Menu
OKUR ACZİYETİ KARŞISINDA FÜTUHAT-I MEKKİYE
Haberler • OKUR ACZİYETİ KARŞISINDA FÜTUHAT-I MEKKİYE

OKUR ACZİYETİ KARŞISINDA FÜTUHAT-I MEKKİYE



Türkiye’de okuma oranının gelişmiş ülkelere oranla ne kadar düşük bir seviyede olduğu malumdur. Bu kıyası gelişmiş ülkeler dışındaki ülkeler için de pekâlâ yapabiliriz. Toplam nüfusu 7 milyon olan Azerbaycan’da kitaplar ortalama 100.000 adet basılırken ülkemizde bu rakam 2000–3000 arasında gösterilmektedir. Japonya’da yılda 4 milyar 200 milyon kitap basılırken ülkemizde 23 milyon basılmaktadır. Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Raporunda kitap okuma oranında Türkiye 173 ülke arasında 86. sırada yer almaktadır.

Okuma üzerine yazılan yazılarda, yapılan konuşmalarda medeniyetimizin okuma medeniyeti olduğuna dair ifadelere sık sık rastlarız. Bidayette Batı dünyasına nazaran İslam dünyasında kütüphaneler kitaplarla dolup taşarken, bugün sefih bir durumda olduğumuz inkâr edilemez. İnsanlığın ihtiyaç duygun maddi ve manevi ilimlerde kapsamlı eserler ortaya konulduğu dönemler mazide kaldı! Günümüzde popüler kültürün etkisiyle okumak bir zaruret olmaktan çıkarak yerini mefkûresizliğe terk etti ne yazık ki… Mefkûre sahibi ilim-irfan ehli günümüzde de tümden yok değil. Son yıllarda ülkemizde çok kıymetli eserler yayınlanmaktadır ancak ne acıdır ki, bu tür eserleri neşreden yayınevlerinin özverilerine gereken karşılığı okuyucuların verdiği söylenemez.

2004 yılının Mart ayında ilk kitaplarını yayınlayan Litera yayıncılık tarihten tevarüs eden okuma medeniyeti mirasımızı bizlere hatırlatan eserler yayınlamaya başladı. Bunlar arasında İbn Sina’nın felsefe ve bilimler ansiklopedisi olan Kitâbu’ş-Şifâ külliyatı. İslam Felsefesi klasikleri olarak Fârâbî, Cürcânî, İbn Rüşd gibi filozofların eserleri. Ve Türkiye’de ilk kez tam metin olarak yayınlanmaya başlayan İbn Arabî’nin muhteşem eseri Fütûhât-ı Mekkiye cilt cilt okuyucuyla buluştu. 2006 yılında ilk cildi yayınlanan Fütûhât-ı Mekkiye Ekrem Demirli’nin titiz tercümesiyle şimdiye kadar 10 cilt olarak yayınlandı. Ne hazindir ki, bu ciddi proje periyodik olarak yayınlanırken, 10. ciltten sonra yayınını aksatmaya başlattı. Üçer ay aralıkla yayınlanan Fütûhât-ı Mekkiye, maalesef 10. Ciltten sonra uzun bir ara vererek Eylül 2009’da yayınlanmak üzere okuyucusunu sabırsızlandırmaya başladı.

Yayınevinin özveriyle hazırladığı bu muhteşem eserin yayınlanmasında yaşanan gecikme, Türkiyeli okurun büyük bir ayıbı olarak kabul edilmelidir. İbn Arabî’nin eşsiz eseri ilk kez tam metin olarak yayınlanıyor, her bir cildi 1000–2000 adet basıldığı halde okuyucudan istenen karşılığı bulamıyor! Bu, insanın izah etmekte zorlandığı çok hazin bir durumdur. Ülkemizdeki İlahiyat camiası ne iş yapıyor? Bu fakültelerin tasavvuf bölümleri bu eserlere gereken ilgiyi neden göstermiyorlar? İbn Arabî ile ilgili Batı Üniversitelerinin teoloji bölümlerinde onlarca kürsü çalışma yaparken, ülkemizde böyle bir kürsü olduğunu bilen var mı? Yayınevi’ne gecikme sebebini sorduğumuzda, belki de yayıncı olarak muhatap kitleleri olan okurun ilgisizliğini içlerine atarak ülkede yaşanan ekonomik krizi ileri sürmekteler. Hâlbuki kimi İlahiyat Fakültelerinin tasavvuf bölümü hocalarının bu eseri takip etmediklerine bizzat tanıklık etmişimdir.

TDV Yayınları arasında çıkan Endülüs’ten İspanya’ya adlı eserde Prof. Dr. Mustafa Tarhalı Muhyiddin İbn Arabî ve Türkiye´ye Tesirleri başlıklı tebliğinde Şeyhülislam İbn Kemal´in (1468–1534) İbn Arabî hakkındaki fetvasını aktarmaktadır: "Ey insanlar! Biliniz ki, büyük şeyh, şerefli önder, âriflerin kutbu, muvahhidlerin imamı, Endülüslü, Hâtem Tayy kabilesinden Muhyiddin İbn Arabî kâmil bir müctehid ve fâzıl bir mürşid, taaccüp edilecek hayat hikâyeleri ve olağan dışı hâdiseleri ve çok talebesi olan bir zattır. Âlimler ve ileri gelenler katında kabule mazhar olmuştur. Onu inkâr eden hata yapmış olur. İnkârında ısrar ederse sapıtmış olur. Sultana, onu terbiye etmesi ve onu inancından çevirmesi gerekir. Çünkü sultan doğruyu yaptırmak ve kötülükten men etmekle memurdur. Onun birçok eseri vardır. Bunlar içinde Füsûsü´l-Hikem ve Fütûhât-ı Mekkiyye bulunur. Bunlardaki meselelerin bir kısmının sözü ve manası belli, ilâhî buyruğa ve şer´-i Nebevî´ye uygundur. Bir kısmı da zâhir ehlinin anlayışına göre gizli olup, keşf ü bâtın ehlinin anlayışına göre açıktır. Meramını anlamayana bu durumda susmak lazımdır. Zira yüce Allah, ´bilgin olmadığı şeyin peşine düşme, çünkü kulak, göz ve kalbin her biri bu davranıştan sorumludur´ (İsrâ, 17/36) buyurmaktadır..."

Prof. Mustafa Tarhalı bu fetva üzerine şu izahı yapmaktadır: “Fetvadan anlaşılan bu birkaç noktaya şunu da ilave etmemiz mümkündür. İbn Arabî, aklî ve naklî olan dinî ve dünyevî ilimlere ilave olarak, hatta bir bakıma dinî ilimin özü ve esası olan ilham, keşf ü bâtın ilmi adlarıyla anılan, asırlardan beri tasavvuf ehlinin temsil ettiği görüşlerin âlim bir sözcüsü sıfatıyla yeni bir "ilmî" metot ve üslup geliştirmiş ve kendi ulaştığı netice ve "hakikat"leri eserlerinde en veciz şekilde ifade etmiştir. Şu halde, zâhir ve bâtınıyla bir bütün ve cihanşümul bir din olan İslam´ı, böylece anlamalı ve cihanşümul bir yorumla kalp ve zihinlere takdim etmelidir. Gerçekten de İbn Arabî bu cihanşümul yorumu başarmış olan bir büyük mutasavvıftır.” Böylesi büyük bir zâtın eşsiz eseri Fütûhât-ı Mekkiye’nin Türkiyeli okurla buluşması büyük bir sevinç ve memnuniyetle karşılanması gerekirken, gereken ilgiyi görmediği gibi, yayınlanması da aksayabiliyor. Kitle iletişim araçlarının yönlendirmesiyle muhtevası olmayan, ilmi disiplinden uzak pek çok eser, on binlerce satılırken, ilim ve irfan dünyamızın başköşesinde yer alması gereken eserler okuyucu bulamıyor.

Yaşanan her türlü sıkıntıya rağmen, eserlerin mehabetine yakışır titizliği göstererek yayınlayan Litera Yayıncılığı tebrik etmek gerekir. Hem doğunun hem de batının felsefe klasiklerini, bilişsel bilimler ve psikoterapi eserlerini gerek telif gerekse tercüme olarak yayınlamakla ilim ve kültür hayatımıza derin izler bırakmaya devam ediyor. Medeniyet tasavvurumuz bizi bir yerlere taşıyacaksa, hiç şüphesiz bütün kadim kültürlerin ortaya çıkardığı klasikleri büyük bir ciddiyetle takip etmemiz gerekiyor. Ülkemizin ilim üreten merkezlerinin bu klasiklere hak ettikleri ilgiyi göstermeleri kaçınılmazdır. Özellikle İlahiyat Fakültelerinin tasavvuf bölümlerinde Fütûhât-ı Mekkiye, Füsûsu’l Hîkem, Mesnevî… gibi klasik eserler üzerine daha çok çalışma yapılması, genç beyinlerin bu engin sofradan nasiplenmelerinin sağlanması gerekir. Durgun ve kokuşmaya yüz tutmuş küçük bir göl kenarında dolaşarak yüzmeyi öğrenmeye çalışmak yerine, büyük denizlere açılmayı başarmış eşsiz yüzücülerin izinden gitmek hem cesaret verici bir durumdur hem de hasretini çektiğimiz uzak ülkeye kavuşma ümidimizi pekiştirmektedir.

(OKUMAYERİ.NET)

Diğer Yazıları