Menu
PENCEREDENİZLER-2
Haberler • PENCEREDENİZLER-2

PENCEREDENİZLER-2

[28 k.evvel 427]

yemekci arkadaşlardan niçin vaz geçdim?

hayli sene evvel (onbeşe yakın) şerifi kösnüllükle maruf bir batı yakası kovboylar kasabasındaki (eski/takstil) işyerimden, oradayken samimiyet peyda ettiğim saf, bunu farkedip bütün iğnemelerime rağmen kurtaramadığım hamakat sahibi birini, başka yerde çalışırken birkaç kere ziyaret ile, misafir olduğum halde dışarı çıkarıp yemek ısmarlıyor idim. lafda iflah kabul etmez bir kuru fasulye düşkünü rolünü oynayıp, onun bu ısmarlamalardan memnuniyetinden tad alıyordum. alttan alta, ona yemek ısmarladığımı diğer mesai/kovboy çetesi arkadaşlarına söylerkenki tonlamasından, “buldum bir kek, karnımı kekliyorum/doyuruyorum” havasını gayet berrak algılıyor, “hüsn-i zann eyle ve sen de böylece dosto’nun budala’sı gibi neşelen, diye telkinde bulunuyor idim. eh, ayda-yılda bir böyle piyes oynamak, hayatın yeknesaklığına renk katıyordu işte... asıl amacım bu idi: değişik tip ve tiplerle karşılaşıp, kendilerini pek kurnaz sanmalarına imkan verip onları mutlu ederek mutlu olmak.

ancaaak...

ancak, günün birinde, onun yönlendirmesi ile, istanbul caddesindeki ufak bir yemekçide (tabii ki kuru fasulye) yeyip çıkar iken, hesab ödenen banko üzerindeki kolonyalı mendilleri avuç-avuç cebine doldurunca (tanıdığım dediği aşçının yüzüne bakıp sırıtıyor, amma, adamcağızın içinden hiç de sırıtmak gelmiyordu!), artık bu zevksizlik zirvesinden zevk duymamın mümkinatının ve tahammülün kalmadığını hissettim ve ortalığa böylesine saçılmasını midemin kaldıramayacağına kani oldum.

ikincisi tek seferlik sürdü  /idi. önceleri defaatle götürdüğü ve lezzet ile temizliğini, nezihliğini öve-öve bitirmedikleri kimesne ile, nihayet beni kıstırıp götürdüler. “şöyle temiz, böyle kokusuz..” diye-diye bitiremedikleri yer, tek seferde bitti, diyeyim, siz de mideniz rahatken anlayın.. anlayın işte...

benimki böyle, bir arkadaşınki de şöyle:

berberini niçin bırakmış?

beş-altı senedir ayda birkaç gidip sakalını makine ile kısalttırıp saçlarını kestirdiği berberden, hayli soğuk bir gün, tıraş bitimi çıkar iken, gençden bir kadıncağız kapıda belirip zayıf bir sesle sadaka istemiş. berberin son derece duyarsız ve ve merhametsiz, hüzünsüz duruş ile, lakaydiyane reddi üzerine, karar vermiş ve bir daha o berbere gitmemiş.

[2 k.sani 427]

tamtamcılar isyanlarda.

liseli kız bacağı seyirciliği ne kadar da önemli ve vazgeçilemez ve dahi milli (pardon: ulusal) değermiş –chp’li yöneticiler için! samsun’a bunun için çıkılmış... (bükemediğin bileği öpeceksin. öpüyorum chp’li yöneticilerin bileğini: ulusal bir bayramı liseli kızların etek boyuyla irtibatlandırma mahareti gösterdikleri için.)

/

kendine, –aklına, iradene, zihnine, hissiyatına– baskıda bulunurken, ağırlık altındayken yazma. yazmakda iken, mümkin mertebe hafifle. amma, uçmağa kalkışma. sadece hafifle. yerdeyken hafifle. havalanmadan hafifle.

[7 k.sani 427]

yapamazsın – edemezsin, yapamazsın – edemezsin.. telkininin meyvası: yapamam – edemem. meyvası: yapmamalıyım – etmemeliyim.

bunun üzerinde, en korkunç, en ölümcül göz boyası (bağı): sonra yaparım – ederim.

hangi sonra?!

sonraki sonra: sonsuz sonra: hiç.

«doğrusu su götürmez bir hindu atasözü vardır: “insan ne düşünürse öyle olur.” kişi sebatla iyi şeyler düşünürse, sonunda iyi bir insan olur; daima zayıf olduğunu düşünürse, zayıf olur; (bedenî ve zihnî) gücünü nasıl geliştireceğini düşünürse, güçlü olur. (...) sürekli yüksek bir düzeni düşük bir düzenin terimleriyle açıklamağa çalışır ise, ve, hem de insanın kültürel tarihinde, müessif hatalara ve kötülüklere karşın, harcanan çabaya değer [değgin!] her şeyi gözardı eder ise, bütün firasetini yitirme, hayat kaynaklarımızdan olan muhayyilesini ve zihnî ufkunu büyük ölçüde daraltma tehlikesinden kaçamayabilir.» (aklın aynası; titus burckhardt)

Diğer Yazıları