‘İyi kitap okumak istiyorum, tavsiyede bulunur musunuz?’ diyen bir gence, ikisi de Büyüyenay Yayınları’nca kitaplaştırılan Filibeli Ahmed Hilmi’den ‘A’mâk-ı Hayâl’ ile Yurdagül Mehmedoğlu’ndan ‘Sen de Rivayet Etsen’ adlı ‘rüya roman’larını okumasını önermiştim.
Tekrar karşılaştığımızda okuyup okumadığını sordum. Okumuş okumasına ama ikisini de anlamamış. ‘Bir gariplik var’ diye belirtti; rüyanın her iki kitapta da merkeze alınmasını kendi gerçeklik bilgisiyle bağdaştıramamış.
Doğrusu zikrettiğim iki kitapta da ‘iyi okurlar için, iyi kitaplar.’ Ortalama bir okurun velev ki Müslüman da olsa kolay okuyabileceği, hazmedebileceği kitaplar değil. Her ikisini de doğru okuyabilmek, anlayabilmek için tasavvufu ve ancak onun bahçesinde boy verebilen İslam sanatını bilmek gerekiyor. Dolayısıyla burada farklı bir kültürle yüz yüzeyiz; ‘iyi ama biz Müslümanız, kültürümüzü biliriz’ dediğimiz yerde bile kültürsüzlük kültürüyle kuşatılmış olduğumuzun farkında değiliz.
Bu bağlamda, asıl kültürümüzün açığa çıkması için Hüsn-ü Aşk vb. kimi meşhur mesnevilerin, divanların yayınlanmasını da başka zorluklara gebe bir çaba olarak görüyorum, çünkü ‘hal olarak’ onların dünyasından çok çok uzakta olmamızın yanı sıra, dil (terminoloji) olarak da onların çok uzağındayız; daha net bir söyleyişle mevcut zihniyetimizin sıkleti o zihniyeti içerecek bir yeterliliğe sahip değil.
Mazmunları unuttuk, dilsel simgeleri bilmiyoruz, ‘Istılahat-ı Edebiyye’den haberimiz yok. Şairin ay ve yıldızdan söz ettiği yerde aslında Hz. Peygamber’denve Çehar-yâr-i Güzin’den söz ettiğini bile bilmeyince söz konusu metinler okuyana zevk vermiyor. Çünkü risalet, sıdk, ilim, sezgi ve edep kelimelerinin ‘ay ve dört yıldız’da gömülü olduğunu ıskalamakla onların çağrışımlarını da ıskalamış oluyor ve dolayısıyla mananın kendini geriye çekmesiyle metinlerdeki kuru lafza yani kabuğa tosluyoruz.
Rüya dedim örneğin. Öyle sanıyorum ki kendisine kitap tavsiye ettiğim kişi öncelikle ‘rüya terbiyesi’ eksik olduğundan zikrettiğim o kitapları okudu ama anlayamadı.
Ne demek ‘rüya terbiyesi?’
Sürrealist bir sanatçıyla Müslüman sanatçı arasındaki fark demektir öncelikle. İlki onu sanatsal yaratımında orijinal bir araç olarak görür, ikincisi ise zahir ile batını birleştiren bir berzah olarak benimser.
Hz. Peygamber ‘Sâdık rüyâ, nübüvvetin 46’da biridir’ buyurmuştur. Buna her Müslüman iman eder ama peygamber-rüya kelimelerinin yan yana gelmesi nedeniyle onu dondurur. Oysa ki, Hz. Peygamber, sabahları ashabına ‘Aranızda rüya gören var mı?’ diye sorduğu gibi, risalet ve nebilik kesildikten sonra mübeşşirat’ın (müjdeli rüyaların) devam edeceğini buyurmuş, rüya türlerini, onlarla ilgili neler yapılacağını bizzat öğretmiştir. Çünkü ‘Bir insan rüya gördüğünde, gördüğünün gerektirdiği duruma göre rüyada iyilikten ve kötülükten bir payı vardır.’ (İbn Arabi)
Üstelik dondurulmaya meyledilen şey İslam sanatlarını doğuran şeydir ve ayrıca şu Hadis’e de isnat eder: ‘İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!’
Bu Hadis, Hz. İbrahim’in ‘rüyayı tabir etme’ zorunluluğuyla birleşince bir rüyadan ibaret olan dünya hayatı, yaşadığımız gerçekler bir tabir ihtiyacına bağlanır ve İslam sanatları dediğimiz sanatlar da son tahlilde bu ‘tabir etme’ eyleminden doğar.
Rüya bir şeyi vasıtasıyla bildiğimiz bir araç değildir, bilakis haberde / bilgide bizi araca dönüştüren şeydir. Diğer bir söyleyişle rüya bizi bilgilendiren bir şey olmaktan önce bizi bir bilginin vasıtası kılan şeydir. Çünkü bilgi geneldir, rüya bizim özelimizi genele çevirir. Tıpkı atamız Hz. İbrahim’in kurban rüyasının onun milletine emir olarak dönmesindeki gibi.
Biz rüyaya çık(a)mayız, rüya (haber / bilgi) isterse bize iner. Bize inende hükmümüz yoktur ancak bize inenin ne olduğunu anlamak ve onu bilgi olarak bir şeye delil kılmakta bir hükmümüz vardır. Öte yandan hayalin zaptettiği şeylerin sureti olması bakımından rüya, gerçekle (rüya içinde rüya olan hayatla) da yer yer örtüşmesi bakımından zahir ile batını kendinde toplayan bir berzahtır.
‘A’mâk’ı Hayâl’ ile ‘Sen de Rivayet Etsen’i bu rüya terbiyesinin içinden okuduğumuzda ancak o metinler kendilerini bize açabilirler çünkü onlar rüyayı bilenen bir bilgi olarak değil, bilgininin (aracısına, niteliğine ve iniş) tarzına bağlı olarak merkeze almışlardır.
Mustafa Kutlu’nun Nur’uyla ilgili yazdığım yazı üzerine şair Fatma Şengil Süzer, sosyal medyadan ‘rüyaya değinmemişsiniz’ diye uyardı. Haklıydı çünkü tasavvufi aşkın konu edildiği yerde rüyanın konu edilmemesi eksiklikti. Ama ben de haklıydım çünkü bitişik olan şeyden birini ayrıca öne çıkarmakta bir tür düşünsel haşive uğrama tehlikesi görmüştüm.
‘Rüya terbiyesi’ diyorsam kastettiğim, yukarıda zikrettiklerimle birlikte bu iki hassasiyettir.
Değilse rüya romanı, mesnevi vb. okumak, anlamak için kimse kendini yormasın.
Hele hele STV dizlerinde ayyuka çıkan müptezelliği kimse rüya sanmasın.
Her hazinenin sandığı kendi anahtarıyla açılır.
twitter.com/OmerLekesiz
(YENİ ŞAFAK, 14.02.2014)
Türk yazar, eleştirmen İlk ve orta öğrenimini Yozgat'ta tamamladı. Ankara Meslek Yüksekokulu Kamu Sevk ve İdaresi Bölümü'nü bitirdi.