[09 nisan 1428]
cum’a ertesi, (sabah) saat onda gelen telefon üzerine apar-topar yola koşulduk. saat onsekiz’e yakın, uludağ üniversitesi tıp fakültesi onkoloji koridorundaki 613 numaralı odanın cam kenarındaki yatağın başında idik... iki saat kadar sonra, odadan dışarı davet edildik. üç-beş dakika sonra da haberden haberdar edildik (haber dar ağacına çekildik).
bugün öğle namazından sonra, ilçe devlet hastahanesi önündeki, vakit namazlarığnı eda edegeldiği camiden, cemaat arkadaşlarının da katılımı ve melul ve manalı-manasız bakışlarıyle, adliye mezarlığında, emanet yerine, toprağa iade/teslim edildi.
son demlerdeki nefesin önemini ayne’l-yakîn temaşa ve tefekkür eyleyince, «iyyakena’büdü ve iyyake’nestain»in, bilhassa ‘nestain’in bu anlarda ne kadara ehemmiyet haiziyetini hiç amma hiç unutmamak gerek; hiç olmazsa her bir rek’atda hatırlamak... o son nefesleri alabilmek için o kadar çok yardıma muhtac durumda ki insan...
...
«yok imiş cihanda bir nefes sıhhat [sıhhatli, kendiliğinden, muhtacsız alınan nefes] gibi»
elbet, istanbul sarayları, son nefeslerin bolca temaşa edilebildiği mekanların başında geliyordu...
böyle «devlet» ister misiniz? böyle «devlet» düşman başına ya hu!
nefes açmayıp daraltan, nefes aldırmayan ve almayan devlet, gerçekden, düşmanlar başına...
...
böyle (misafirimsi) durumlarda, kendi başımaykenki televizyon korunmalığını sağlayamıyorum. kulaklarım hücumdan yeterince zarar görüyor.
diziler ne alamet şeylermiş öyle...
merak edip dururdum: bu kemalist laiklerin (chp’lilerin) kafası niye yeterince çalışıp, başarılara imza atamıyor? meğer bu diziler işlerini görmüş, defterlerini dürmüş, zavallıların. ben de bu kadar maruz kalsam bu dizilere, hafazanallah, iflah kabul etmez bir chp’li olup çıkarmışım da, bir işe yaramaz hissedermişim kendimi. çünki, bu dizilerin, seyredenlere söylettirdiği şey: «ben bir işe yaramaz, bir iş beceremez biriyim.o halde, bütün hayatım diziden diziye zap-zap/ kay-kay ile kaynayıp gitsin...»
haydi bu pespaye ucuz diziler böyle. kemalistlerin (köşeli, şablonlu zihinlerin) muhafazakar kesimi boş mu bırakılmış? ne gezer! bu muhafazakarların birindeki kadının biri, on-onbeş dakika süren salya-sümük mezarlık ağlamasıyla, gripli beynimi yedi bu kul hakkı yiye-yiye semirip keneleşen kanal yedi bitirdi, bitesice; seyreden dört,yedi, dokuz yaşındaki çocuklar ne hale geliyor? muhafazakar, namazcı kemalistlere göre, bu yaştaki zavallıcıklar ibret alıyor... hay sizin boş ibrik misali ibretsiz/susuz beyininize...
bu dizilerin ardındaki güç nasıl bir yenilmez güçtür böyle?
kasıtlı bir dünyevi güç aramağa gerek yok: şeytanın iğvası ve nefsin paraya doymayan, dini-imanı satsa da doymayan hırsı...
devlet yöneticileri, bu dizi(ler) marifetiyle toplumu ve insanı imha ameliyesini/taarruzunu farkedemeyecek kadar akıldan nasibsiz ve ve gözünü sadece makam-mevki ve para hırsı bürümüş kör cahillerden mi ibaret kalmış?..
bu dahi yabana atılacak bir ihtimal değil: zira, ibn haldun’un 21 senelik nesil hesabınız alırsak, bilhassa son iki-ikibuçuk nesildir bu tür pespaye dizileri rol-model alıp büyüyenlerin devlet yönetiminde bulunduğunu istidlal edebiliriz.
daha ilginci: kendi çocuklarını televizyon ve internetten ve benzeri ortamlardan korumağa çalıştığını, dünya devlet başkan ve başbakanlarının ağzından duyduk; amma, niçin müdahel olunamadığı, sorusu askıda. insanları zararlı şeylerden korumak, insan hakları denen naneye aykırı olacağını kimse iddia edemeyeceği gibi, bilakis, bir insan(lık) hakkı görevi, bir devlet görevi olduğu kolayca söylenebilir. problem, özgürlük, kelimesinde mi? bu kelimeyi, kaypak ve kaygan zeminden kurtarıcı bir tarife kavuşturmak, herhalde işin püf noktası ve devletler bu özgürlük afyonu ile beyinlerin uyuşturulmasını ister gibi, kolay idare e(gü)debilmek için. bu arada toplumsal doku zayıflayıp çözülmüş... galiba bunu, nedenini anlamak zor olsa da, göze alıyorlar...
peki, dünyayı sürüleştirmek gerçekden tamamlanınca/tamamlanır ise, ne yapılır? dünya devleti, denen, dünyanın tek bir komita, soygu, sömürü ve zulum çetesi tarafından (sorgusuz-sualsiz) gönetildiği armageddon mu tesis edilir?..
zaten buna dair filmler de, belki aynı merkez (hollyvuud: şeytanın kârhanesi) tarafından çekilip gösteriliyor. dünya mı hazırlanıyor?
türkiya’da bu dizilerle ilgilenen bir kurum murum görülmüyor. hükümet, dünya devletinin, pespaye insanların oluşturduğu kütlenin/sürünün omuzlarında yükselip yükselmeyeceğini yeterince ciddiyetle düşünüp endişelenmiyor. eğer endişelense, kültür bakanlığı’na, bira, şırınga ve prezervatif kültürüne doğru hanidir evrilinip devrilindiği, eğitimin de yine aynı şekilde (hele zorunlu eğitimin uzamasıyle) bira, şırınga ve prezervatif eğitimine devrildiği ikazında bulunur; bulunmak ne, bunu görseler, hiç olmazsa bu iki bakanlığı ciddiye alır idi...
rtük mü? uysal tavşanlarla, hele ki şavşatlı tavşanlarla olacak iş değil...
ya’ni: en az üç çocuk(lu aile) ile bira ve prezervatif kültürü, biribirine zıd. (bira, iktidarsızlık; prezervatif, bol fuhuş yok çocuk.)
...
eğitim, eğitim.. diye bağırıp, bunu, nereden bakarsanız bakın, son derece ve su götürmez kerte antidemokratik ve anti-sosyal ve insan hakkına (okuma-yazma öğrenmeme hakkına. okur yazarlık başka, cehalet ve şeytaniyet başka) aykırı mı aykırı «zorunlu» prangasına vuracaksınız! amma, eğitiminizden geçmiş sosyologlara, psikologlara, pedagoglara (goglara!!!) v.s. devlet idaresinde, toplumun çekip çevrilmesinde ve korunup kollanmasında kulak asmayacak, bu kulak asmamağı o dereceye vardıracaksınız ki, ülkedeki sosyolog, psikolog ve pedagoglar konuşmayı unutacak...
tamam, böyle ise, zorunlu eğitimin (bu kadar uzun tutulmasının) gayesi, sadece işsizlik oranını perdelemek mi? eğittiğiniz, yaldızlı-maldızlı diplomalar dağıttığınız kişileri dinlemeyecek, duymayacak, konuşturmayacaksanız, edilen masraf israftır ve bu hırsızlığa ve ihanete girer.
...
islam ile demokrasiyi bağdaştırmağa, demesek de, barıştırmağa ve arada aşılmayacak zıdlıklar bulunmadığını ıspata yeltenenler, acaba (ilk) temel prensibi (kaideyi) nasıl te’lif ediyor, şaşılacak şey doğrusu: demokrasi (hiç olmazsa nazariyatda da olsa) çoğunluğa, kütleye uymak manasında iken, islam, insanların çoğunluğunun nefsine uyduğunu, nefse uymanın akla uymak demek olmadığını, dolayısıyla aklı olanın nefsine ve çoğunluğa uymaması gerektiğini kabul eder. bu ileri sürülene göre: islam akla (aklını kullanabilen seçkinlere, toplumsal-kişisel yaşamada ve devlet hayatında) uymayı; demokrasi, halkın/kütlenin heva ve hevesine, güdülerine uymayı ve bu uymanın meşruiyet kaynağı olduğunu kabul ediyor. üç-aşağı beş yukarı islam zavyisenden durum buyken, islam ve demokrasının nasıl yanyana telaffuz edildiğini, benim saf aklım almıyor... (ne denirse densin, almak da istemiyor.)
bu apaçık iken, elbet ve elbet dünyevi makam-mansıb, şan-şöhret boyunduruğunda (şeytanın hoş göstermesinde), demokrasilerde şahsi ve cemaat planında islami hayatın mümkinliğini söyleyenleri (müslümanları allah’ın dininde hassasiyet ve endişe kaybı ve yozlaşmasına uğratacağından ve bunu dünyevi körlükden göremediklerinden) körler sağırlar biribirini ağırlar, sofrasına oturtabilirsiniz... bunlar arasında bolca ilahiyat bilimcilerin mebzuliyeti, elbet, apaçık bir ak-akıl kara-akıl imtihanı. (bu ilahiyatçılar, hz ruhullah dünyaya inzal olunsa, o mübareği tımarhaneye tıkmak teşebbüsünde vatikan ile şirk olmakda tereddüt geçirmeyecek tıynettedir.)
...
bir tv kanalında kamu spotu (imiş): «sigara, çay, kahve, stres» bu, sağlıksızlık kaynağı bir liste, denmeğe getiriliyor galiba. (ne denmek istendiğini, kamusal basmayan aklım pek anlayamadı.) da, bu listeye alkollü içki ve kumar, bahis oyunları, devlet kumarı piyongolar ve asgari ücretin dahil edilmemesi, apaçık, ceberut devlet müdahale ve sansür ve imzasını gösteriyor.