Menu
istanbul'un bohem çevrelerinde gide
Haberler • istanbul'un bohem çevrelerinde gide

istanbul'un bohem çevrelerinde gide



Çehov'un İstanbul'a geldiğini eski bir kitaptan öğrenmiştim. Varlık Yayınları 1964'te yayımlamış Büyük Yazarlar'ı. Yazar resimleri İbrahim Ersaraç'ın.

Derme çatma biyografileri kim ya da kimler yazmış belli değil; Türkçe'ye çevirenler belirtilmiş. Derme çatmaydı, eksik püksüktü ama, bu kitabı yıllarca baş ucumdan ayırmadım. 148. sayfadan alıntılıyorum:

"1889'da ağabeyisi Nikola veremden ölünce biraz ferahlamak isteyen Çehov, Sahalin Adası'na uzun bir seyahate çıkmaya karar verdi. Sibirya'yı aşan demiryolu henüz ortalarda yoktu. Zahmetli bir yolculuktan sonra Tomsk ve İrutsk'dan geçip Sahalin'e vardı."

Çehov adada cezaevlerini dolaşır, mahkûmlarla görüşür. Sonra dönüş yolunu hayli uzatır: Singapur-Seylan-Port Said- İstanbul-Odesa... Bu İstanbul uğrağı beni pek heyecanlandırmıştı. Çok sevdiğim Vanya Dayı'nın, Vişne Bahçesi'nin yazarı demek İstanbul'dan geçmişti...

Nasıl bir yanılsama ise, aynı kitapta André Gide'in de İstanbul'dan geçtiğine dair bilgiler yer aldığını uydurmuşum. Gide biyografisini yeniden okudum -zaten hepi topu üç buçuk sayfa-, İstanbul'a rastlayamadım. Gide'in Cezair yolculuğu anılıp geçilmiş.

Yanılsama, öyle sanıyorum ki, André Gide'in uzunca bir dönem edebiyatımıza ve edebiyat adamlarımıza etkisinden, hem de adamakıllı derin, yoğun etkisinden kaynaklanıyor. Anılarda, güncelerde, eleştirel yazılarda Gide ikide birde karşımıza çıktığından olacak, ona bir İstanbul yolculuğu uydurmuşum.

1947'de Nobel'i alan Fransız yazar 1951'de ölmüş. 1869 doğumlu. Attilâ İlhan'ın anlattıkları Gide'in ölümünden önce mi sonra mı, saptamak imkânsız. Ne var ki o ellili yıllarda geçiyor. Ne kadarı gerçeklik, ne kadar kurmaca, onu da saptamak imkânsız. Çünkü anılar bazan yazarın tezine işlev kazandırmak uğruna kurmacayla birleşebiliyor...

Attilâ İlhan yine ünlü "Nisuaz" pastanesinde. (Attilâ İlhan severler, onun yazısında çizisinde Nisuaz'dan sıkça söz açıldığını bilirler.)

Pastanenin "büyük camlarına" elbette "ince ve soğuk bir yağmur", elbette "imzasını atıp" duruyormuş. O camları, ince, soğuk yağmuru kim bilir ne çok zaman gözümün önüne getirmeye çalışır, düşler kurardım. Attilâ İlhan tasvirleri, birçoğumuzda olduğunca, bende de tutkunluklar yaratmıştı.

"akşamlar bir roman gibi biterdi" dizesinin şairi devam ediyor:

"Biz, Sait Faik'le ben, artık köhnemiş pastahanenin geniş ve yüksek tavanlı loşluğunda, oturmuş, tam karşımızdaki Şark Sineması'na girenleri çıkanları seyrederiz. Benim cebimde her sayısı­nı içercesine okuduğum Les Lettres Françaises dergisi vardır; Sait'inkinde, iri, seyrek ve kargacık burgacık Arap harfleriyle doldurduğu bir sarı defter. Saati gelince kalkacak, ikimiz de ayrı ayrı sinemalara gideceğiz. Vakit geçirmek için lâflıyoruz."

Söyleştikleri André Gide'dir. Attilâ İlhan 'dönek' Gide'i o güne kadar sevmemiştir. Ama Sait Faik'in uyarısı karşısında dikkat kesilir. Sonra tabiî işin içine Paris, "Bulonya Korusu" filan karı­şacak, Dünya Nimetleri de...

Nisuaz'ın saltanatlı günlerini öğrenmek isteyenler, Salâh Birsel'in eşsiz Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu'sundan yararlanabilirler. Pastane bu eserde birçok bölüm. Onlarca yazar, şair Nisuaz'a gi­rip çıkanlar arasında. Ama Salâh Bey, Attilâ İlhan'ı Baylan'a sak­lamış, Nisuaz'da ondan söz açmamış. Şark Sineması meselesinde de bir yanılgı payı olmalı. "Kahvenin tabanından tavanına değin yükselen" büyük camlar yerli yerinde de, Nisuaz, Emek sinemasının karşısında. Emek o günlerin Melek sineması.

"İstiklâl Caddesi'ne açılan kapıdan içeri girilince, sağda bir vitrin, onun berisinde, yine sağda bir kasa, kasada kokoroz ve kaknem bir karı, solda, camın önünden başlayarak dizilmiş Nuh Peygamber'den kalma hasır koltuklar, muşamba döşeli iskemleler, üstü camlı masalar..."

Salâh Bey Nisuaz'da Gide'in Dünya Nimetleri'ni anmamış. Hemen yanı başında, Fikret Adil hakkı yenmiş eseri Asmalımescit 74'te Petrogırad'ı anıyor ve Petrogırad'a gelip gidenlerin o yıllarda Dünya Nimetleri'ne vurgunluğunu söze döküyor. Gide'in eserekli düzyazı şiirler, belki daha önceden, bize, edebiyatımıza yansımalarını göndermiş.

Bu kez Ahmet Hamdi Tanpınar'dan iz süreceğim. "Türk Edebi­yatında Cereyanlar", Gide'e ve Dünya Nimetleri'ne ara bölüm açar:

"(...) 1938'de tercüme edilen Les Nourritures Terrestres'in bu devir şiir mahsûllerinde büyük tesiri olmuştur. Filhakika yuka­rıdan beri saydığımız sebeplerle yerli kültür bağları zayıflamış, değerler karşısında az çok şüpheci, içtimaî müeyyidelerin baskı­sından şu veya bu sebeple az çok kurtulmuş gençliğe aslından veya dağınık tercümelerinden tanıdıkları bu muharririn ve bilhassa bu eserin, Dünya Nimetleri'nin, dış dünyanın ve kendi ferdî hayatlarının kapısını açtığı, yaşama kelimesinin onlar için mânâsını de­ğiştirdiği ve yanlış bir tefsirle biraz da kendi hayatlarına ve ilk göze çarpan realiteye hapsettiği muhakkaktır."

Tanpınar'a göre o günlerin şiirinde "sensualité", "hédonizm" ve "başı boş ferdiyetçilik" André Gide'den etkileniş dolayısıyla.

Neyse ki, demeye getiriyor Tanpınar, "Türkiye'de tam mânâsıy­la bir Gideisme olmamıştır." Olan şu: "(...) 1935-1940 yılların­da edebiyatımıza ondan sadece birkaç yıkıcı tavır geçtiğini söyleyelim."

Aynı Tanpınar ("Türk Edebiyatında Cereyanlar" 1959'da kaleme alınmıştır), 1932'de Gide'den etkilenenler arasında sayılabilir mi? Görüş dergisinde yazmış:

"Bugünün gençleri Dar Kapı'yı okumalıdırlar. Gündelik arzu ve emellerin içinde kararan ruhlar, bu kitapta derunî güzellikle­rin zevkini bulacaklar, özenme ve imrenmenin yerine büyük ihtiras­ların yıkıcı azabıyla karşılaşacaklar."

Üstelik André Gide "asrımızın en huzursuz ruhu"ymuş.

Yirminci yüzyılın bu "en huzursuz ruhu" karşıma Nisuaz'da, Petrogırad'da, Baylan'da falan çıkmadı. Oraları yok olup gitmiş­ti. Fakat mekân yine Beyoğlu, Çiçek Pasajı. 1960'ların iyice sonu olmalı. André Gide konuşuyoruz.

Gide'i Attilâ Ağbi'nin bıraktığı yerden konuşuyoruz: "... André Gide'in sosyalizme ilkin heyecanla sarılmış, sonra da aynı heyecanla vazgeçmiş biri olduğunu 'tüfekçi' arkadaşlarımdan öğrenince, sevindim basbayağı, yazarı sevmiyorum ya, demek ki 'dönek­liği' içime doğmuş birader."

İşte o döneklik tartışılıyor. Hocamız Vedat Günyol, Sovyetik Rusya'yı gördükten sonra hayal kırıklığına uğramış Gide'i övsün mü yersin mi, kararsız. Hatta iyice bocaladığı bile söylenebilir. Romancı Gide, Kalpazanlar'ın, Pastoral Senfoni'nin ve Vatikan'ın Zindanları'nın yazarı Gide, yabana atılacak romancı değil. Hele Kalpazanlar, roman sanatına yeni bir sayfa açmış.

Öte yandan, Sovyetler'deki rejimi ölesiye yeren 'öteki' Gide konusunda duru bir açıklama getiremiyor.

Akşam saati. Sesler, konuşmalar, uzayıp giden tartışma...

Peyami Safa da bazı yazılarında Gide'i anmıştır. Dahası, Fran­sız edebiyatının önemli, çığır açmış romancıları arasında saymış­tır. Birdenbire ünlenmiş yeni zaman romancılarını, örnekse Sagan'ı pek kof görürken, eskilerin, arada André Gide'in değeri ve emeği üzerinde durmuş.

Kalpazanlar romancısı İstanbul'a gelmemiş ama, İstanbul'da -besbelli- ondan çok söz açılmış.

(ZAMAN, 10 EKİM 2009)