Menu
CAMİ OLSAYDI GÖRÜRDÜK
Haberler • CAMİ OLSAYDI GÖRÜRDÜK

CAMİ OLSAYDI GÖRÜRDÜK

Sancaklar caminin iç mekanında, onun cami olduğunu gösteren değil sadece ‘ima eden’ vav

harfinden başka, tezyine, hatta, tezhibe, işlemeye, dekorasyona yani İslami mimariye ait sayılan (örneğin mukarnas gibi) hiçbir şeye yer verilmemiş.

Buna geçmeden önceki yazımda sözünü ettiğim dikitin sağ üst köşesine ‘Allah’u-ekber’ yazılı bir levha konulmuş olduğunu bildireyim.

Buraya sadece ‘Allah’ yazılmaması isabetlidir çünkü özel isimler nitelik belirtmeyi (el-Ekber) gerektirir. Ama bu yazının sülüs karakterle yazılmış olması, yer aldığı zeminin kübik ve dolayısıyla kenraların keskinliği nedeniyle bir uyumsuzluk belgesidir. Oysa ki, dış yüzeylerdeki hat uygulamalarında, zeminle hattın azami uyumu gözetilir ve bu sayede hat zeminin kendisi haline gelir.

Şimdi içeriye dönelim yani Âli İmran Suresi’nin 41. Ayeti’ndeki ‘vezkur rabbeke kesîran’ cümlesindeki ‘vav’ın kallavi olarak yazılmasıyla oluşan levhaya.

Cümlenin mealini verelim önce, sonra sorumuzu soralım: ‘…ve Rabbini çok zikret’.

Sorum şu: Vav’ın bu denli büyütülmesindeki maksat, espri nedir? Madem minarenin yerini tuttuğu söylenen dikitte özel isim kulanılmış burada da en azından mana’da bütünlüğün sağlanması açısından ‘zamir isim’ (örneğin Hüve’nin) kullanılması gerekmez miydi?

Hadi bu düşünülemedi diyelim, mevcut cümlenin içinde yer alan ‘Rab’ kelimesi büyütülemez miydi? Hadi o büyütülemedi elif, zel, kef, ra, be, se, ye harflerinin günahı neydi ki onlardan biri öncelenmedi.

Örneğin ‘Elif’ haflerin aslı değil mi; ‘zel’ tecelli karşısında acziyetini farketmiş kulun hali değil mi; ‘kef’  bir emrin kesinliğini taşımaz mı; ‘ra’ rahatlıkla zorluğu, yücelikle düşkünlüğü anıştırmaz mı?...

Vav ise kendisinin sır oluşundan (rahmin suretinden) başka bir şeyi ifşa etmez. Yani ‘vav’ın ifşa ettiği şey, ifşası mümkün olmayanın ifşasıdır.

afotoTekil haliyle değil, Bursa Ulu Cami’deki gibi farklı biçim ve içeriklerde bir dizi vav merkezli levhayı bir araya getiriyorsanız o çoklukta bir vav estetiğinden söz edebilirsiniz. Onu tekil olarak kullandığınız yerde ise kaligrafik bir daralmaya, mukayesesizliği nedeniyle kısırlaştırılmış bir estetiğe neden olursunuz.

Ayrıca, hat’ta mekansız olana mekan olmak asıldır. Bu, (İbn Arabi’nin kelimeleriyle) gerek isim gerekse zamir isim olarak bir şeyi hayal etmezsen, onu hayalinden zihnine sunmazsan, ona zihninde lafzi bir varlık kazandırmazsan ve onu lafızdan manaya aktarmazsan… onu bir mekana (kitaba, levhaya) da taşıyamazsın. Dolayısıyla vav bir isim olmadığına, tekraren ‘ifşası mümkün olmayanın ifaşası’ndan ibaret olduğuna göre vav’ı geniş bir yüzeyde tek olarak levhalaştırmak kaligrafik bir artistlikten öteye geçmez.

Belirttiğim çelişkiler ve eksiklikler nedeniyle buradaki tek hat uygulaması, asıl ‘sanatsal yaratımda emsallerinden çok farklı olma’ iddiasına bağlı olarak, fırıncı küreğinden düşmüş lahmacuna dönüşmüştür. Çünkü burada onunla bilinçli bir seçim (mekansızı mekana taşımak) değil, popüler olan (materyalist eğilim) görünür kılınmıştır.

Şundan ki, her nedense zamanımızda hatla ilgilenenler (hattatlar değil, hat düşkünleri) harf dendi mi ‘vav’dan başkasını bilmiyorlar; zavallı vav mevcut hat enflasyonunun daha açık söyleyişle hatta mahsus popülerliğin vaz geçilemez aracı durumundadır. Dolayısıyla burada da söz konusu levhayı ‘vav’layarak oluşturan kişi açık bir popülizme düşmüştür.

Öte yandan iç mekanda tezhibin, tezyinatın ve dekoratif malzemenin dışlanması, matbaanın icadıyla kitaptaki işlevini tamamlayıp, mimari yoluyla varlığını dışta sürdüren İslam sanatlarının da boğulması anlamına gelmektedir.

Diğer bir söyleyişle betonla elde edilen ‘basit’lik, İslami idrak ve kültürün dışlanmasını beraberinde getirmektedir. Bu fiilin ‘cami’ tanımı içinde gerçekleşmesi ise Din içinde dinsizleşme eğiliminin (sekülerleşmenin) ta kendisidir.

Daha söylenecek çok şey var ama bundan fazlası mimariye ve İslam sanatlarına mahsus teknik terimleri kullanmamı zorunlu kılar ki, okurumun sıkılacağını tahmin ettiğim için bundan vaz geçiyorum.

Sadece bundan değil ‘Hira’ benzetmesindeki saçmalıktan (ki, Hira bir tepenin uç kısmındadır ve Hira süreci henüz Şari tarafından biçimlenmemiş olan ibadet tarzını, ibadet mekanını içermez) ve açıkça izlenilebilen seküler üsluptan da şimdi söz etmeyeceğim.

Sonuç olarak Kutlu abiyle buranın nasıl tanımlanacağını da konuştuk. O, artistik fotoğraflar çekmeye uygun yer, otopark, kapalı anfi tiyatro veya antrepo denilebileceğini söyledi.

Bense bunlara ‘bauhaustan bozma bir yapı’ tanımını ekledim.

Çünkü orada bir ‘cami’ olsaydı mutlaka görürdük.

Not: Önceki ve bu yazımdaki doğru belirlemeler Mustafa Kutlu abiye, meşkuk olanları ise bana aittir.

twitter.com/OmerLekesiz

(YENİ ŞAFAK, 07.01.2014)

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/OmerLekesiz/cami-olsaydi-gorurduk/47000

ÖMER

Türk yazar, eleştirmen İlk ve orta öğrenimini Yozgat'ta tamamladı. Ankara Meslek Yüksekokulu Kamu Sevk ve İdaresi Bölümü'nü bitirdi.