Menu
MÜHR-Ü SÜLEYMAN'IN İZLERİ
Haberler • MÜHR-Ü SÜLEYMAN'IN İZLERİ

MÜHR-Ü SÜLEYMAN'IN İZLERİ

Milli sembol olarak ilk defa XIV. yüzyılda Prag Yahudi cemaati tarafından flamaların üzerinde kullanılmasıyla görülmeye başlayan, Müslümanların mühr-ü Hatem dedikleri mühr-ü Süleyman, sonraki dönemlerde diğer Yahudi cemaatlerin de bunu benimsemesiyle, milli sembol olma değerini arttırmıştır. Aydınlanma döneminde hristiyan haçına karşı adeta Yahudiliğin sembolü haline gelen beş köşeli yıldız, XIX. yüzyıldan itibaren, mistik geleneğinden çıkıp Yahudi toplumunun tamamına mal edilmiştir. Günümüzde bir süre siyonizmin esaretinde kalan sembol, İsrail devletinin bayrak amblemi olarak anlam kaymalarına maruz kalmaya devam etmektedir.

Mühr-ü Süleyman’ın izlerini Tunç devrine dayandıran araştırmacılar, Roma, Asur, İbrani, Bizans eserlerinde de benzer örnekler ile karşılaşmaktadırlar. İnsanlık tarihinin başlangıcı olarak kabul edilen Hint’de bile Vişnu ve Şiva tanrılarının birbirleri arasındaki çatışma alanlarının ters döndürülmüş iki eş kenar üçgen ile simgesel dil kazandığı bilinmektedir. Türkler tarafından kullanılan oniki hayvanlı takvimde de altı köşeli yıldız mührü görülmektedir.

Bu sembolün Yahudilikteki kullanımına dair en eski kanıt Lübnan’da yapılan arkeolojik bir kazıda ortaya çıkmıştır. M.Ö. VII. yüzyıla ait bu kanıt, Aydınlanma sonrasındaki politik kimliğin sembolü olana kadar ‘kutsal’ içerikleri ve mistik/batınî yorumları ile sürekli ilgi odağı haline gelmiştir. Her ne kadar bazı Ortodoks Yahudi grupları bu sembolün büyücülük ya da doğaüstü güçlere atıf yapan mistik yorumlarına karşı çıkmışlarsada, özellikle Kabala anlayışının elinde mistik  ton daha da derinleşmiş ve koyulaşmıştır.

Ortaçağ’dan bu yana Yahudiliğin sembolü olarak kullanılmış olan mühr-ü Süleyman, iki ters üçgenden müteşekkil sembol ve koruyucu kalkan (megen) görevi ile Yahudiliğin güç simgelerinden biri olarak günümüze kadar gelmiştir.

Mühr-ü Süleyman olarak anılan beş köşeli yıldızın, Hz. Süleyman’dan önce Babil’de bulunan Keldaniler’in Ur şehrindeki çömleklerde de kullanıldığı yapılan arkeolojik araştırmalarda ortaya çıkmıştır. Fakat en yaygın kullanım Davud’un Kalkanı olarak geçen altı köşeli yıldızdır. İsrail bayrağında bu kalkan ‘tanrının koruyuculuğu’ simgesi olarak muhafaza edilmektedir.

Müslümanların ve Yahudilerin Hz. Davud ve Hz. Süleyman’ın konumları konusundaki düşünce ve inançları farklıdır. Müslümanlar, her ikisinin de Allah’tan vahiy alan ve halklarına bu vahyi aktaran peygamber ama aynı zamanda da ülkelerini yöneten hükümdarlar olduklarına inanırlar. Bu inanç doğrudan Kur’an’ın muhtelif ayetlerinden (Bakara 2/102, Nisa 4/163, En’am 6/84, Enbiya 21/78, 79,81, Neml 27/15-18, 30, 36,44, Sebe 34/12, Sad 38/30,34, Kıssanın geçtiği ayetler ise; Bakara 2/102,103, Enbiya 2/78-82, Neml 27/15-44, Sebe 34/12-14, Sad 38/ 30-40) kaynaklanmaktadır.

Bu ayetlerde Hz. Süleyman, Hz. Davud’un oğlu, varisi, üstün kılınmış(kul), şükreden, salih, hakim, anlayışlı, engin bilgisi ve hikmetiyle adaleti tesis eden kişiler olarak geçer. Ayrıca İslam’ın peygamberler söz konusu olduğunda dile getirdiği mucizeler ya da olağanüstülükler de bir inanç meselesi olarak belirir. Müslümanlar, Allah’ın peygamberlerine ihsan ettiği mucizelere kayıtsız inanırlar. Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere, tefsir, hadis, tarih ve kısas-ı Enbiya kitaplarında Hz. Süleyman bir hükümdar-peygamber olarak geçer.

Başta Fars ve Türk edebiyatlarında olmak üzere birçok menkıbede adı anılan, Doğu edebiyatlarına neredeyse mührünü vurmuş olan Hz. Süleyman; birçok sanatlar dolayısıyla ele alınmış, divan ve halk şiirinde, efsane ve atasözlerinde anılmış, hatta müstakil mesnevilerde yer alması bile şeref olan saygıdeğer bir peygamberdir.

Yahudiler ise tahrif edilmiş Tevrat ayetlerinde her iki peygamberi de insani-nefsani bir takım ithamlarla suçlar ve özellikle Hz. Süleyman’ı firavunun kızı ile evlenmesinden dolayı kınayarak, ikisinin de zorba birer Kral olduklarına inanırlar.

“Süleyman yaşlandıkça, karıları onu başka ilahların ardınca yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüreğini Tanrısı Rab'be adayan babası Davut gibi yaşamadı. Saydalılar'ın tanrıçası Aştoret'e ve Ammonlular'ın iğrenç ilahı Molek'e taptı."* iddiasında bulunan Tevrat Hz. Süleyman'ı bir kral olarak görür. O'nun peygamber olduğuna dair bir inanış yoktur. Birçok peygambere haksızlık ve saygısızlık etmiş olan İsrailoğulları buna benzer bir durumu Hz. Lut ve kızları için de dile getirirler.

Allah'ın peygamberleri hakkında doğru ve gerçek bilgiyi aktarmak istemesi ve yanlış inançları bertaraf ederek sahih bir itikadı oluşturma amacını gütmesine en belirgin örnek Hz. Süleyman’dır. Kur'an-ı Kerim, Tevrat'ta yer alan Süleyman profilini yerle bir eden bilgiler vererek O'nun Allah'a şirk koşmayan bir kul olduğu üzerinde durur.

Tevrat'ın bu iddialarına Kur'an o kadar net cevaplar verir ki, bu cevaplar karşısında Tevrat yazıcıları dillerini yutmuş gibidir. 'Süleyman'ın hükümdarlığı konusunda onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tabi oldular.' (2/102) Yalan ve iftiranın karşısında, 'Biz Davud'a Süleyman'ı verdik. Süleyman ne güzel kuldu! Doğrusu O daima Allah'a yönelirdi.' (38/30) ifadesi ile Tevrat’ın bu iki peygamber-hükümdar hakkındaki çirkin ithamlarına cevap verir ve Müslümanları da bu düşünceye yönlendirir.

Hz. Süleyman ve onun mabedde muhafaza ettiği emanetler hakkında gerek İbrani kaynaklarında gerekse Müslüman kaynaklarında birçok bilgi mevcuttur. İbrani kaynaklarının, Sümer, Mısır ve hatta İran medeniyetlerinde bile izlerinin olduğu anlatılar ile Müslümanların evliya menkıbeleri, tarih ve tefsir kaynaklarında abartılmış bilgilerin olması olağandır. Sözlü kültürün beslediği kutsal nesneler, kişiler her zaman bu akıbete maruz kalmışlardır.

Abartılarak, eklemeler eksiltmelerle günümüze kadar ulaşan anlatıların kısas-ı enbiya sınıfına giren en zengin örneklerine Hz. Süleyman’da rastlarız. Bu makalede Hz. Süleyman’ın yalnızca bir ‘olağanüstü’ anlatısını ele alacağız. O da hem Yahudiler hem de Müslümanlar tarafından kutsal kabul edilen beş köşeli yıldız şeklinde olan mühürdür. Mühr-ü Süleyman.

TABÛTU’S- SEKİNE

Yukarıda değindiğimiz Tevrat’ın zanları ya da Müslümanların abartılı Davud-Süleyman anlatıları;Hz. Davud’un, Hz Musa’dan kalan Tevrat ve diğer kutsal emanetleri sakladığı Tabûtu’s-Sekine’nin gerçekliğini etkilememiştir. Hz. Süleyman tarafından genişletilmiş olan mabede yerleştirilen kutsal emanetler buraya taşınmıştır. Kutsal emanetlerin olduğu yerde şehrin surlarla çevrilmesi olağandır. Hz. Süleyman’ın görkemli mabede iştirak eden şehir surları da yine kutsal emanetlerin güvenliği için olsa gerek.

Hz. Süleyman’ın, hükümranlığının dördüncü yılında (İsrailoğulları’nın Mısır’dan çıkışının 480. yılında)babasının vasiyeti üzerine Beytü’l Makdis’i inşa etmeye başlaması, onun Musa’nın emanetlerini muhafaza edecek güçlü bir mabedin gerekliliğine olan inancı idi. (İbni Kesir’in belirttiğine göre, Mescid-i Aksa’yı ilk defa yapan kişi Hz Süleyman değil, Hz. Yakub’dur. Hz. Süleyman sadece onarım ve yenileme yapmıştır.) Tabutu’s-Sekine’de bulunan birçok kutsal emanetten biri de Hz. Davud’un altı köşeli yıldız şekline sahip mührüdür. Onun, bu mührü devlet işlerinde kullandığı ve ‘Tanrının koruyuculuğu’nu simgelediği bilinmektedir. Altı köşeli yıldızın Hz. Süleyman döneminde hangi gerekçe ile beş köşeli yıldız haline dönüştüğü bilinmemektedir.

SÜLEYMAN’IN SİHİRLİ MÜHRÜ

‘Kıyametten önce yer altından elinde Süleyman’ın mührü ve Musa’nın asası olduğu halde bir dabbe çıkacak ve asasıyla müslümanların yüzünü aydınlatacak, mührüyle de kafirlerin yüzünü mühürleyecektir.’** Bu hadisin etrafında dönen yüzlerce anlatıdan önce Hz. Süleyman’ın mührü ile ilgili rivayetler efsane düzeyinden asla inmediler.

Pek çoğu İbrani kaynaklı olan bu anlatılara İslam dünyasının da rivayet düzeyinde önemli ölçüde katkı sağladığı görülmektedir. Talmud’da bulunan bir pasaj, iyi ve kötü ruhları kontrol etmesi için Kral Süleyman’a verilen sihirli yüzük üzerinde Tanrı’nın en kutsal ismi kabul edilen YHVH isminin işlenmiş olduğundan bahseder. Tıpkı, Davud’un kalkanında yer alan altı köşeli yıldızın, ruhun altı boyutunu temsil etmesi gibi batınî yorumları ile bu mühür başlı başına bir edebiyat oluşturmuştur.

Günümüzde kabul gören en yaygın görüş, sembolün göğün ve yerin birleşimini gösterdiğidir. İki üçgenin biri göğe biri yere dönüktür. Sembol bir yönüyle insan varlığının maddi bedenini ve ruhunu, bundan oluşan bütünü, diğer yandan dişil ve eril prensipleri, maddi ve manevi değerlerin bütünlüğünü gösterir.

Yüzüğün, mühür olması hem metafor, hem devlet işlerindeki ‘resmi kayıt’ hem de batınî anlamları ile farklı derinliklerde rivayetlerin oluşmasına neden olmuştur. Mührün, Hz. Süleyman’ın Allah’ın dilediği yaratıklara hükmedebilmesini kolaylaştırdığına, taşında bulunan simge vasıtasıyla rüzgarları yönlendirdiğine, ve daha birçok bahşedilmiş mucizeyi gerçekleştirdiğine dair anlatılar kısas-ı enbiya kitaplarında bulunmaktadır.

Hz. Süleyman’a verilen bu nimetin, onun bir imtihanı olduğu yönündeki İslami bakış açısı, yüzüğün sonunda bir imtihan vesilesi olduğu sonucunu doğruna rivayetlerin oluşmasına imkan sağlamıştır. Buna göre yüzüğün akibeti bir sahra cini ile değişmiştir. Sahra cini, Hz.Süleyman kılığına girerek hanımından yüzüğü alır. Yüzük bu cinde 40 yıl kalır. Bu esnada Süleyman hilekarlıkla suçlanarak şehir dışına sürülür ve bir balıkçı kasabasında hayatına devam eder. Cin 40 yıl sonra yüzüğü bir daha başkasının eline geçmesin diye denize atar. Bir balık onu yutar ve bir yemek esnasında Süleyman balığın karnında yüzüğü görür ve ona yeniden kavuşur. Döndüğünde cine verdiği ceza onun ömür boyu kendisine köle olması şeklindedir.

Nigîn-i Süleyman olarak da geçen mühr-ü Süleyman, bir başka rivayete göre Havva tarafından cennetten çıkartılmış ve miras yolu ile Süleyman'a kadar ulaşmıştır. Bazı rivayetler ise yüzüğü Süleyman'a cennetten Rıdvan'ın bir hediyesi olarak Cebrail’in sunduğu şeklindedir.

Yüzüğün tılsımı, Hz.Süleyman’ın onunla cinler, periler ve şeytanlar dünyasına hükmetmesidir. Yüzüğün kaşında ism-i azam yazılıdır. Şeytanın ya da sahra cininin yüzüğü çalmasının Hz. Süleyman’ın bir imtihanı olduğu şeklindeki düşünceye Nesefî ilginç bir benzetme ile katkı sağlar. Nesefi: ‘Akıl, şehvet devinin esiri olduğu zaman cin tahta çıkar ve Süleyman'da onun önünde şehvet kemerini bağlar. Ama Süleyman devlere egemen olduğunda onları meleklere çevirebilir. Emri altına alır' der.***

İSKENDER-SÜLEYMAN BENZETMESİ

Hz. Süleyman ile önemli benzerlikleri olan İskender pek çok konuda birbirlerine karıştırılacak derecede ortak özellikler gösterirler. İran edebiyatında Büyük İskender’in hayatını ve kahramanlıklarını anlatan birçok eser vardır. İskendermane, Dârâbname, Semek-i Ayyar, Nuh Manzar, Ebu Muslimname gibi eserler halk hikayelerinin toplandığı eserlerdir. İskender'in Süleyman ile olan benzerlikleri büyük oranda bu hikayelere dayanır. İskender, İran'da hüküm süren Pişdâdî sülalesinin dördüncü hükümdarıdır. Persler onu, adil, kendisine kutsal mektupların gönderildiği ahlaklı ve tek tanrı inancına sahip bir hükümdar olarak görürlerdi. Tarihte, demiri işleyişi, devlere egemen olup onlara iş yaptırması, cinlerin onun emriyle büyük inşaatlar yapmada kullanılması gibi özelliklerinden dolayı onun Süleyman olduğu varsayılmıştır. Böyle bir benzerliğin Zerdüşt- İbrani peygamber'de de yapıldığı kaydedilmektedir.

Kültürel karışımın söz konusu olduğu bu rivayetlerde benzerlikler çok belirgindir. Hatta bu benzerlik, taht-ı Cemşid'in bulunduğu bölgenin taht-ı Süleyman olarak anılmasına kadar uzanmıştır. İskender Mısır'da bir şehre adını verir. Buraya bir sütun diker. Bunun üstüne gîtî-hûma adlı bir cam koyar.  Bu camdan dünyadaki bütün iyilik ve kötülükleri görür. Süleyman'ın da buna benzer bir aynası vardır. Bazı rivayetler ise onun bunu yüzüğüyle yaptığını anlatır.

Mühr-ü Süleyman’ın bulunduğu yere şeytanın giremediği inancı, Osmanlı’ya kadar gelmiştir. Türk sanatlarında ise hemen her yerde mühr-ü Süleyman’ı görmek mümkünüdür. Anadolu Selçukluları, Artukoğulları, İlhanlılar’da bilhassa kubbelerin kilit taşlarında kullanılmış, Osmanlılarda ise, hamam kubbe delikleri, cami tezyinatları, anıtlar, kemer kilit taşları, çini seramik gibi alanlarda kullanılmıştır. Hatta Barbaros Hayreddin Paşa’nın sancağında bile bu mühür vardır. Mevlana bu mühre sahip olanın ' beş duyunun yularını eline aldığı'nı söyler.

EMANETLERİN AKIBETİ

Süleyman’ın Tapınağı’nın daha sonra Haçlı Seferleri sırasında Kudüs’te arandığı ve bu konuda halen kazılar yapıldığı bilinmektedir. Yahudi inanışına göre, Mesih’in gelmesi ancak Büyük Mabed’in yıkımı ile mümkündür. Mesih’i karşılama hazırlıkları içinde Büyük Mabed’in yıkımı da vardır.

Haçlı seferleri sırasında Templer Şövalyeleri’nin Mabed’in yerini bulduğu ve kutsal bazı emanetlerle Avrupa’ya götürdükleri iddia edilmiştir. Kutsal emanetler içinde, kutsal kadeh Graal, Felsefe Taşı ve Mühr-ü Süleyman’ın da bulunduğu iddia edilmiştir. Tapınak Kral Süleyman’dan sonra yağmalanacaktır ancak o zamana kadar Musa peygamberden beri nesilden nesile saklanan Hz. Musa’nın emaneti olan Ahid Sandığı’nı (orijinal Tevratın levhalar halinde içinde bulunduğu Tabut-i Sekine) o zamanlar din adamları tarafından korunacaktır.

Birçok sözlü anlatının, doğruluk-uydurulmuşluk ya da tarihsellik-mitolojik uzantılarına eğilmeksizin yapılan okumaların yanıltıcı olabileceği Hz. Süleyman örneğinde karşılığını bulur. Tevrat merkezli anlatıların yaygınlığı ve çokluğu bazı İslam tefsirlerinde dahi çok belirgin olarak görülürken, Kur’an’ın kıssalar konusundaki perspektifinin bizi götüreceği güvenli limanı göz ardı etmemek gerekir. Yoksa, her anlatı kendi mitolojisini kurarak asırlar sonra hiçbir mihenk kabul etmeden ayrık otları gibi ‘doğrular’ı boğabilir.

(edebistan 2013 şubat)

* Tevrat/1.Krallar11/1-5

*Müsned II, 259, İbn Mace, Fiten, 31

*** Fars Mitoloji Sözlüğü, Nimet Yıldırım, Kabalcı