Menu
MUCİZE-FANTASTİK ARALIĞINDA ÇOCUK EDEBİYATI
Haberler • MUCİZE-FANTASTİK ARALIĞINDA ÇOCUK EDEBİYATI

MUCİZE-FANTASTİK ARALIĞINDA ÇOCUK EDEBİYATI

Son on yılda Türkiye'de fantastik edebiyatın aldığı mesafeyle orantılı bir yayın-okuma ivmesine rağmen, ne edebi kamu ne de genel tartışma ortamları, fantastik edebiyatın ayak seslerini pek kulak kabartmadılar. Çeviri yapıtların ardarda yayınlanması, yayınevlerinin üstüste baskı yapması, çocuk yaştaki okurlardan tutun yetişkinlere kadar, görsel ve her türlü multimedyanın fantastiğin bombardımanı karşısında, edebiyat ortamlarının hala söyleyecek sözü yok.

Mevcut durum bu iken, piyasada, özellikle çocuk siyeri konusunda fantastiğe kayış gözlenmektedir. Hz. Peygamber(s.a.v.)'in çocuklara anlatımı versiyonlarındaki fantastik içeriklerin çeşitliliği, fantastiğin mucize ile olan bağı üzerinde bir çalışmanın gerekliliğini ortaya koymakla birlikte, dini terminolojinin bir edebi tür olan fantastiğe bu denli kayışını yukarıdaki popüleriteyle açıklamak gerekebilir.

Bu çalışmada fantastik edebiyat unsurlarının mucize ile dirsek temasında çocukların gerçek-hayal ikilemindeki konumlarına değinmeye çalışacak, fantazyanın mucizeye yaklaşan alanlarındaki sorunlu kategorilere vurgu yapacağız.

ÇOCUKSUZ ÇOCUK EDEBİYATI

Çocuk siyeri dediğimiz zaman evvela, çocuk edebiyatı kavramı üzerinde düşünmek gerekir. Çocuk edebiyatı kavramı, XX. Yüzyılın başlarında kullanılmaya başlanmışsa da geçmişi için XVII. Yüzyıl örneklerine bakmak gerekir. Bu örnekler  'çocuğa göre bir edebiyat metni' tanımlaması içine sıkıştırılmıştır. İngiliz Caxton'un daha XIV. Yüzyılda kaleme aldığı Küçük John'un Yaşam Bilgisi Kitabı, aydınlanma sonrası 'çocuk edebiyatı'nın klişelerinin erken habercisi olarak görülebilir.

Fakat ondan çok önce, M.Ö VI. Yüzyılda Hindistan'da ortaya çıkan ve Konfüçyus'un öğretileriyle de desteklenen eğitim kitapları, şehzadelere siyasetin inceliklerini onların seviyelerine uygun versiyonlarla anlatan kitaplar olarak yazılmıştır. Bu türden örneklere Asur ve Babil'de ve Ezop ile Anadolu'da rastlanmaktadır. Özellikle budist din adamlarının eğitimci olduğu bu dönemler, çocuk eğitiminde kutsal-hayat ilişkisindeki temel kriterleri önemseyen kaynaklar olarak varlık bulmuştur.

Kadim Doğu geleneğinin eğitim hayatında bu kriter, Batı aydınlamasının Doğu coğrafyasını her bakımdan sarstığı döneme kadar devam etmiş, aydınlamanın dayattığı pek çok kültürel kodla birlikte 'çocuk edebiyatı' kavramı, öğreticileri ve dikte ettiricileri el değiştirmek koşuluyla edebiyatta yer edinmeye başlamıştır. Din adamından yazara (çocuk yazarı) evrilen bu süreçte çocuk da, kendi edebiyatının oluşturucuları tarafından manipüle edilerek uysal ve itaatkar bireylere doğru evrilmeye başlamıştır.

Bugün, çocuk edebiyatı kategorisinde sunulan yapıtların hiç birinin çocuklar için yazılmadığı ve asıl itibariyle çoğu Batılı muhalif yazarların da bu sınıflamadan rahatsız olduğu bilinmektedir. Bu konuda örnekler hayli fazladır.

Rebelais'in Gargartua'sı için yapılan yorum '...feodaliteyi tasfiye edecek yeni bir toplumsal sınıfın, yani burjuvazinin ilk temsilini sunmuş' olmasıdır. Bu, onu çocuk edebiyatına ne kadar yaklaştırır sorgulanır ama bugün Gargartua, başat bir fantastik yapıt olarak çocuk edebiyatına taht kurmuştur. Aisopos'un bütün fablları da, La Fontaın dahi böyledir- ki, La Fontain'in çocuklarla arası iyi değildir.- La Fontaın, bir masalının başında fablın tarifini yaparken eğlendirici masalı küçümser. Fenelon ise, bizde ilk roman yanılgısıyla meşhur olan  Telemak ( Tekemakhos)ı Yunan mitolojisinden alarak kitaplaştırmıştır. Fenelon'un bu kitabı yazmasındaki temel amaç, Fransa tahtının varisi Dük De Bourgogne'a siyaseti öğretmekti. Bu yönü ile eser, Hint örneklerine benzeyen bir amaç gütmektedir.

Jean Jacques Rousseau, romantik dönemin mirasçısı olmasına rağmen, 1762'de kaleme aldığı ve dördüncü bölümde din ile ilgili düşüncelerinden dolayı, dini çevrelerce büyük tepki ile karşılanan beş bölümden oluşan Emile'e atıf yaparak, masalların yoğun alegori ve sembollerden dolayı çocuklar için uygun olmadığı fikrini paylaşır. Bu fikirlerinden dolayı Paris Parlementosu tarafından kitap yasaklanır ve yazarının hapse atılması teklif edilir. Russeau, aydınlanmanın güçlü eğitimcisi olarak masallara karşı direngen bir yapı oluşması gerektiği kanaatindedir. Ona göre masallardaki ahlaki sonuçlar karmaşıktır ve bu dolambaçlı yolu takip ederek sonuca ulaşan çocuk  fazilete değil kötülüğe yönlendirilmiş olur. Çocuklar için hiçbir şey ifade etmeyen bir çok hikayenin arasından sadece çocuklar için hazırlanmış olan hikayelerle yetinmenin en doğrusu olduğunu söyler ve: 'Belletilen masalların ihtiva ettikleri kinayelerin, çocukları eğlendirirken yanılttıklarını, iğfal ettiklerini, yalanlarla aldattıklarını, ve kinayelerin arasında gizlenen hakikatlerin bu suretle kaybolarak, çocukların istifadelerine mani olduklarını göremeyecek kadar kör olmak ve hikayelere, onların ahlak dersi namını vermek nasıl olur da mümkün olabilir? Hikayeler yetişmiş adamlar içindir ancak.' Der.

Daniel Defoe da, La Fontain de kitaplarının bu tür içeriklerinden ve çocuk eğitimindeki budayıcı düşüncelerinden dolayı koğuşturmaya maruz kalmış yazarlardır. Jonathan Swift ise Gulliver'in Seyahatleri'ndeki içerikler- ki daha çok siyasi içeriklerdir- kilise tarafından ikaza uğramıştır.  Lewis Carroll (Charles Lutwidge Dodgson) Alis Harikalar Diyarında adlı eseriyle kraliçe Viktoria'nın takdirini kazanır. Kraliçe, bundan sonraki ilk kitabını hemen kendisine göndermesini ister. Fakat Dodgson'un bundan sonraki kitabı kraliçenin hoşuna gitmiş olamaz çünkü kitap Determinanlar Üzerine Bir Deneme'dir. Alis Harikalar Diyarında, sosyo-politik eleştirinin zirvesine oturmasına ve nonsens (saçma-anlamsız) kategorisinde değerlendirilmesine rağmen hala çocuk edebiyatı içinde değerlendirilmektedir.

Marcel Ayme'nin tesbiti, çocuk edebiyatına bakışta bir ideal değil ama bir fikir verebilir. Ayme: ''Çocuklar caddelerde kolayca yürüyemez diye ayrı caddeler mi yapılıyor? Büyüklerin caddelerinde yürümeye alıştırılıyorlar. Demekki onlar için ayrı kitaplar da yazılmamalı- üslup ve dil sadeleştirmesi dışında- büyüklerin kitaplarını okuyup anlamaya alıştırılmalılar.' derken, 'çocuğa göre' oluşun derinliğine de vurgu yapmıştır. Bu vurgudan, üslup ve dil dışında, hayata dair mantalitede bir değişim ya da ayrışma olmamalıdır tezi çıkarılabilir. Bu tez, bizi çocuklar için kurduğumuz ayrı dünyaların, onları bencilleştirdiğini kibir havuzunda yüzmelerine neden olduğunu görmemizi sağlayabilir. Özellikle yalıtılmış steril eğitim ortamları da bu bağlamda sorgulanmalıdır.

Bütün bu örnekler, çocuk edebiyatı tamlamasının zorakiliği, edilgenliği ve manpüle edilmişliği üzerinden bir fikir vermektedir. Batı aydınlanmasının sosyal bilimler arasındaki uçurumu derinleştiren kategorize etme tutkusu sonucunda karşılaştığımız ve bugün çocuk edebiyatı içinde değerlendirilen, fakat yazıldığı amaç ve gayelerin bundan çok uzak olduğu yapıtlarla, çocuk edebiyatı türünün içinin doldurulduğu görülmektedir. Bu durum, çocuklar için yapılan edebiyat ve çocuk merkezli çalışmaların sorunlu temellerini tesbit etmede önemli açmazlarla karşılamamıza neden olmakla birlikte, sorunlu alanlar üzerinden çocuk edebiyatı kavramını karşılayabilecek birikimlere ulaşmamıza da imkan vermektedir.

ÇOCUK EĞİTİMİNDE DOĞU ALGISI

İslam'ın kabulüyle Doğu eğitim anlayışına damgasını vuran dini terminoloji, çocukların ebeveynleri tarafından iyi yetiştirilmelerinin ciddi bir sorumluluk olduğuna yapılan atıflarlarla(1) güç kazanmıştır. Bu algı, çocuğun, modernizmin çizdiği perspektifin çok daha fazlasını hakediyor olmasının yanında, çocuğa yönelik indirgeyici dil ve tema tercihini de geçersiz kılmıştır.

İslam'ın esnek yapısı içinde yer bulan Doğu muhayyile dünyası, özellikle allegorilerle masal dünyasına önemli katkılar yapmıştır. Fakat Doğu'nun çocuğa yönelik bir çabasından söz etmek olanaksızdır. Bu yönü ile aydınlanma öncesi romantik dönem temsilcilerinin düşünceleri ile örtüşen bir yapı göze çarpsa da, temelde derin bir mantalite farkı vardır.

Kadim Doğu geleneğinde tarih boyunca masal, hiç bir zaman çocuk edebiyatı içinde tasarlanmamış, çocuklar için öngörülmemiş  ve yazılmamıştır. Bu yönü ile baktığımızda Doğu'nun yetişkinden çocuğa akan bir ana damarı yakaladığını görmekteyiz. Her yetişkin eserinde, çocuğa açılan kapılar, geleceğin yetişkinine verilen mesajlar vardır. Masallar, kamil insanı yavaş yavaş oluşturma hedefi olan, çocuklara ayrı bir dünya inşa etmeden, hayattan yalıtmadan, eğitimlerini sterilize etmeden yetişkin dünyasında karşılığını bulan bir sivil girişim olarak edebiyat içinde varlık bulmuştur.

Edebiyatını dininden, kelamını felsefesinden, astrolojisini teolojisinden ayıramadığımız kadim Doğu medeniyetinin bu bütüncül yapısını ancak Batı aydınlanmasının ilk te'sirlerine kadar koruyabildiğini görmekteyiz. Birleştirmeci bütün ilimler, aydınlanmanın kategorize etme ve sınıflandırma tercihleri karşısında lime lime olmuş ve bir daha kendine gelemez şekilde disiplinlerarası dağılmaya maruz kalmıştır. İşte tam da böyle bir aralıkta, muhayyilenin zengin birikiminin ortaya koyduğu eserler, 'çocuklara yönelik' olarak yorumlanmaya başlanmış ve ancak böylelikle günümüzde karşılaştığımız Doğu masallarının çocuk edebiyatı içinde değerlendirilişine şahitlik etmek mümkün olmuştur.

Doğu edebiyatındaki temsil insan merkezlidir. İnsan yetiştirme, insanı anlatma, insandan anlatma başlıbaşına Tanrısal olana atıftır. Temsilin dili sanatla dirilik kazanmış ve bu anlayış edebiyat yoluyla en güzel eserlerin verilmesine olanak sağlamıştır.

Doğu düşünce dünyasında 'çocuğa yönelik' bir sınıflama ile karşılaşmıyoruz. Fakat spesifik olarak belli amaçlar doğrultusunda, geleceğin yetişkinini eğitme ve terbiye etme aşamalarında, bir eğitim metoduna eklemlenen eserlerle karşılaşıyoruz.

Kayserili Dr. Rüştü Bey'in 1859 da, yazdığı Nuhbet'ül Etfal adlı arapça alfabe kitabının sonuna çocukları eğilendirmek amacı ile kısa hayvan öyküleri eklemesi ya da klasik dönem edebiyatımız içinde XV. Yüzyıl tarihçilerinden Şair Kemal'in, 1490 yılında kaleme aldığı, Selatinname adlı manzum eseri gibi eserler sayılabilir. Selatinname sultan II. Beyazid'e sunulmuş kapsamlı bir tarih kitabıdır. Eserde  yer alan Cırlayık İle Karınca hikayesi çocuklara yönelik yazılmış bir metin gibi dursa da, böyle kapsamlı bir tarih kitabında toplam yedi adet olan hikayelerin çocuk eğitiminde tarihin sayfalarına uzanan kıssa-hisse formatını görmek mükündür.

İki yüzyıl sonra, La Fontain'de gördüğümüz Ağustos Böceği İle Karınca'nın, Cırlayık İle Karınca hikayesiyle birebir benzerlik göstermesi dikkat çekicidir.

Şeyhî'nin Harname'si de benzer bir çalışmadır. Harname, yine XV. Yüzyılda kaleme alınmış ve dönemin padişahına sunulmuş güçlü bir hiciv metni olmakla dikkat çekerken, anlatılan hikaye, kıssa-hisse metoduyla çocuk diline ve üslubuna yakındır. Bir eşeğin öküzlere öykünmesi sonucunda ortaya çıkan gülünçlükler, Şeyhi gibi bir şairin beyitlerinde güçlü bir anlatımla varlık bulmuştur.

Yine, Şark nasihat geleneğinin halkalarından Nabi 'nin oğlu için kaleme aldığı Hayriyye ve Sümbülzade Vehbi'nin yine oğlu için yazdığı Lutfiyye adlı eserleri de bu alanda kaydedilmelidir. Didaktik yapıda kurulan bu eserler daha çok çocukların karekter gelişiminde verilmesi gereken nasihatler üzerinden bir dil kurmaktadırlar.

İmam Gazali'nin Eyyühel Veled adlı kitabı ise, Hz. Peygamber'in (a.s.v.) hadislerinden hareketle, oğlunu muhatap alan nasihatlerden oluşur. Bu eserlerin yanında başkaları da sayılabilir. Beydaba'nın Karataka Danmaka;'sı (ibn Mukaffa'nın verdiği isimle Kelile ve Dimne) Kıssa-i Enterese Tuti-name ve benzerleri.

Buna benzer eserler Türk edebiyatında da dini terminolojinin geçerli olduğu alanlarda da mevcuttur. Fakat bu eserlerden çok, çocuklar için yazılmamış eserlerin günümüzde 'çocuk edebiyatı' kategorisinde değerlendirilmesi sorgulanmalıdır. Bu eserlere, benzerleri dışında özel olarak bir kategori açılmamıştır.

Kategori refleksine sahip çocuğa yönelik yayınlar için 1850'leri beklemek gerekecektir.

ÇOCUK EDEBİYATINDA YOL AYRIMI: MASAL VE FANTAZYA

Muhayyile edebiyatına baktığımızda Kelile Ve Dimne'den Muhayyelat'a kadar hep bu perspektif üzerinden bütünlüklü bir bakış sunulduğu görülür. Fakat söz konusu bakış açısı modernizmin bütün sosyal alanlara bir yansıması olarak günümüzde başka bir renge bürünmüştür. Bunda en temel neden aydınlanmanın, her alanda 'göksel' olanla irtibatını kesmesi ve kavramların içini seküler donelerle doldurmasıdır. Artık günümüzde neredeyse her kavram, aydınlanma tarafından manipüle edilmiş, dolgu malzemesi özü ile hayatımızın her alanında kendi dayatmaları ile varlık göstermektedir.

Bu kavramlardan biri de fantastiktir. Hiçbir kavram, aydınlanmanın kutsal ile olan savaşını  bu kadar net özetlemiş değildir. Fantastik sözcüğü; hayalin metafiziğe uzanan koridorlarında, 'yalnızca imgelemde varolan' tanımlaması ile karanlık fantazya dehlizlerine dönüştürülmüştür. Zamanla Doğu'nun köklü geleneğindeki muhayyile birikim de bu tanımlamadan nasibini alarak masalların, halk anlatılarının, menkıbelerin, hal tercümelerinin, cenknamelerin, danişmendnamelerin, hamzanamelerin ve daha bir çok sözlü geleneğe ait birikimin üstü kapatılmış önü tıkanmıştır.

MASAL

Yol ayrımında küllenen geçmiş, acaba masal ile yeniden kendi yüzüne, köklerine dönebilir mi? Bunun cevabı için masalın nerede konumlandığına ve bütün bu heyyula içinde ne ifade ettiğine bakmak gerekecektir.

Masal, Doğu geleneğinde yalnızca çocuklara anlatılmayacak kadar değerlidir. Bu nedenle pek çok masal sultanlara ya da padişahlara takdim edilmiş ya da onların emriyle tercüme edilmiştir.  Doğu'nun sözlü anlatımında en temel tür olan masal, yetişkinlerin itikadi, fikri ve ruhi ihtiyaçlarının karşılığıdır. Her masalda hedef kitle yetişkinin bilinçaltıdır.

Masallarda dinin, toplumsal kabullerin, kültürel kodların, milli hassasiyetlerin izleri görülür. Önceleri derin agnostik ve mistik göndermeleri olan, allegorik ve metaforik dil ile semboller dünyası kuran, zamanla metafizik izlekler üzerinden günümüzdeki fantastiğe ve bilim-kurguya uzanan bir yol izler. Masalın izlediği bu serüven, muhayyilenin sınırlarını zorlamasıyla çocukların en çok ilgi gösterdiği anlatım türü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bütünlüklü bir evren yapısı Tanrı-doğa-insan üçgeninde kadim medeniyetlerin önemli bir durağı iken, edebiyatın da masallar yolu ile bu dengeye katkı sağladığını görmekteyiz.

Öte yandan, masal; çocuğa yönelik olmaması ile birlikte çocuğu muhatap alması ve çocuğun muhayyile dünyasına uzanmasıyla, onunla bir bağ kurar. Bugün, çocuk edebiyatının masal ile buluşması ve oradan da fantazyanın sınırlarına varılması bu nedenledir.

Masallar, kadim medeniyetlerin sözlü kültürlerinde, ergenden çocuğa uzanan hayal koridorları iken, bugün, fantazyanın beslendiği ana damarlardan biri olarak çocuk edebiyatı içinde değerlendirilmiş ve kategorize edilmiştir.

Geçmişteki edebiyatı, çocuklar 'çocuk edebiyatı' olarak yetşikinlerin sınıflama zorbalığından devraldılar. Şimdi ise çocuklar, yetişkin fantastik edebiyatını yetişkinlere bırakmak niyetinde değiller. Bir dönem yetişkinler için yazılan eserler,artık günümüzde yayınevlerinin her yaş grubuna göre dil ve üslup seviyeleri indirilerek okuyucuya ulaşmaktadır. Bu durum, en ağır fantastik yapıtlarda da kendini kısa sürede gösterecek ve yine yetişkin için yazılmış yapıtlar çocukların dünyasına akacaktır. Fakat dil ve üslup sorunu gözetilmeksizin, tamamı 'indirgenmiş' olarak. Bu paradoks, bizi fantazyanın masal ile olan sınırını sorgulamaya götürmelidir.

FANTAZYA

Fantazya, gerçeğin aşılmasında hayalin sınırsızlığına yapılan en iyi atıf olarak eğer aydınlanma projesi tarafından manipüle edilmeseydi, bugün biz onu, metafizik uzantılarıyla 'mucize, keramet' gibi kavramların keşisme koordinatlarından birisi olarak okuyabilirdik. Fakat fantazya bugün, söz konusu kavramlarla iki medeniyet arasındaki uçurumu derinleştiren bir konuma itilmiştir. Kavram, fantazi, fantastik türevleriyle birlikte 'hayal edilen, hayalin ürettiği, gerçekliği olmayan, imgelemde varolan' anlamlarıyla kendisini gerçeğin dışına iter. Fantastiğin, gerçekte oluşturduğu yırtılma da bu anlayışın türevidir.

Fantazyanın, gerçeğin dışına taşan ve gerçeğin imkansızlıklarını, hayalin sınırsızlığında gerçekleştiren yapısı, 'bir başka gerçeklik alanı'nı işaret ederken, hem teolojiye hem mitolojiye hem de disiplinlerarası ilişkiye göndermeler yapar. Onun masal ile kurduğu bağ bu düzlem üzerinden yürürken, bir başka cephe teolojiden açılır.

KADİM SANAT ANLAYIŞI

Teoloji ile ilgilenen ilim adamları, sanat tanımlamasında tam da bu cepheyi işaret edecek açıklamalarda bulunurlar. Bu konuda Seyyid Hüseyin Nasr, İslam sanatının tecridi yanına parmak basarken onun ontolojik varlığına da işaret eder.

Ona göre, İslâm sanatı, nesnelerin dış görünüşlerinden ziyade, batınî hakikatiyle ilgilenen batınî bir tabiat bilimine dayanır. 'Bu bilimin ve Muhammedî bereketin yardımıyla bu sanat, cismanî varlığın dış görünüşünün üzerinde yer alan ‘Gaybın Hazineleri’nde bulunan nesnelerin hakikatini ifşa eder.' der.

İslam'ın sanat telakkisi, tecrid (soyutlama) üzerine kuruludur. Tecridin temel hedefi, 'varlığı görünüşünden kurtarmak'tır. Pratikte varılan sonuç hiçbir fenomenin doğrudan dile getirilmediği, asıl amacı, görünenlerin ardındaki görünmeyene ulaşmak, dış amacı ise dünyayı güzelleştirmek olan pürist (özleştirme-ci) bir sanat anlayışıdır.

Bu bakış açısı 'Müslüman sanatkârları, dış dünyanın benzerini yapmak gibi temelde psikolojik nitelik taşıyan bir eğilime bağlı kalmaktan kurtararak, nesnelerin iç yüzünü keşfetmeye yönelten bir yaklaşımdır. Ve bu yaklaşım, İslâm estetiğinin tevhid kaygısına dayalı bir ilke' olarak önümüze çıkar.

İslam sanatının muhayyile ile paylaştığı düzlemi tecrid üzerinden yorumladığımızda, metafiziğin fantazya ile dirsek temasına şahitlik etmiş oluruz. Sanatkâr ‘Soyutlama yoluyla, kâinatın ruhunda cari olan İmam-ı Mübîn estetiğinin geometrisine ermeye çalışır, onun çizgi ve nakışlarını, nispeten somut olan sembollerle kalıba dökmeye gayret eder. Böylelikle, sanat eserinin sebeb-i hikmeti olan somut vesileyi bir anlamda aşkınlaştırır ve onunla üst anlamlara ermeyi hedefler.’

Sanatta soyutlamanın vardığı zihni yolculuk, arayış ve adanış hikayelerine dönüşür. Bu dönüşüm, fantazyadaki hedefsizliğin yerine oturduğunda, tecridin fantazya ile olan bağı da kopar. Gerçek, hayalin kanatlarında bir arayışa dönüşürse kadim gelenek ile bağlar kurulmuş olur. Bir arayışa dönüşmeyen ve derunî yolculuğa çıkarmayan hikayeler ise fantazyanın hedefsiz iklimlerinde çoraklaşır. Fantazya ile kadim masallar ya da yukarıda değindiğimiz muhayyile birikimleri arasındaki en belirgin fark budur. Bu fark aynı zamanda, İslam sanatının muhayyile imkanlarını ortaya çıkarırken en sorunlu alan olan 'mucize' kavramının da yerini sağlamlaştırır.

Varlığın özünü keşfe çıkan sanat, bir çok ruhi deneyimi muhayyilenin sınırsızlığında okuyucuya sunduğunda, 'sanatın aslında bir keşif yolculuğu, sanat eserinin de keşifler antolojisi olduğu' görülür.

MUCİZE: HAYALİN SORUNLU ALANI

Bütün bunlar bir yana, fantastik edebiyat çoktan 'mucize' sözcüğünü kullanmaya başladı. Olağan Mucizeler, Mucize, Küçük Mucizeler Dükkanı gibi bir çok yerli yabancı yazar farklı edebiyat türlerinde de olsa mucize sözcüğünün kadim çağrışımlarından fantastik dünyalar oluşturmaya eğilim gösteriyor.

Her sosyal bilim gibi, edebiyat da dini alanın hem argümanlarını hem sözcüklerini literal anlamda cömertçe kullanır. Bugün edebiyatın hangi türüne bakarsak bakalım dini konuları görebiliriz. Yalnızca klasik Türk Edebiyatı'nda bile onlarca örnek mevcuttur. Esma-i Nebiler, naatler, mevlidler, mi'rac-nameler, hicret-nameler, mucizat-ı nebevi risaleleri, hilyeler şefaat-nameler dinin konularını edebiyata sanatçı hassasiyeti ile aktaran eserlerden bazılarıdır. Bu eserlerin ekserisinde, olağanüstü durumların anlatıldığı sahneler mevcuttur. Bu sahnelerin tamamı için 'mucize' kavramının kullanıldığı görülmekle birlikte, sanatçının muhayyile zenginliği kapsamında olağanüstülüklerin abartıldığı ve zamanla bunların da mucizevî anlamlar kazandığı bilinmektedir. Bu durum elbette teolojinin sorunlu bir alanı olmaya,  konularının edebiyatın malzemesi olma süreciyle başlamıştır. Aşırı methiyeler, olağanüstülükleri daha da abartmış ve aslında mucizevî uzantıları olmayan binlerce söylence, sözlü kültür gücüyle günümüze ulaşmıştır. Teolojinin bu anlatıları toptan reddetmesi ya da ayıklaması mümkün olmadığından, edebiyat, koşturduğu meydanda tozu dumana katmaya devam etmekle muhayyile dünyasına yeni çağrışımlar eklemiştir.

Mucize, dini terminolojide, 'insan aklının alamayacağı olay' ya da 'beyanı herkesi acze düşüren, peygamberler tarafında gösterilen fevkalâde ve harikulade hal ve hareket' ya da  Müfredât'ın a-c-z köküne verdiği anlam 'güç yetirme' deyiminin zıddı olan acz' dir. Muhammed Esed ise, Hz. Peygamber'in İsra (Mirac) hadisesine atfen, mucize sözcüğü hakkında doyurucu bilgiler verir. Esed, En'am 109. ayetini de bu çerçevede açıklar: 'Herkes tarafından gözlemlenebilen tabii işleyişin ötesindeki bir olay' yorumunu yaparken, ayette geçen: '...Mucizeler yalnızca Allah'ın elinde (katında) dır' ifadesini Allah'ın bir olaya karşılık ayet, delil, burhan, işaret ya da mucize göstermesinden ayırmaz. Yani mucizenin, bir ayet, bir işaret ya da bir mesaj ile aynı anlamı karşıladığını belirtir. 'Herkes tarafından mucize olarak tanımlanan şey, gerçekte Allah'tan gelen bir olağan-dışı mesajı anlatır ve normal olarak insan aklının ulaşamayacağı ruhi/manevi bir hakikati-bazen sembolik biçimde de olsa- gösterir. Ama böyle olağanüstü, 'mucizevi' mesajlar bile 'tabiatüstü' olarak nitelendirilemezler çünkü, 'tabiat kanunları' denilen şey, yalnızca Allah'ın yaratma konusundaki sünnetinin kavranabilir tezahürleridir.' der. Esed'in 'normalleşme' ye yakın bu açıklaması, devam metinle daha da netlik kazanır: 'Hadiselerin olağan akışına uygun olsun ya da olmasın, varolan ya da meydana gelen, yahut varolması ya da meydana gelmesi beklenebilir olan her şey, kelimenin en derunî anlamıyla 'tabii'dir. Esed'in son hamlesi, Allah tarafından elçi seçilenlere 'verilmiş' bir mucizenin olduğu fakat, bu elçilerin 'mucize gösterici' olmadığı yönündeki önemli ayrımıdır. Fakat bu ayrım edebiyat tarafında ciddi anlamda gözardı edilmiş ve olağanüstüne açılan kapıda binlerce mucize, muhayyilenin münbit topraklarında yeşerirken, olağanüstü kahramanlar da yaratılmıştır.

Kadim Doğu düşüncesinde köklü bir yere sahip olan tasavvufun, bu sözcüklerle başlayan sözlü kültür serüveni, büyük bir birikimi de beraberinde getirmiş, neredeyse Doğu'nun bütün bir muhayyile edebiyatını oluşturmuştur. Özellikle Türkler'in İslamiyet'e geçmeye başladığı X.yüzyıl başlarından itibaren, başta Hz. Peygamber (s.a.v.)'e methiyeler olmak üzere, Hz. Ali cenkleri ile başlayan, İslam büyüklerinin kahramanlık dolu hayatlarına övgülerin yazıldığı, cenkmaneler, danişmendnameler, gazavatnameler, tasavvuf menkıbeleri gibi büyük Anadolu tasavvuf birikimi oluşmuştur.

SONUÇ

Günümüzde yaşanan paradigma değişimi, yetişkinden çocuğa olması gereken kültürel sürecin, çocuktan yetişkine doğru seyrettiğini göstermektedir. Kültürün ciddi bir politik güç olduğu günümüzde, edebiyat bu gücü, dünyanın gittikçe muhafazakârlaşan yapısı içinde, dini terminolojiden beslenerek kullanmaktadır. Artık din ile edebiyat arasında organik bağ, yerini mekanik bir ilişki türüne bırakmış durumdadır.

Kadim kültürler yetişkinden çocuğa bir muhataplık ile güçlü sağlam ve tesiri günümüzde de  devam eden eserler vücuda getirmişken, bugün çocuklar için yazılmış yapıtlarda, yetişkinin içindeki çocuk ruhunu ayartan, baştan çıkartan ve her alanda manipüle eden bir duruş vardır. Bu nedenle yetişkinler en az çocuklar kadar fantastik yapıtlardan haz alırlar, çünkü bu yapıtlar tarafından ayartılmışlardır. Bu elbette menfi bir durum değildir. Karşı durduğumuz şey, hayal ve türevleri değildir. Edebiyat ve düşünce dünyasının çıtayı sürekli aşağ çeken popüler söylemlere kapı aralıyor olmasıdır. Yoksa, hayal ve edebiyat bir bütündür ve Doğu muhayyilesinin yapıtaşlarından biridir.

Doğu-Batı paradigma değişiminin muhayyile edebiyatı özelinde temel ayrışmalara neden olması şu sonuçları doğrumuştur:

1- Bütünlüklü kainat algısının ortadan kalkmasıyla din-edebiyat arasında ilişkinin minimalize edilmesi ve mekanikleşmesi, ilkin din ile bağların koparılmasına neden olmuşsa da, kısa süre sonra edebiyat, kendine kaynaklık eden din ile irtibata geçmiş ve sözcük düzeyinde yapay bir ilişki ile kendisini yeniden yapılandırmıştır. Bu ilişki; irşad ve eğitsel kaygılarla değil, edebiyat için münbit alan olma özelliğini hiç bir zaman kaybetmemiş konu, imgelem ve sözcük zenginliği çerçevesinde gelişmiştir. Sözcük düzeyinde ilişki, kavramların içlerinin boşaltılıp yeniden yapılandırılmasına neden olmuş, tabiri caizse kamusların namusuna halel gelmiştir.

2- Dini argümanların kurgu içerisinde sözcük düzeyinde inşa edilişleri ile başlayan süreçte edebiyat, dini alandaki karekter ve olayların dönüşümüne neden olarak onları, bir başka düzlemde varederken, aynı zamanda dokularına işleyen bir değişime de neden olmuştur. Ortak alanın metafizik olduğu gerçeğinden hareketle dönüştürülen kurgular, gerçekliğinden kopartılmış, dini-milli kahramanlar olağanüstüleştirilerek tarihselleştirilmiş ve hayat ile bağ kuramaz derecede ötekileştirilmiştir.

3- Günümüzde karşılaştığımız fantastik yapıtlar nedeni ile, sonraki yıllarda 'mucize' kavramının içi doldurulurken, çocukların zihninde bu yapıtların etkilerinin gözlenmesi kaçınılmazdır. Çünkü, mucize kavramı, mevcut çocuk siyeri çalışmalarında kadim gelenek ya da sözlü kültür gözetilmeksizin, muhayyileden uzak, dil ve üslup problemleri ile boğuşan yapıları ile umut vaadetmemektedir.

(1)'Çocuğun ana-babası üzerindeki hakkı, ona iyi bir eğitim ve iyi bir isim vermesidir.'

'Hiçbir ana-baba evladına iyi bir eğitimden, iyi bir ahlaktan daha değerli bir miras bırakamaz.'

'Doğan bir çocuk, İslam dini üzerine doğar. Ebeveyni (musevi ise) onu yahudileştirir, (nasrani

Diğer Yazıları