“…Doğu uygarlığının görüşleri bir sonuçtur, topraktaki tuzun tuzudur, gerçek bilgi; ancak ondan fışkırır…”
Doğu’nun bir ışık diyarı olduğu Goethe’den önce de yazılmıştı. Batı nezdinde Doğu’nun önem arzetmesi Hıristiyanlığın çıkış noktasıyla bağlantılı olmasından ibaretti. Daha sonra Doğu’nun yalnızca dinlerin değil, şiirin, edebiyatın, aşkın, romantizmin kökeni olduğu anlaşıldı.
Wilhelm von Humbold, Friedrich Schlegel, August Wilhelm Schlegel Doğu’yu bütün dinlerin, dillerin şiirin ve romatizmin ülkesi olarak telakki ederler. Platen, Wieland, Novalis gibi birçok yazar Doğu’nun büyülü atmosferinden kurtulamamışlardır. “Heinrich von Ofterdingen” isimli romanında Novalis Şark’ı “Şiirin ve Romantizmin Ülkesi” olarak göstermiştir.
Kimi Batılı yazarların da Hint dünyasını öne sürmesi farklı şekillerde bir cereyan oluşturarak, Batı kültüründe farklı bir mozaik oluşturmuştur. Sankrist diline dayanan Hint edebiyatının uçsuz bucaksız derinliğine duyulan heves, Alman romantizmini yönlendiren en önemli unsurlardan biri olmuştur. Friedrich Rückert, Arthur Schopenhauer, Friedrich Nietzsche gibi filozoflar ve çağdaşı edebiyatçılar kendi dillerine dilbilimsel yapıda benzerliği olan Hint, Fars, Arap dillerini araştırmışlar, özellikle Friedrich Rückert Doğu dili ve edebiyatının dil biçemiyle Almancayı harmanlayarak farklı bir biçem geliştirmiştir.
Batı’nın kendi kültür ve normlarına uyarlayıp öne sürdüğü bugünkü değerlerinde Doğu kültürüyle birlikte İslam medeniyetinin de kuşkusuz payı büyüktür. Avrupalıların onsekizinci yüzyıldaki Osmanlı musikisiyle ciddi biçimdeki ilgilerinden Batı’nın Doğu’yu tanımasında Osmanlı’nın rolünün ne denli büyük olduğunu görebiliriz. Klasik Osmanlı musikisi en çok bu dönemde kendini göstermiştir.
Goethe’nin Doğu Batı Divanı’nda sözünü ettiği “alla turca” modası 18.yüzyılın başlarına kadar Avrupa’da musikiden tiyatroya, resimden modaya kadar hayatın her alanında hissedilmiştir. Hatta çoğu sanat alanlarında kullanılan Türk motiflerinin itibar kazandığı ve o dönemlerde Türk kelimesiyle Şark’ın kastedildiği belirtilmiştir.
Osmanlı’nın ihtişamlı mitleri ve motifleri Klasik Batı Musikisi’nin opera ve senfonilerine görünür şekilde akseder. Doğu’yu yakından tanımaya, anlamaya çalışanlar ünlü müzisyenlerin (Mozart, Beethoven, Haydn, Berlioz vs) eserlerinde Doğu’nun büyülü atmosferini hissederler.
Goethe’nin Doğu Batı Divanı’ndaki lirik şiirleri de senfonik bir eser gibi, bir görünüp bir kaybolan içiçe örülü motiflerle süslüdür. Goethe;
“Şairi anlamak isteyen
Şairin ülkesine gitmelidir;
Eskinin yeniyle kaynaştığını
Zevkle seyretmelidir”
diyerek çağları adımlamanın gerekli olduğunu söylemiştir. Huzur ve sükûn arayışını hayatının son yıllarında dahi Doğu’nun dünyasında sürdürmüştür. Goethe adeta bir düş âleminde gibidir ve eserindeki insanlar, figürler ve mekânlar hep Doğu’dandır. Bu sebeple Doğu-Batı Divanında Goethe karşımıza bir Doğulu olarak çıkar. Onun muhayyilesine çocukluğundan beri derinlik kazandıran Binbir Gece Masalları’nın izleri birçok eserinde görülmektedir. Genç Werther’in Acıları, Ruh Yakınlıkları ve Faust’taki olağanüstü manzaralarda Binbir Gece Masalları’nın izleri görünür. Faust karakteriyle Hafız Divanı arasındaki önemli benzerlikler Goethe’yi şaşırtmış ve asırlar ötesinden sanki kendi ruh ikizini görmesine vesile olmuştur.
Goethe’ye göre hiçbir şey rastlantı değildir ve her varlık aklı, duyguları, hedefleri ölçüsünde bir amaca hizmet eder. Doğu edebiyatına yansıyan Goethe’nin şiirlerinde, eserlerinde ebedî müessir olacağına inandığı Kuran’ı Kerim’den, Hz. Peygamber’in hayatından da kuvvetli tesirler görülmektedir. Kuran ve Hz. Peygamber hakkındaki düşüncelerini şöyle belirtir:
“O şair değil peygamberdir ve bu hissiyatı ile onun Kuran’ı tedrise yahut zevke hizmet eden insanî bir kitap değil ilâhî bir kanundur.”
Goethe’nin bu ve buna benzer birçok düşüncesi Kuran’ın onun ruhuna fevkalade hitap ettiğini göstermekte, tabiata, kadere, insana yönelik fikirlerinde Kuran’ın tesirinin büyük olduğu, bazı sözlerinden ve şiirlerinden de anlaşılmaktadır.
Endülüslü Müslümanlar da Batı medeniyeti üzerinde edebiyat alanında çok geniş etkilere sahip olmuşlardır. Gazalî, İbni Sina, Endülüslü bir filozof olan İbn Tufeyl eserleriyle Batı dünyasına yeni bir felsefî açılım getirmişlerdir. İbn Tufeyl’in “Hay bin Yakzan” isimli eserinin edebî alandaki izleri bugün dahi takip edilmektedir. Daniel de Foe’nin Robinson Crusoe isimli eseri birçok yönüyle Hay bin Yakzan’dan mülhemdir.
Batı, kültürel süreci içerisinde her zaman Doğu’nun birikiminden kendisine pek çok yöntem edinmiştir. Doğu unsurlarının bugün dahi Batı medeniyetinin özünü teşkil eden Hıristiyanlığın sanat alanlarının pek çok kolunda görmekteyiz.
Yunan, Hind ve İslam medeniyetleri bugünkü çağda tesirlerini büyük bir hızla sürdürmeye devam etmektedirler. Fakat İslam medeniyeti dinamik yönü itibarıyla Doğu’dan Batı’ya bütün kültür ve medeniyetlerde etkisini daha çok hissettirmektedir.
Grek medeniyetinin Batı’da bilinmediği bir dönemde Fars ve Hint kaynaklarının İslam düşüncesi etrafında yorumlanması ile şekillenen hümanizm, Endülüs Müslümanları ile Batı Avrupa ve İtalya’ya oradan da Anadolu’daki Haçlılar üzerinden Avrupa’ya yayılmıştır. Hümanizmin özellikle Ortaçağ kilise fanatizminden ve insan üzerindeki yoğun baskısından kurtulma çabası içinde olan Bacon, Dante, Machiavelli, More, Socinus, Bodin gibi aydın ve sanatkârlar öncülüğünde işlenerek yeni bir düşünce sentezinin oluşmasına ve oradan da Rönesans hareketinin doğmasına yol açtığı görülür ki etkileri oldukça geniş bir alanı kapsar.
Doğu, her çağda kendinde varolan derin köklere sahip medeniyetine sarıldıkça, kendini tekrar tekrar inşa etme görevini daha iyi yerine getirecektir. İlhamını varlıktan alan Doğu edebiyatında “Doğu İmgesi” tek tanrılı dinlerin tarihsel serüveninde yer alan tüm tarihi kişiliklerin birlikte rol aldığı bir alandır. Bugün Doğu ve Batı’yı ayrı ayrı dünyalara iten, birbiriyle kutuplaştıran ve medeniyetler çatışması olarak algılanan hayata bakış ve inançtaki zıtlıklar, Goethe’nin Divanında bir medeniyetler buluşması, hatta medeniyetlerin kökeninde ikiz kardeş oldukları fikrini yaşatmaktadır. Bugünün dünyasında özlem duyduğumuz uzlaşma, Doğu ve Batı dünyasının birbirlerini anlaması, başlangıçta olduğu gibi ortak değerler etrafında, aynı duygularla hayata bakmasıyla mümkün olabilir.
(Edebistan; Nisan 2011)
İstanbul doğumlu. Edebiyat alanında, kitap eleştiri, analiz, deneme yazıları yazıyor. Ayna İnsan Kültür ve Edebiyat Dergisi'nin İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Halen serbest düzeltmenlik ve editoryal çalışmalar yapıyor. Star Gazetesi, Yeni Şafak Gazetesi, Karar Gazetesi, Hece Edebiyat Dergisi, İtibar, Şiar, MOCCA Dergisi, Edebistan'da aktif olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Yazarın spesifik portre çalışmaları da bulunmaktadır.