Ebu Dâvud ve Tirmizî’de yer alan ‘Ey Ali, bakışına bakış ekleme. Zira ilk bakış sanadır, ama ikinci bakış aleyhinedir.’ Hadis-i Şerif’i bizde ‘kasıtla bakma’ fiiliyle birleştirilerek, mahrem olandan sakındırma niyetiyle nakledilegelmiştir.
Önce şu hususu belirtelim: Peygamberimiz(sav)’in bu Hadis’ini düz (zahiri) olarak okuyan ve Hz. Ali kadar kendisini bu emrin muhatabı sayan kişi (inşallah) kurtulmuştur. Özellikle kadın-erkek ilişkilerinde görmesini (bakışını) mahremiyet esaslı olarak sınırlandıran ve dolayısıyla bununla haramdan sakınmayı murat eden kişi için bu manada bir soru ya da bir sorgu üretilemez.
Fakat bu Hadis’i ‘nazarın terbiyesi’ne dair bir Hadis olarak alırsak (ki, öyledir), ondan ‘asıl’ İslami düşünceye ve sanata dair kimi önemli esaslara ulaşabilmemiz de mümkündür.
Şöyle ki, Hadis’te, mealindeki ‘bakış’ kelimesi değil, ‘nazar’ kelimesi yer almaktadır. Yani Hz. Peygamber(sav) bu Hadis’inde ‘raâ’ kelimesini değil, ‘nazar’ kelimesini tercih etmiştir. Ayrıca ‘tebe’a’ kelimesi de ‘bir şeyin ardından, izinden gitmek, bir şeyin arkasına düşüp gereğince incelemek, bir şeye meyletmek’ anlamlarıyla yine Hadis’in mealindeki ‘ekleme’ anlamın fevkinde bir anlama sahiptir.
el-Isfahani’ye göre nazar, bir nesneyi idrak etmek ve görmek için gözü ve basireti (iç-görüyü) çeşitli yönlere döndürmek, çevirmektir. Bununla bazen ‘hiç acele etmeden, tekrar tekrar ve dikkatle düşünme (teemmül) ve araştıra ve inceleme (fahsün) kastedilir. Bazen de ‘araştırma veya inceleme sırasında elde dilen bilgi’ kastedilir.
‘Nazar’ sözcüğünün ‘görme’ anlamındaki kullanımı avam (yani) genel insanlar arasında, ‘basiret’ anlamındaki kullanımı ise, havas (yani) özel insanlar arasında fazladır.
Kur’an’daki ilgili ayetlere göre ‘nazar’, bir şeyin gelmesini, ya da mutlak anlamda intizar etmek, beklemek ve gözlemek; hayret etmek, şaşırmak; ibret almak anlamlarını taşır.
Nazariyat ve münazara kelimeleri de nazar’dan üretilmiş olmakla: Biriyle bir nazarla ilgili tartışma yollu araştırmada ya da incelemede bulunmak; ve üstün gelmek için yarışmak, rekabet etmek ya da çekişmek; ve kişinin kendi basiretiyle gördüğü şeyi huzura getirmek (ortaya koymak) istemesi anlamındadır.
Haliyle nazar iç-görüyü, basireti, huzura getirmeyi içkin olduğuna göre Hz. Peygamber(sav)’in Hz. Ali’nin kayıtlanmasını istediği ilk husus: bakılan şeye, ikinci bir bakışı gerektirmeyecek bir ciddiyetle bakılması olabilir. Ki ‘görmeden tasarruf etmek’ şeklinde de ifade edebileceğimiz bu durum hem görme yoluyla akla iletilen bilginin çeşitlenerek onun için bir yüke dönüşmesini hem de daha başta gözün görüşün çeşitliliğiyle kendisini dağıtmasını engellemeye delalet edebilir.
Öte yandan (gerçekten hayale, en geniş anlamıyla görme) görme, suretin evidir. Bu tanımımda suret’ten kastımın ‘imge’ ile mevcuda (gerçeğe) ve namevcuda (hayale) dair bilgiyi zihinde ‘resim-imgeye’ dönüştürmek olduğunu belirtmeliyim.
Nitekim suretin görenden değil, görünenden geldiğini söyleyen Adonis de aynı bağlamda şu tespitleri yapar:
‘Görme, sonsuz şeylerin hareketidir: ulaşma noktası onun ne kadar yakın olduğundan ziyade, ne kadar uzak olduğunu keşfettiğimiz, susuzluğumuzun giderilmesinden ziyade halen ona ne kadar susamış olduğumuzu keşfettiğimiz noktadır. (…) İnsan bizatihi ara bir halde (berzah), gölge ve aydınlık arasındaki bir köprüdedir ve varlığı aydınlığa giden geçidin merkezinde yatar. Hayatı geçmek için sürgit bir sabırsızlıktır. O, iki sınır arasında var olmakla zuhur eder: sınırlarını gizleyip önünde olan yokluk olmaksızın yaşayamaz, ancak paradoksal olarak gördüğü ve sırla kendisini nasıl birleştireceğini izhar eden bir suretle olmaksızın hayata doğru hareket edemez. (Sufizm ve Sürrealizm, Çev.: Nurullah Koltaş, İnsan Yay., İst., 2012).
Dolayısıyla Şari’nin bu Hadis’inden çıkarabileceğimiz ikinci şey: iç-görüyü, basireti, huzura çıkarmayı içkin olan ilk nazarın, akletme, keşfetme, idrak etme yoluyla şeylerle temasından doğacak olan suret(ler)in akıl ve kalp için yeterli olacağıdır. Bundan fazlası nefsi (ki nefsin doğası bilgide yetinmemek, merak etmektir) harekete getireceği için kendiliğinden oluşan ilk suretlendirme örgütlenmiş (kasta bürünmüş) ikinci bir suretlendirmenin hakimiyetinde safiyetini kaybedecektir.
Öte yandan, ‘nazara nazar eklemek’le duyuları harekete geçiren ve onları bilgiye, habere, kanaate dönüştürmek üzere akla ileten şey görenin değil görülenin (bilgi-edinile-nin) eseri olduğundan, görenle görülen arasında (nefs etkisiyle) doğan tamamlanmamışlığı hayale havale ederek tamamlama imkanına (ihtira’ –kurgulama- özgürlüğüne) zarar vereceğimiz gibi, görüneni temellük etmeye çalışma ya da dikizleme yoluyla ahlaki bir ilişkinin de düzeyini farklılaştırma sakıncalarını doğurmuş oluruz.
Bunlardan hareketle Şari’nin bu Hadisi’yle insani bir nitelik olan suretlendirmenin, örgütlenmiş (eklenmiş) bakışla suretten (imgeden) temsile (yazmaya, resimlemeye) dönüşmemesini emrettiğini anlayabileceğimiz gibi Müslüman sanatçıların neden ‘sembolik dil’i kullandıklarını ve neden temsil tahtında (Batılı anlamda) resim yapmayıp hat’ta, perspektifsiz resme (minyatüre, tezyine) ve şiire yöneldiklerini de anlayabiliriz.
Çünkü söz konusu Hadis, ‘Müslüman nazarının terbiyesi’ne dair bir Hadis’tir.
twitter.com/OmerLekesiz
(YENİ ŞAFAK, 15.06.2014/ http://yenisafak.com.tr/yazarlar/OmerLekesiz/bakisina-bakis-ekleme/54340 )
Türk yazar, eleştirmen İlk ve orta öğrenimini Yozgat'ta tamamladı. Ankara Meslek Yüksekokulu Kamu Sevk ve İdaresi Bölümü'nü bitirdi.