Menu
LAL: ATEŞ RENKLİ CEVHER...
Haberler • LAL: ATEŞ RENKLİ CEVHER...

LAL: ATEŞ RENKLİ CEVHER...



Son zamanlarda aşk temalı romanların sayısında artış görülüyor. Bunun nedenleri üzerinde çıkarımlar yapan sosyolog ve psikologlar, toplumsal değişimle bağ kuruyorlar. İnsanlık kaybettiği şeyleri edebiyat üzerinden yeniden kazanma gayretine girmiş bulunuyor.

Elimizde bu türden bir gayret içinde bulduğumuz bir roman var. Lal. Ayşe Kara’nın yaşanmış olaylardan yola çıkarak, klasik ve akıcı bir üslûpla anlattığı, hayaller, hayalkırıklıkları, arayışların konu edildiği eski ve köklü bir ailenin Sermüezzin ailesinin serüvenini anlatan Lal, okuyucuyu hemen saracak bir usluba sahip.

Tanzimat’tan beri Fatih’te yaşayan Sermüezzinler, şehirli olup geleneğinin önemini de gereği gibi sürdürmeye özen gösteren bir ailedir. Bu açıdan Fatih’in önemi romanda büyük yer tutar. Semt dokusunu Fatih özelinde veren kitabı okurken geleneksel kültürümüzün sıcaklığını an an hissedeceksiniz.

“-Fatihlilerin ruhaniyet dedikleri belki- ama mekânda olan ne ise onu algılıyordu. Sanki bu muhitte eskimeyen bir şey vardı. Bir durak gibi birilerinin yolları hep buraya uğrayacak, burada duracak veya burayı terk edecek ama sanki dünya durdukça o ruh kendini koruyacak, mekâna hâkim olacak, bu mekânın boyası ile boyanmak isteyenler, gelip buraya sığınacaklardı.”(s. 134)

Kadınlarının fedakarlıkları, hüzünleri, acılarının daha çok yer aldığı kitapta, İstanbul’un önemi de hayli yer tutuyor. O eşsiz mimarî, tarihle masalla, ihtişam ve zerafetle kuşatılmış hava; hayatı sorgularken romandaki kişilere ayrı bir soluk katıyor. Mekan olarak tarihî bir önem taşıyan İstanbul’un büyüleyici güzelliğinin tasvirleri ve camii konuyla bütünlüğü sağlamış.

“Fuad ise Ayasofya’ya, Sultanahmet’e bakıp düşünüyordu: Nasıl oluyor da taşın birbiri üstüne dizilmesi; biçim, Allah düşüncesi, huzur ve sükûnet uyandırabiliyordu insanda. Mimarî nasıl bir etkendi ki, kalpte kuvvetle duyuş, kesin bir inanç, yakîn doğuruyordu; insanın ayaklarını yerden kesiyor, kanatlandırıyordu.”(s.175)

“Sanki bir masal şehriydi İstanbul. Boğaziçi tüllenmiş uykulu uykulu akıyor, düş bahçelerine açılıyordu.”(s.176)

“Fakat şehrin içinden geçen denize öyle alışkınlardı ki sanki kainat yaratıldığından beri Boğaziçi okyanuslara bağlı yaratılmış gibiydi ve onu başka bir şekilde düşünmek onun güzelliğini bozmak olacaktı.”(s.131)

İstanbul’un büyülü atmosferiyle birlikte, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Yahya Kemal in de romanın içerisindeki yeri büyük.

“Anne sende başka bir dikkat var... Tanpınar, Türk Edebiyatı Tarihi’nde klasik şiirimizin imajlarını, tasavvuftaki tahayyül sisteminden aldığını söyler. Yani tarikat adabındaki ‘rabıta’dan... Başka bir yerde de kendi dili için ‘rüya dili’ni zikreder ve buna ‘uyanıkken rüya görmek’ der. Ve bu şekilde sanatını ana kaynağa, tasavvufa bağlar. Zaten hoca-talebe, Yahya Kemal ve Tanpınar, Türk Edebiyatı Tarihi’ni Malazgirt’le, yani, Türklerin İslam’la tanışmalarıyla başlatır.”(s.135)

Demiryolu hattının dağılmasıyla Sermüezzinler'in kaderlerindeki değişikliğin sebebini Nergis’in Fuad’la olan diyaloğunda yalnızca kaderle değerlendirmeyip iradenin önemini içeren konuşmaları kayda değerdir.

“Kopuşun, dağılmanın simgesi gibi gelir bana o demiryolu hattının dağılması. Dedem hep kader, dedi. Annemse bunu asla kader olarak kabullenmedi.”

“Kaderi yapan insanın iradesidir. “Kul ister Rab yaratır.” Bunun gibi bir şey yani.. Öyle olmasa neden ceza ve mükâfat olsun?.”(s.126)

Özde bir aidiyet gerçekliğinin hassasiyetinin anlatıldığı romanda, oğulları Fatih’in maddenin nakli konusundaki düşünceleri, özün arayışı çabalarının hali sıklıkla anlatılır.

“Zaman içinde, mutlaka başka bir zaman vardı.Bir ırmağın bir derinliğe uğrayıp, o derinliğin içinde girdap yapması misali veya suyun yatağındaki bir taşa değip duraksaması gibi kendine özel bir zaman.”(s.102)

Fatih kadar baskın olmasa da, Nergis de aynı zamanda samimi bir inancın göstergesidir, ontolojik sorgulamalar romanın başından sonuna kadar zaman zaman kendini bütün derinliğiyle gösterir. Nergis’in samimi duyarlılığı doğruları bulabilmesinde kendine ışık tutar.

“Yaratıcı tarafından her an görülüyor olmak” da bir başka “varoluş” durumu doğuruyordu. Ve bu tercih, yani inanç da aşk gibi bir kalp durumuydu.

Ve bu anlayış Nergis’in acılara, zorluklara katlanışında ona hep destek olur.

“Kadere iman kederi azaltıyordu”

Nergis’le Fuad’ın aşklarındaki duygusal boyut, romanın ileriki safhalarında daha da kendini gösterir.

Romanda yoğunluklu olarak hissedilen, depremin yarattığı sarsıntılarla, kişilerin içe dönük varlık nedenini irdeleyişi, okuyucuyu da ontolojik bir sorgulamaya yönlendirecektir şüphesiz.

Toplum hayatının, kendi geleneksel zeminini ve kültürel değerlerini yitirmemesi açısından bu tür romanlar önem taşıyor. Ve en önemlisi de, insanlığın en büyük sorunu olan varlık nedenini irdelemeye götürücü olması.

Tasavvufî bir anlayış ve tasvirlerle yapılan anlatımlar her zaman insanlar üzerinde derin izler bırakmıştır. Kitap okuyucuyu bu yönden de kendine çeker.

Bunun en yakın örneği de Mevlânâ’dır kuşkusuz.

Tarihi zenginliğimizin kitaba değer katışı, bizi de derinlerde bir yerlere götürüp, bütün sıcaklığıyla düşsel bir güzelliğin içine çekiyor. İyi bir gelecek kurmak, tarihi, yaşanılanları, geçmişi doğru anlamakla mümkündür.

-Ayşe Kara, Lâl, Timaş Yayınları, İstanbul 2010-

SEMİHA

İstanbul doğumlu. Edebiyat alanında, kitap eleştiri, analiz, deneme yazıları yazıyor. Ayna İnsan Kültür ve Edebiyat Dergisi'nin İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Halen serbest düzeltmenlik ve editoryal çalışmalar yapıyor. Star Gazetesi, Yeni Şafak Gazetesi, Karar Gazetesi, Hece Edebiyat Dergisi, İtibar, Şiar, MOCCA Dergisi, Edebistan'da aktif olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Yazarın spesifik portre çalışmaları da bulunmaktadır.

Daha fazla görüntüle
Diğer Yazıları