saygı'sı beni ürpertmişti. Halid Ziya'nın eseri senaryoya açık, yatkın anlayışla kaleme getirilmemiştir. Halit Refiğ başarılı ama kendine kapanık roman dilini asla bozmaksızın yazmıştı senaryoyu. Hem enikonu etkileyici bir televizyon dizisi, hem de yola çıktığı edebi esere böylesi sadakat. Otuz küsur senedir ikinci örneğini göremedik...
Anılar akışında neler karşıma çıkmıyor ki: Ayağımı kırmışım, Gülper'le Halit Bey yardıma koşuyorlar. Hanım'ı seyrettikten sonra "İşte şaheseriniz" diyorum Halit Bey'e, çocuk gibi seviniyor. Hanım'ı birlikte defalarca izleyeceğiz, sonra. Sonra bir akşam "Gelinlik Kız" hikâyemi televizyon filmi yapmaya karar verecek Halit Bey.
Zaman karışması içinde hepsi: İhtiras Fırtınası'nın setine, Emirgan Korusu'na gittiğim gün... Eski Façyo'da akşam yemeği... Burgaz'da o harikulade akşamüzeri ve Öğretmenler Evi'ndeki yemek. İskelede bizi geçiren Halit Bey, kedilerin, köpeklerin ve kargaların dostluğunu gösteriyor, doğadaki tanığı...
Değişen dünya, doğanın yok edilişi, değerleri sarsılmış Türkiye, çirkin siyaset, kim bilir daha neler, Gülper'le ikisini şaşırtıyor, adamakıllı endişelendiriyordu. Gümüşsuyu-Burgaz-Sapanca arasında kendilerine ait, elbette dostlarına açık, yaşam kurmaya çalışıyorlardı.
Giderek artan kaygılar: Gazetelerden, dergilerden yazıları, yorumları kesiyor, dosyalıyor Halit Refiğ. Söylemezdim ama kendi kendini harap edişine üzülürdüm. Belli yaştan sonra meselelere -ya da körlüklere- mesafe koyması gerekirken, büsbütün tasalar çekiyordu.
Yarın Yapayalnız'ı okuduktan sonra, "Bu roman asıl Yarın Kapkaranlık" demişti, "Handan Sarp baştan beri yalnızdı. Fakat onun için bundan sonrası kapkaranlık."
Durakalmıştım. Baştan beri Yarın Yapayalnız, isminde eksiklik hissediyordum. Evet, Yarın Kapkaranlık ne kadar yaraşacaktı! Gelgelelim yayımlanmıştı roman, arkadaşlarıma ikide bir de anlatırım bu Yarın Kapkaranlık'ı.
Ölüm haberini, geçen pazar, erken saat, cep telefonundaki mesajdan okuyunca, Mai ve Siyah'a, Ahmed Cemil'in kaderine üzülmüş o çok genç, yeniyetme Halit Refiğ benimleydi. Eskilerde anlatmıştı: Mai ve Siyah'ı bitirdiği gece, lapa lapa kar yağıyormuş. İstanbul'dan gönül kırıklığıyla, hayal yıkılışlarıyla çekip giden Ahmed Cemil delicesine etkilemiş, sokaklara fırlamış, kar altında yürümüş yürümüş...
Ah Halit Bey, yazdıklarıma değer verirdiniz. Hayatımın en büyük iltifatını sizden aldım, Şimdi Seni Konuşuyorduk için yazdığınız yazıda:
"Yıllar önce Selim İleri'yi o günün yaşayan en büyük edebiyatçısı saydığım Kemal Tahir'in evinde tanımıştım. Yıllar sonra bugün, gelişimini başından itibaren adım adım izlediğim Selim İleri'yi yaşayan en büyük edebiyatçımız kabul etmekteyim. Ne güzel bir duygu bu..."
Neyse ki sonsuz teşekkürümü size söyleme fırsatlarım da oldu. Sadece teşekkür. Çocukluğun arı kalbini hiç kaybetmemiş, kirletmemiş olduğunuzu neden bir türlü söyleyemedim, neden şimdi…
(ZAMAN, 17 EKİM 2009)