ZAMANIN SONU
'şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir, mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat...'
Zaman kavramı Batı'da ilgi odağı olmadan çok önce Doğu'nun müneccimleri ve muvakkitleri tarafından ele alınmış ve gökyüzünün perdelerinden bir perde olarak sürekli merakla tanımları yapılmaya, ölçülüp biçilmeye çalışılmıştır.
Şeb sözcüğü Süryanice'den Farsça'ya geçmiş 'en uzun gece' anlamına gelmektedir. Arapça'daki karşılığı ise 'milad' dır. 'Doğum' anlamına gelişi ise, Hz. İsa'nın doğumu ile örtüştürüldüğünde ortaya çıkan bir tanımlama haline geliyor. İranlılar bu gecenin Mitra'nın doğum gecesi olduğuna inandıklarından onu Süryanice telaffuz etmeyi tercih etmişlerdir.
Mitra, asıl itibariyle Güneş Tanrısı olarak bilinir. Kelimenin kökenine baktığımızda Mitra diğer adıyla Mihr, Aryan tanrılarından birisi olarak kabul edilir. Mihr, 'bin gözü, ikibin kulağı ve onbin koruması' olan, Aryanların ikiye ayrılıp Hindistan ve İran'a yerleşmelerinden önce birlik halinde kedisine inanılan tanrıdır. Eski Farsça ve Avesta dilinde Mithra, Sanskritçe kök ile Mitra, Pehlevice'deki 'sevgi, yemin güneş' anlamlarıyla varlık bulur.
İran mitolojisinde, edebiyat ve kültüründe Mitra sözcüğü, bir çok iyi meziyeti kendinde toplayan bir sözcük olarak; sevgi, şefkat, sözünde durma, cesaret, hakkı ve doğruları destekleme, savaşlarda zafer bağışlayan iyiliğin simgesi olarak yöneticilere ad olacak derecede önemsenmiştir. İran geleneğindeki şeb-i çille de (kırkıncı gece) Mitra'ya yapılan ayinlerden biri olarak görülür.
İranlılar bu geceyi uğursuz kabul ederler. Bunun temel nedeni gecenin uzun sürmesinden dolayı kötülükler tanrısı Ehrimen'in kötülüklerine aralıksız devam etmesidir. Kışın şiddetli soğuğu da Ehrimen'in bir kötülüğü olarak kabul edilir. Bu uğursuzluğa bir misilleme olarak bu gecede toplanan İranlılar büyük ateşler yakarak, Mitra'ya dualar ederek, sabah güneş doğuncaya dek sofralar kurup meyezd dağıtırlar. Meyezd, bu gecenin özel yiyeceği olarak 'sıvı olmayan adak, sunu' anlamına gelir.
Ateşdân, mahrûy, bersem gibi dinsel ayinin araçlarının yanısıra, sonbahardan kalan son meyveleri de sofrada hazır bulunur. Ehrimen'in kötülüklerine karşı Mitra'ya sundukları bu yiyeceklerin bütün bir yılı bereketlendirileceğine inanılır.
Bu sofrayı kurmakla görevli kişilere verilen meyezdpân adı bugün İran diline ev sahibi şeklinde yerleşmiştir.
Mitra'ya tapınış ritüellerinin, İran hükümdarlarının kışlık yönetim merkezi olan Babil'den bütün bir Anadolu'ya ve hatta Yunan bölgesine yayıldığı düşünülmektedir. Gittiği her bölgede senkritik yapılar oluşturan bu törenler, zamanla Mitraizm'in de doğuşuna neden olmuş ve 'bedel, kıyamet, sırat körüsü, berzah, cennet, cehennem' gibi bir çok dini değeri hristiyanlığa geçirmeyi başarmıştır.
Hristiyan terminolojinin 'milat' olarak aldığı ve Hz. İsa'nın doğumunu ifade eden uzantının kökeninde mitraizmin etkilerini görmek mümkündür.
Noel baba olarak hristiyan inanışında yerini alan ritüelin de uzantılarını şeb-i yelda kutlamalarında görmekteyiz. Kirmanlılar, Karûn'un bir oduncu kılığında evlerin kapısını çalarak odun bıraktığına ve bu odunların ertesi gün altına dönüştüğüne inanırlar. Bu inanış, Hristiyanlıktaki Noel babanın evlerin kapısına hediye asması ritüeli ile örtüşmektedir.
Rivayete göre Mitra, bir taşın içinden çıkmış ve ortaya çıkmasıyla birlikte çobanlar ona inanmaya başlamışlardır. İşte o zaman Mitra, Güneş ile anlaşarak bir vahşi öküzü tuzağına düşürmüş ve öküzü bir mağaraya çekip orada zincire vurmuş, fakat öküz oradan kaçmayı başarmıştır. Güneşin emriyle bir karga öküzü öldürmüş ve öküzün ölüsünden buğday başağı ve üzüm asması bitmiştir. ( Burada Kutsal içeceğin temel malzemesinin ortaya çıkması dikkat çekici bir ayrıntıdır.) Daha sonra Mitra'nın gökyüzüne yükselmesi ve tekrar yeryüzüne inerek ölülere kalkabilme (dirilebilme) gücü vermesi inanışı vardır. İyileri kötülerden ayıran Mitra, bir öküz kesip etini kutsal şırayla karıştırarak adil insanlara vermiş, bu karışımı içenlerin ölümsüzlüğe ulaşacağına inanılmıştır.
Görüldüğü gibi mitraizm'de bulunan ritüel unsurların hristiyanlıktaki, ölüleri Mesih'in diriltmesi, Mesih'in gelişi, kutsal kasedeki içecek gibi bir çok mitsel uzantıyla birebir örtüştüğü görülmektedir.
Güneş takviminde yılın 7. ayı ile her ayın 16. gününe Mihr adı verilir. Mihr ayının 16. (mihrrûz) günü ise eski İran'da tanrı Mihr adına büyük törenlerle kutlanılır. Hristiyanlıkta ise şimdilerde 25 Ocak olan fakat asıl itibariyle kökene en yakın kutlama 6 Ocak'ta yapılan Mesih'in doğumu kutlamalarıdır.
Bütün bu benzerliklerin mitolojik uzantılarına ve duygusal kökenlerine baktığımızda hristiyanlığın Mesih'in doğumu kutlamalarının İran'da Mitra'ya yapılan törenlerle uyuştuğunu ve sevgi, şefkat, adalet önerileriyle bir yeniden doğumun kutlu geleceği için ritüellerin gerçekleştirildiği şeb-i yelde ile köken birliği yaptığını görmekteyiz. Bu durum bizi, her zaman hatırlattığımız insanlığın kökenlerinin ayrı olmadığı, arkaik dönemlerde insan ve tarihinin bölünmez bütünlüğü gerçeği ile karşılaştırır.
Daha çok divan edebiyatımızın kullandığı ifadelerden birisi olarak 'sevgilinin saçlarını' ifade etmek için kullanılan şeb sözcüğü bir çok kelime ile de bir araya gelerek, edebiyat terminolojimizde eşsiz tamlamalar oluşturmuştur.
Bu tamlamalardan birisi de şeb-i Yelda'dır. Yelda sözcüğü de yine Farsça'nın kıymetli sözcüklerinden birisi. 'uzun' anlamıyla kullanılan bu sözcük, sevgilinin aşkını ifade eden ender sözcüklerden birisi. Sevgilinin zaman ile bütünleşen aşkında en bitimsiz anlamını kuşanıveriyor.
Divan edebiyatında tanımlanan sevgilinin, keman kaşları, gonca dudakları servi boyu yanında uzun ve simsiyah olmasıyla şeb-i yelda olan saçları vardır.
Muhayyile bununla da kalmıyor, Şeb-i Yelda'nın, sevgilinin en uzun gecesi olarak şiirlerde anlatılarda yer alması, sevgilinin uzun ve simsiyah saçlarında, uzun bir gece tasavvuruyla hayat buluyor. Bitimsiz ve doyumsuz gecelerin sevgilide makes bulması, edebiyatın en çok kullandığı tamlama olarak mitolojik uzantılarını koruyor.
Sabit'in şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir, mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat' mısralarına karşılık Fuzuli'nin 'Şeb-i yelda'da uzar fecre kadar kıssa-i aşk/ Ta ki Mecnun bitirir nutkunu Leyla söyler.' diyerek mukabelede bulunması yalnızca bir popüler örnek. Bunun gibi yüzlerce beyitte şeb-i yelda tamlamasıyla aşıkın, mecnunun, zamanları aşan bu duyumsayışını divan edebiyatın bir çok şairinin mısralarında görmek mümkün.
Doğu edebiyatının kutsal ile kurulan bağında metafiziğin yerinin ne kadar derin olduğunu biliyoruz. Kutsal, sanatın hangi dalında ele alınmışsa orada gökyüzüne, bilinmeyene, astrolojiye, gökbilimini içine alan her bilim-ilim alanına atıf yapılmıştır.
Şeb-i Yelda'nın da asıl itibariye sözcüğün çağrışım anlamında güzelliğini bulan ifadelerin kökeninde 'en uzun gece' olarak görülen ve zaman dilimi olarak ayrılan yılın iki ayrı gününe denk gelen bir karşılığı olmasıyla mitolojinin bir kez daha hayatlarımızda ne denli yer ettiğini görmek mümkün.
21 Aralık tarihini gösteren bugün de insanlığın bir son ile nihayet bulması beklentisi arkaik dönemlerden bu yana uzun bir geçmişe sahip. İnsanın kutsal yanının beden ile perdelenen taraflarının, kutsala ulaşmada, onunla kurulması beklenen sağlam bağda, yokoluşla bir 'yeniden başlangıç' olacağı ilahi öğretisine karşılık, bu yokoluşun insanın ilahlığını ilan ettiği modern zamanlarda ne kadar elzem olduğu da bir gerçek olarak bugün karşımızda durmaktadır.
(2012 aralık)