AKLIN ŞEKERİ AKILDIR
[24 ekim 2008 –efrenci, cum’a (ardiye)]
işte bu, son derece makbul bir fikir: aklı başında, sohbetinden (ve huzurunda bulunmakdan) tad aldığın, anlattığını anladığın, anlattığını anladığını anladığın bir hazret ile (konudan konuya) konu(şu)yor gibi, ona (onunla) anlatır imiş gibi yazmak. (hatta, tahkiye yazar iken dahi bu ‘tad’lanma teşviğinden faidelenebilirsin.)
bunun faidesi, allahualim, şudur ki: hazret-i mevlana’nın işaretlediği gibi, insan, anlattığının bihakkın anlaşıldığını anlayınca, ateşin / alevin ziyaının ziyadeleşmesi gibi, şevklenip açılır. alıcısını bulduğu için, verme zevki ve şevki artar. –aklın akıldan tad alıp tadlaşması.
bu kimse, sizden üst seviyede, daha birikimli ve tecrübeli olmalı. tecrübeliliğinin göstergesi budur ki: sizin gibi, kendisinden az birikimli kimesneler ile (elele / akılakıla) düşünmenin faideden hâli olmadığı tecrübesini kazanmış ve kaybetmemişlik –hâlindedir.
TOPRAK ALTINDA KALAN AKLA AKIL DENMEZ
[28 ekim 2008 –efrenci, salı]
117 «eğer gölge ondan bir nişân verirse, güneş her an bir can nûru verir.» (1/126 mesnevi-i şerif şerhi. a.a. konuk)
–gölge güneşden mütevellid / dolayı. (güneş / ışık var diye gölge var.) oysa, biribirine benzer mi? bilâkis, zıd. güneş açık, gölge kapalı.
gölge güneşden ise, beyaz ırkdan / ebeveynden esmer evlad doğar mı?
güneşi görmek için gölgeden çıkmak / kurtulmak gerek. bunun gibi de, aklın güneşi / manayı görebilmesi için kesif, koyu madde (gölge) bilgisinden çıkıp (bu bilgi sahasını terkedip, aşıp, ayağının altına alıp), lâtif, saydam, parlak, aydınlık mana sahasına, mana güneşinin vurduğu sahaya çıkması gerekir.
nasıl bitkiler / nebâtat güneşi görmeden, ısısında ısınmadan yeşerip yetişemez, büyüyüp gelişemez ise, gölgelik sahada, sadece maddi / pozitif / fizikî / teknolojik bilgiler ile insan beyni aklanıp / aydınlanıp akıllanmaz, akıl haline gelmez. toprak altında kalan akla akıl denir mi? patates toprak üstünde patates, mücevher / ziynet tezgâh üstünde / camekânda cevher ve ziynetdir.
118 «gölge sana gece masalı (semer) gibi uyku getirir.»
i.m.f. (imefe) / batı gölgesi, kriz masalı anlatır, ya’ni, sana (iktisadî) kriz semeri vurup üstüne biner, ve, krizi bahane et, insanlara zulmet, uykusuna daldırır seni, aşağıya doğru, daha aşağılara, dibe…
EY ZENGİN, FUKARANIN AYAĞINI ÖP
[6 kasım 2008 –efrenci, pencşenbe]
ey zengin; yat kalk fakir fukaraya ve tenbellere dua et! zenginliğini (zâhiren) onlara borçlusun! onlar sana zenginliğinin emanetidir, (emanete) hâinlik etme! (kendine hainlik etme. zenginliğine hâinlik etme. ahmaklık etmiş olursun; hem ahmak hem hâin olursun.)
1152. «varlık yokluk içinde görülebilir; zenginler fakîre cûd getirirler.»
«eşya zıddı ile münkeşif olduğundan, varlığın ma’nâsı, yokluk ma’nâsı içinde görülür ve anlaşılır. nitekim sehâvet [cömertlik] bir sıfatdır; mal sâhibi zenginler, malı olmayan fakîrlere ihsan ve atâda bulundukça, bu sıfat-ı sehâvet zâhir olur. binâenaleyh zenginin zıddı olan fakîr ve fakîrin zıddı olan zengîn bulunmak îcâb eder.» (msnv şrf şrh. 1/358)
1308. «lâtîf olan su ki, rûhun hemşîresidir. bir göl içinde sarı ve acı ve bulanık oldu.»
«bu beyt-i şerîfde “biz her şeyi sudan diri kıldık” (enbiya 21/30) âyet-i kerîmesine işâret buyurulur.
«hemşîre, lügatte, bir memeden süt emene derler. gerek rûh ve gerek her şeyin diriliğine sebeb olan su, hakk’ın sıfât-ı hayât’ından münteşî olduklarından, rûhun hemşîresi mesâbesinde olur.
«imdi, hadd-i zâtında su hayâta sebeb olduğu halde, eğer bir göl içinde birikib durur ise, sûreti ve vazîfesi değişib, maraza ve mevte sebeb olur.» (1/394)
“iki günü eşit, ziyandadır.”
akmayan ziyandadır.
duran...
(hem kendi hem etrafı. etrafı durmaz, amma, onun üstünden atlar iken veya basıp geçer iken zorlanabilir, yavaşlayabilir.)
RUH PARFÜMÜ
[24 kasım 2008 –efrenci– pazartesi, ist]
«hoşluk ve zevk kendisinin zıddı olan hoşluksuzluk ve zevksizlik olmaz; zîrâ iki zıd, müctemi’ olmaz.»
«îmânın küllîsi zevk ve şevkdir.» (msnv şrh. a.a. konuk; 2/33)
sen, her şeye kâdir bir güç kuvvet ve imkân sahibi iradî olsan, sana gam keder, nahoşluk verecek, keyfini kaçırıp zevkini bulandıracak şeye meydan verir mi, bu türü yaradır mı idin?
bunun izahı, ancak mevki-i âşıkâne. âlem-i aşk ve cilve-i âşık u mâşuk ile, teşbihen biraz mümkin bir letâfettedir.
–amma işte konuşuyor, kelimâta döküyorsun?
–bilgi (ilm) hacim tudar ve senin içinde kalmak istemez; ayaklıdır. onun ayağını kırmak, bağlamak zulümdür, yasaklanmışdır.
eh, öyle ise, destur:
işbu beyitler, parfüm gibidir, ruh parfümü.
nasıl ki bedene sürülen / püskürtülen sıvı parfümler beden ile karşılıklı etkileşime geçmesi sebebi ile her bedende aynı neticeyi vermez, aynı koku-hoşluğunu intac etmez ise, bu beytler de her ruhda aynı neticeyi vermez, her ruhu aynı hoşluk ile kokutmaz, her ruhda aynı zevk ve şevk gülistanına dönmez, her ruhda neşve çiçeklerini açdırmaz. ey oğul, ruhun ayrık otlarından ayıklanmış ve şeytanın kemresi toprak devrilip gömülmüş, nefsin tozları alınmış, temiz kalmış ise, netice müsbet olacakdır; amma, şimdiye kadar ruhun çöp tenekesine dönmüş ise, bu beyitleri okumak senin ruh burnuna (değişik) bir şey koklatmayacakdır; çünki ruh burnun çöp kokusu ile hemhal ve geçimlidir; geçiminin bozulmasını istemez, alıştığından ayrılmak istemez...